Bugün sevgili dostum Aaron Eskenazi sayesinde öğrendiğim bir yaşanmış hikayeyi paylaşmak istiyorum. ABD Ulusal Bisiklet Takımı’nın gelmiş geçmiş en yetenekli sporcularından birinin, Sam Zeitlin’in hikayesi...
Bisiklet, Sam’in çocukluk aşkıydı. Ve çok küçük yaşlarından beri bisikletiyle gerek lokal, gerek ulusal arenada birçok başarı elde etmişti. Takvimler 1966’yı işaret ederken Sam Zeitlin kendisini pistlerdeki rüzgara ek olarak antisemit esintilere karşı da yarışırken bulmuştu. Sebep oldukça basitti. “Yahudi çocuk” 1965’te New York Kısa Mesafe Şampiyonası’nı kazandığında bisiklet dünyasının her köşesine adını duyurmuştu. Bir gün, Queens’te ulusal bir yarış için antrenman yaptığı sırada bir grup sokak serserisi küfürler savurarak ellerindeki bira şişelerini Sam’e fırlattılar. Yetenekli bisikletçi o gün Kissena Park’ta ilk kez antisemitizmin ciddi sonuçlarıyla karşı karşıya kalıyordu. Aynı gece evine dönerken bir arabanın direksiyonunu üzerine kırışına maruz kaldı. Arabadan: “Sonsuza dek zirvede kalamayacaksın, pis Yahudi!” bağırışları yükselirken, Sam bu olayı da küçük yaşlarından beri geliştirdiği refleksleri sayesinde atlatıyordu. Eve vardığında gün boyunca yaşadığı olayları aklından geçirdi, çok kırgındı ancak kendisini bu şekilde engellemeye çalışanları kafasına takmamaya kararlıydı.
Birkaç ay sonra, 1967 Amerika Grand Prix’i için başlama çizgisindeki yerini almıştı bile... Illıonis’te gerçekleşen yarışı birinci olarak tamamlamayı başardı. “Finish” noktasını geçtiğinde ertesi gün bütün gazetelerin ondan bahsedeceğini düşünüyordu. Ancak bisikletinden indiği anda büyük bir hayal kırıklığıyla karşı karşıya kaldı: Diskalifiye edilmişti! O güne dek (ve o günden bu güne kadar da) hiç uygulanmamış olan bir kural bahane edilerek Sam’in birinciliği geçersiz sayılmıştı. Gerekçe Sam’in bitiş çizgisini geçmeden hemen önce ellerini bisikletin gidonundan kaldırması ve kenardaki izleyicilerin hayatlarını(!) tehlikeye atmasıydı. Sam bu noktada dayanacak gücünün kalmadığını hissetti. Bu engelin de antisemit duyguların eseri olduğunu gayet iyi biliyordu. Amerika’yı terk etmeye karar verdi. Kanada’yı kışları çok soğuk geçtiği için, Meksika’yı ise yüksek rakımdan dolayı istemedi. Okyanusun ötesine gidecekse, bu sporun oldukça popüler olduğu bir ülke olmalıydı. Sam, uzun süre düşündükten sonra İsrail’i seçti. Seküler bir Yahudi’ydi ve seçimini duygularıyla değil mantığıyla yaptığını düşünüyordu.
Sam, İsrail’e varır varmaz kariyeri ile ilgili başvurulara başladı. 1965 Maccabi Oyunları’nı kazanmış olmasının kendisine kazandırdığı ünün de yardımıyla Hapoel Tel Aviv Spor Kulübü’nde kendisine yer buldu. Takımın Genel Menajeri Nati, Sam’i tanıdıkça onun liderliğindeki bir milli bisiklet takımının yaklaşan olimpiyatlarda büyük başarılar kazanacağında dair inancı da arttı.
