5-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek İstanbul Film Festivali’ndeki, 20 Bölüm başlığı altında toplanan 200 film arasında sinefiller seçkilerini yapmada zorlanacaklar.
Bu yazıyı okumadan 27. ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ’ne biletlerinizi ayırmayın
Bu yazıda, evvelce görmüş olduğum filmlerden de yararlanarak, okurlarıma yardımcı olmaya çalışacağım. Amos Gitai’nin son filmi “Çözülme”, Altın Kamera ödüllü İsrail filmi “Denizanası”, avukat Jacques Verges belgeseli “Terörün Avukatı”, Klaus Barbie belgeseli “Düşmanımın Düşmanı”, Martin Scorsese, Ken Loach,Claude Chabrol, Michael Heneke, Wajda, Schlöndorff, Mikhalkov gibi ustaların 2007 yapımı son filmleri, kaçırılmayacak filmlerden bazıları...
Türkiye’nin en önemli kültür etkinliği konumuna gelen uluslararası İstanbul Film Festival’lerinin 27.si 5-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek.
20 bölüm başlığı altında toplanan 200 film arasında sinemaseverler seçkilerini yapmada, her yıl olduğu gibi, zorlanacaklar.
Bu yazıda evvelce görmüş olduğum filmlerden de yararlanarak, okurlarıma yardımcı olmaya çalışacağım.
Sinema sanatına damgasını vurmuş büyük ustaları, günümüzün genç yetenekleri ile buluşturan festivalin zengin programı, 7. Sanatın klasiklerini, dünya festivallerinin sivrilmiş filmlerini, bizde vizyon şansı bulamayan bağımsız sineamanın özgün eserlerini, ilginç belgeselleri, sinefillerin beğenisine sunuyor.
FESTİVALDE İSRAİL
İsrail sineması bu yıl festivalde 3 filmle temsil ediliyor. İsrail’in en önemli sinema adamı Amos Gitai, son filmi “Çözülme / Desengagement”ı takdim etmek üzere İstanbul’a gelecek.
Geçen yıl İsrail sinemasının adını duyuran, ödül kazanmış filmlerden biri olan “Denizanası / Meduzot”u, festival aracılığıyla izleme olanağını bulacağız.
3. İsrail filmi, 2007 yapımı “Güneşin Çocukları / Yaldei Ha’Shemesh” kibbutzlarda doğan çocuklar üzerine bir belgesel.
Avrupa Konseyi ve Eurimage işbirliği ile verilecek 10.000 Euro’luk “Avrupa Konseyi sinema ödülü (Face)” için yarışacak 10 film arasında bulunan Amos Gitai’nin “Çözülme”si 2007 yapımı bir siyasal sinema örneği.
İsrail’li usta, bir önceki filmi “Serbest Bölge / Free Zone”da olduğu gibi gözünü bir kez daha İsrail siyasetine çeviriyor. Filmin iki kahramanı 2 kızkardeş. İsrailli Uli (Liron levo) ve yarı Fransız kız kardeşi Ana (Juliette Binoche), yıllar sonra Fransa’da karşılaşırlar. Ana, 10 yıl önce doğurup terk ettiği kızını aramak için İsrail’e dönmeye karar verir. Otomobil, tren ve gemiyle sınırların ötesinde bir yolculuktan sonra iki kardeş bir anda kendilerini İsrail’in Gazze’den çekilme operasyonunun yarattığı duygusal ve siyasi kargaşanın ortasında bulurlar. Filmde Fransız sinemasının efsanevi oyuncusu Jeanne Moreau’nun da rolü var. Taraflara eşit mesafede durarak sinema dünyasının saygısını kazanan Amos Gitai, kariyerini politik sinemaya adadığını “Çözülme” ile kanıtlıyor.
Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde, ilk uzun metrajlı filmlerini gerçekleştiren sanatçılara verilen Altın Kamera Ödülü’nü kazanan “Denizanası”, Shira Geffer ve Etgar Keret imzasını taşıyor. Film, denizden çıkan küçük ve gizemli bir kızın, Batya adlı bir kadının hayatını tamamen değiştirmesini anlatıyor.
İnsanlık durumlarına dair, yürekleri ısıtan bu çok parçalı film, Cannes’da dakikalarca ayakta alkışlanmıştı.
