Gus Van Sant hep aynı filmi yapıyor. Ama işin garibi, bu işbilir yönetmen, parsayı toplamayı sürdürüyor. Bunun son örneği, filmografisini en sönük yapıtı “Paranoid Park”ın geçen yıl Cennas’dan “60. Yıl Özel Ödülü”yle ayrılmış olması.
20 yıllık yönetmenlik kariyerini, gençlerin kendi dünyalarında yaşadıkları sorunlara adayan Gus Vant Sant, son üç filmi “Gerry”, Elepant / Fil” ve “Last Daya / Son Günler”de olduğu gibi “Paranoid Park”ta da gençlerin hikayesini anlatıyor.
Bu kez bir edebiyat uyarlamasından yola çıkan Van Sant, senaryosunu Blake Nelson’un aynı adlı romanından yazıyor. Konuyu belgeselci titizliğiyle sinemaya taşıyan sanatçı, ünlü görüntü yönetmeni Christopher Doyle’un desteğiyle, görsel yönden başarıya ulaşıyor. 2003 yılında, Cannes’da sürpriz yaparak Altın Palmiye kazanan “Fil”in benzer sinematografisiyle “Paranoid Park”ta Van Sant, az diyaloglu, az müzikli, soğuk ve mesafeli anlatımıyla, kesintisiz uzun olan sekanslardan oluşan minimal uslubuyla gençlik sorunlarında önyargısız olduğunu tekrarlıyor.
Ancak “Fil”in, gerçek hayattan alınan Columbine lisesinde 2 gencin bir kampüste yaptıkları katliamı anlatan, nefis bir konusu vardı.
Kaykaycı bir gencin, kaza sonucu bir güvenlik görevlisini öldürmesi sonrasında yaşadığı vicdan muhasebesini anlatan “Paranoid Park”ın konusu ise sıradan ve tatmin edici değil. Katil gencin, insanın kanını donduran bir umursamazlık içinde, herşeye yabancı kaldığı gibi, cinayeti soruşturan dedektiflere de ilgisiz kalması, kazayla da olsa bir ölüme sebebiyet verdiğini itiraf etmemesi, ahlaki açıdan kabul edilir gibi değil.
Gus Van Sant, yargılamayan, cezalandırmayan, ahlaki çözümler önermeyen donuk sinemasıyla, sorumsuz, yitik ve garip bir gençliği gözlere sermekle yetiniyor. Bir ölüme sebep olan bir gencin, olayı polise bindirmeyip, sessiz kalmasının ardından felsefi açıdan vicdan muhasebesini işlemekle yetinen filmi izlediğimde büyük düş kırıklığına uğradım, işlenen bir suçun cezasız kalmasına isyan ettim.
Sorumsuz davranışıyla bir insanın (kaza sonucu da olsa) ölümüne sebep olan kaykaycı genç sanki başka bir dünyaya ait. Yaşadığı dünyaya yabancı, az konuşan, duygularını hiç belli etmeyen, yüzü hiçbir ifade içermeyen bu Dostoyevskis karakterinin işlediği suç ta cezasız kalıyor. Filmde güvenlik görevlisinin öldürülme sahnesi inandırıcı olmaktan çok uzak.
Gençlerin dünyasına eğilip onlarla empati kurmaya pek hevesli gözüken Van Sant, gençlerin kırılgan, buhranlı, öfkeli ve huzursuz dünyasını yansıtan minimalist sinemasını sürdürmeye kararlı gözüküyor.