Bir gece ağır bir antrenmanın ardından ayakları Sam’i Ağlama Duvarı’na sürükledi. Daha önce, orada hiç bulunmamıştı ancak insanların dua ettikleri bir yer olduğunu biliyordu. Kotel’e vardığında orada gördüğü dua eden kalabalık karşısında hayretlerini gizleyemedi. Küçük yaşlarda söylediği “Şema” duasını hatırlayarak söylemeye başladı. Duasını tamamlarken Ağlama Duvarı’nın altın renkli taşlarını öptü ve kalabalığı izlemeye koyuldu. Bu insanlar nasıl oluyor da durmaksızın dua edebiliyorlar, onların bilip kendisinin bilmediği şey ne, diye geçirdi içinden. Merakını biraz olsun dindirmek için dindar görünümlü iki gence yöneldi, onların da Amerikalı olduklarını anladıktan sonra din içerikli sorular sormaya başladı. Gençler, Haim ve David, uzun bir sohbetin ardından Sam’i Chicago günlerinden tanıdıkları Rabbi Gershon Weinberger’e yönlendirdiler. Bir süre sonra Sam ile Rabbi Weinberger, oldukça samimi arkadaşlara dönüştüler. Hafta boyunca birlikte Tora hakkında konuşur, Şabatları birlikte geçirir oldular. Birkaç ay sonra Rabbi, Sam’e bir teklifle geldi. Sam’e yakın arkadaşı Rav Noah Weinberg’in yeni açmakta olduğu yeşivaya katılmak isteyip istemediğini sordu. Sam bu teklifi kabul etti ve Yesivah Magen Avraham’ın beşinci “talmid”i (öğrencisi) oldu. Yeşiva’da kendisini ruhani anlamda geliştirirken, Rav Weinberg’in ısrarları sonucu bisiklet antrenmanlarına da devam etti. Her gün Şahrit duasını takiben özel olarak yaptırdığı Holdsworth marka bisikletiyle kah Caesarea yönünde, kah Tel Aviv-Haifa kara yolunda en az üç saat pedal çevirdi. Bu çalışmalarda kendisini güçlendirmek için geliştirdiği yenilikçi metotları uygularken bir yandan da Shabbos Hayom LaShem’in sözlerini mırıldanıyordu.
Olimpiyatlar yaklaşıyordu ve kariyerinin tavan noktasında önünü kesen antisemitik hareketlere cevap vermek için en uygun ortamın yaklaşan olimpik oyunlar olduğunun farkındaydı. Birgün uyandı ve İsrail Spor Federasyonu’nun Olimpiyatlarda yarışmak isteyen sporcular için düzenleyeceği elemelerin ilanını gördü. Elemeler Cumartesi günü yapılacaktı, yani Şabat’ta pedal çevirmek durumundaydı. Sam yetkililere, başka bir gün yarışmak için yalvardı ancak aldığı cevap “hayır” oldu. Ona yeteneklerinin farkında olduklarını ancak “onun için dahi” kuralları değiştiremeyeceklerini söylediler.
Sam, kuralları değil belki ama karşısındaki kişileri değiştiremeyeceğini anlamıştı. İçsel bir çekişme yaşıyordu. Saatlerce koşmuş, ip atlamış, ağırlık kaldırmış, bisikletiyle tepelere tırmanmıştı. Yağmur, çamur dinlemeden... Hepsini isminin milyonlar tarafından bilinmesi, Olimpiyatlara katılabilse alacağından emin olduğu altın madalya ile adını dünya spor tarihine yazdırmak için yapmış, bütün zorlukları bu hedef uğruna göğüslemişti. Fakat öte yandan Şabat, hayatının yeni anlamıydı. Şabat, hayatını yöneten Büyük Güç’e duyduğu bağlılığın ifadesiydi. Kararını vermişti. Tora yolunda bir yaşamı, zirvede geçireceği bir ana tercih etti. Olimpiyatlara katılmayacaktı.
İsrail, 1972 Olimpiyatları’na bisiklet takımı göndermedi. Olimpiyat seviyesinde yarışacak kalitede bir bisiklet takımına sahip olunmadığı düşünülmüştü. 1972 Olimpiyatları da dünya Olimpiyat tarihine sportif başarılarla değil, kanlı saldırılarla geçti. Münih’teki Olimpiyat Köyü’ne giren teröristlerin dünyanın gözü önünde İsrailli sporcuları katlettikleri bir olimpiyat olarak...
Sam, Münih’te yaşananları radyodan duydu. Şok, üzüntü ve yas içindeydi. Sam’in altın madalyaya tercih ettiği Şabat belki de sadece kendisini değil, Sam katıldığı takdirde Olimpiyatlarda yer alacak potansiyel bisiklet takımını da katledilmekten kurtarmıştı.
Sam o günden beri Şabatları söylediği bir şarkıyı çok daha güçlü duygularla seslendirmeye başladı: “Ki eshmerah Shabbos, Keil yishmereini!,”; “Şabat’ı korursan, Tanrı seni korur!”
Sam’i görmek isteyenler kendisini bugün Kudüs’te Ağlama Duvarı’nın hemen karşısında yer alan Aish HaTorah’da bulabilirler.
Not: Rabbi Noah Weinberg’in sağlığına kavuşması dileklerimle...
Kaynak: Artscroll.com