Ran Tal’in “Güneşin Çocukları” 1920’li, 30’lu yıllardaki ilk kibbutzlardan, ilk yerleşimcilerin çocuklarının doğduklarında ailelerinden ayrılarak “kollektif” olarak büyütülmesini anlatıyor. Bu belgesel film 1930 ile 1970 arasında çekilen seksenden fazla amatör filmden, az bulunan kayıtlardan oluşturulmuş bir kolaj.
MÜTHİŞ BELGESELLER
İnsan hakları, siyaset, müzik gibi farklı konuları işleyen, “Belgesel” kuşağı bölümü toplumsal değişimleri ele alıp gerçeği belgelerken, alışılmadık ve çarpıcı tarzlar işliyor.
17 filmlik bu bölümün 3 filmini okurlarıma izlemelerini öneriyorum. Bunların birincisi 2007 yılında izlediğim en iyi 3-5 film arasına giren, Avukat Jacques Verges’in hayatını anlatan, “Terörün Avukatı / L’avocat de la Terreur” adlı film.
Usta yönetmen Barbet Schroeder, sıradışı ceza avukatı Jacques Verges’i kendi ağzından ve yakın çevresinin tanıklığıyla anlatıyor. Çakal Carlos, Magdalena Kopp gibi tanınmış teröristlerin yanısıra Nazi Canavarı Klaus Barbie’yi müdafaa eden, Saddam Hüseyin, Slobodan Miloseviç gibi 2. Dünya Savaşı sonrası dönemin en kötü şöhretli figürleriyle arkadaşlık etmiş Verges’in kışkırtıcı bir portresi, mükemmel bir sinematografi eşliğinde sunuluyor.
Festivalin Klaus Barbie ile ilgili 2. filmi, Kevin Mac Donald’ın “Düşmanımın Düşmanı / My Enemy’s Enemy” adlı belgeseli. “Eylül’de Bir Gün” ve “İskoçya’nın Son Kralı” ile yeteneğini kanıtlamış Kevin Mac Donald, eski Gestapo komutanı Klaus Barbie’nin korkunç hikayesine tavizsiz, rahatsız edici ve kışkırtıcı bir yolculuğa bizleri davet ediyor.
En soğukkanlı Nazi işkencecilerinden, “Lyon Kasabı” diye anılan Barbie hakkında az bilinen gerçekleri işleyen belgesel, yakın tarihin en tartışmalı vakalarından birinin analizini sunuyor. (Barbie 1987’deki duruşmasıyla adaletle yüz yüze gelmişti). Geçen yılın Oscar rekortmeni Martin Scorsese’nin, eşsiz bir belgeselde, müzik devleri Rolling Stones’ları biraraya getirmesi sinemaseverler için hem şaşırtıcı, hem de büyük bir şans. Geçen ay dünya prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’ndeki olumlu yankılardan sonra “Shine A Light” belgeseli, sıcağı sıcağına festival programına taşınmış.
DÜNYA FESTİVALLERİNDEN
Geçen yılki festivallerde sivrilmiş filmleri biraraya getiren ve şenliğin en çok ilgi çeken bölümünü oluşturan “Dünya Festivallerinden Seçtiklerimiz” bölümünden 5 filmin üzerinde duracağım. Geçen yıl Cannes’da izlemiş olduğum bu filmlerin 3 tanesinden, kesinlikle uzak durmanız tavsiyesiyle beraber. Bunlar Carlos Reygadas’ın “Stellet Licht – Sessiz Işık” adlı Meksika filmi, Lee Chang-Dong’un “Güneşli Kent – Secret Sunshine” adlı Güney Kore filmi ve Hou Hsiau Hsien’in “Kırmızı Balonun Yolculuğu / Le Voyage du Balon Rouge” adlı Fransız filmi.
İşin ilginç tarafı ilk iki filmin Cannes’dan ödül ile ayrılmış olmaları. “Japon” filmiyle kendinden çok söz ettiren Carlos Reygadas, “Sessiz Işık”ta insanı bayıltan durgunluktaki sinamatografisi, dakikalar süren sabit planlarıyla bana kabus dolu iki saat geçirtmişti. Aslında film 2,5 saatlikti, ama sonuna kadar dayanabilen izleyicilere, çıkışta birer “Sabır Oscar”ı dağıttılar. Filme verilen Jüri Özel Ödülü çok tartışıldı.
Yine aynı festivalin En İyi Aktris ödülünü kazanan “Secret Sunshine” hiç bir parıltısı olmayan bir filmdi. Kore’li genç oyuncu Joen Do-yeon’un seçimi ise jürinin Asya ülkelerinin festivalden boş elle dönmemeleri için sundukları bir ikram idi.
Batılı eleştirmenlerin, yere göğe sığdıramadıkları Tayvan’lı yönetmen Hou Hsiao-Hsian’ın “Kırmızı Balonun Yolculuğu”, Juilette Binoche’un varlığına rağmen, tahammül edilmez bir sıkıcılıkta bir film. Bu 3 filmden kesinlikle uzak durun.
Eleştirmenlerin Altın Palmiye adayları arasında gösterdikleri, ancak Cannes’dan eli boş dönen, Alexander Sukurov’un “Aleksandra”sı, savaş aleyhtarı nefis bir film. Çeçenistan hududundaki bir Rus askeri üssünde geçen konusuyla film, iyiliğin ve kötülüğün doğasına dair insancıl mesajlar veren kaliteli bir yapım.
Christophe Honore’nin Cannes’da Fransa’yı temsil eden “Aşk Şarkıları / Les Chansons D’Amour” şarkıların diyalogların yerini aldığı bir müzikal-seksi trajikomedi. Jacques Demy’nin “Cherbourg Şemsiyeleri” başyapıtını anımsatan bu film; aşk, hayat ve ölüm üzerine etkileyici mesajlar veriyor.
2007’NİN ÖNEMLİ FİLMLERİ
Festival izleyicileri, Ken Loach, Claude Chabrol, Andrzej Wajda, Michael Heneke, Denys Arcand, Alain Corneau, Volker Schlöndorff, Nikita Mikhalkov gibi 7. Sanatın önde gelen ustalarının 2007 yapımı (son) filmleri arasında seçme yapmada zorlanacak.
80’inde üretkenliğini sürdüren Chabrol usta “İkiye Bölünen kız / La Fille Coupe’e en Deux ile yine burjuvazi ve entellektüellikle zekice dalgasını geçiyor.
Geçen yıl Altın Palmiye kazanan “Özgürlük Rüzgarı”nın ardından yaptığı “İşte Özgür Dünya / İt’s A Free World” ile Ken Loach, yasadışı göçmen işçiler sorununa eğiliyor.
Polonya’nın Oscar adayı filmi “Katin”de Andrzej Wajda, Nazilerle Sovyetler arasında sıkışıp kalmış 1940’ların Polonya’sını anlatıyor.
Michael Haneke, kendisini sinema dünyasına tanıtan, ünlü “Ölümcül Oyunlar / Funny Games’in Amerikan versiyonuyla şiddetin doğasına eğiliyor. Orijinal filmine hayran kalmış bir sinemasever olarak, Naomi Watts, Tim Roth, Michael Pitt’li Remake’i çok merak ediyorum.
“Barbarların İstilası”nın yaratıcısı, Kanada sinemasının 1 Nolu yönetmeni Denys Arcand, “Amerikan İmparatorluğu’nun Çöküşü” ile başlayan trilojisini “Karanlığın Gölgesinde / L’Age des Tenebres” ile noktalıyor. Filmi gördüm, ilk ikisinin seviyesinde değil.
Fransız yönetmen Alain Corneau, Daniel Auteuil - Monica Bellucci-Michel Blanc müthiş üçlüsüyle, “İkinci Nefes / Le Deuxieme Souffle”ta kara film türüne dönüş yapıyor.
“Yağmurdan Önce”sini unutamadığımız Makedon usta Milcho Manchevski “Gölgeler / Shadows” adlı dram ile cinsellik ve ölüm temalarına eğiliyor.
Urga ve “Güneş Yanığı” ile tanıdığımız ünlü Rus yönetmen Nikita Mikhalkov, başrolünü de üstlendiği “12” ile Sydney Lumet’in 1957 yapımı klasik filmi “12 Kızgın Adam”ını Rusya’ya uyarlıyor. Film 2008’de En İyi Yabancı Film dalında Oscar adayıydı.
Alman sinemasının önde gelen yönetmeni Volker Sclöndorff, Claude Carriere’ın senaryosundan anlattığı “Ulzhan” ile bizleri Kazakistan’ın ıssız bozkırlarına bir gezintiye davet ediyor.