Önümüzdeki Pazar derbi tarihimizin belki de en önemli mücadelelerinden birine şahit olacağız. Ancak ben bu hafta bu mücadele üzerine söz etmeyi ulusal basınımıza bırakıp, daha hayati bir mücadeleyi içeren bir hikayeden bahsetmek istiyorum. Sarah Yoheved Rigler’in kaleme aldığı “The Catapult” oğlunun kahramanı olan Dick Hoyt’un başardıkları üzerinden içinde bulunduğumuz Pesah Bayramı’nın bize hatırlatmak istediklerine değiniyor
Sarah Yoheved Rigler’in yazısından derleyen: DOĞAN LEVENT
1962 yılında Dick ve Judy Hoyt hayatlarının en acı haberi ile sarsıldılar. Onlara bebeklerinin dünyaya beyni hasarlı olarak geldiği söylendi. Doktorlar bebeğin hayatı boyunca iletişim kurmasının mümkün gözükmediğini söylemişler ve onu iyi bakılabileceği bir kuruma nakletmeyi önermişlerdi. Dick ve Judy’nin cevabı netti: Hayır!
Onlar Rick’i tüm ihtimallere karşın eve getirmeyi seçtiler. Altı yıl sonra yakınlarındaki okulun yönetimi Rick’in orada öğrenci olarak bulunmasını onaylamadıklarında da, oğullarına alfabeyi kendi başlarına öğretmeye başladılar. Rick konuşamıyor veya hareket edemiyordu ancak annesi ve babası onun kardeşleri kadar zeki olduğundan eminlerdi. Rick 11 yaşına geldiğinde, Tufts Üniversitesi’ndeki mühendislerden üretmelerini istedikleri, Rick’in hafif kafa hareketleri ile kendisini ifade etmesine olanak sağlayan bilgisayar için 5 bin $’dan fazlasını gözden çıkarmışlardı. Bu teklifi başta kabul etmeyen mühendislere Rick’in beyninin işler vaziyette olduğunu kanıtladıktan bir kaç ay sonra bilgisayar Hoyt ailesinin evine ulaştırıldı.
Rick, 13 yaşında en sonunda bir okula kabul edildi. İki yıl geçmişti ki, Rick’in okulundan bir hokey oyuncusu büyük bir kaza geçirdi. Okul oyuncusuna yardım amaçlı bir koşu düzenlemeye karar verdi. Rick, bu haberi aldığında bilgisayara şu kelimeleri girdi: “Ben bunu yapmak istiyorum!” Emekli bir ordu mensubu olan Dick Hoyt, eski kondisyonundan çok uzaktı ancak yine de beş millik yarışta oğlunun tekerlekli sandalyesini itmeyi kabul etti. Bitiş çizgisini geçtiklerinde Rick’in yüzünü büyük bir gülümseme kapladı. Eve geldiğinde duygularını annesine ve babasına yine bilgisayar aracılığıyla aktarıyordu: “Koştuğum zaman engellerimin kaybolduğunu hissettim!”
Dick Hoyt’un uzun süredir duymak istediği de buydu! Bu sözler 30 sene boyunca 65 maraton (25’i Boston Maratonu) ve 224 triatlonda oğlunun tekerlekli sandalyesini itmesi için Dick’i motive edecek olan sözlerdi. Triatlonun bisiklet aşamasında Rick babasının kullandığı bisikletin ön tarafına yerleştirilmiş olan koltukta oturuyor, yüzme aşamasında ise babasının beline bağlı bir cankurtaran salına uzanıyordu. Bunların hiçbiri Dick için kolay olmadı. İlk triatlon öncesinde nasıl yüzeceğini öğrenmesi gerekiyordu. “İlk başlarda bir taş gibi batmaktan kurtulamıyordum.” diye anlatıyor o denemeleri Dick, ve ekliyor: “Altı yaşımdan beri de bisiklet kullanmamış biri olarak buna da alışmak durumundaydım.” Kolay değildi ancak bu zorluklar baba-oğlun başarısının önüne geçemedi. 1992’de popülaritelerinin iyice arttığı bir dönemde “Hoyt Takımı” ismiyle 3735 millik bir seyahat gerçekleştirdiler; Amerika’yı koşarak ve bisikletle turladılar. Dick oğluyla birlikte yaydıkları ünlerinin de sayesinde aynı yıl Hoyt Vakfı’nı kurdu. Vakıf amacını “engelli insanların hayat kalitelerini ve hareket kabiliyetlerini artırmak ve fiziksel engellileri günlük yaşama entegre etmek” olarak belirledi. Rick bugün 35 yaşında ve babasıyla verdiği sportif ve bir o kadar da hayati mücadele devam ediyor. Dileyenler Hoyt takımının başarısına youtube’u kullanarak görsel olarak da şahit olabilirler. Dick’in sırtında oğluyla metreleri suya dalıp çıkarak kat ederken katlandığı gözle görülebilir zorluklara, ama bu zorlukları göğüslerken nasıl büyüdüğüne, kahramanlaştığına tanıklık edebilirisiniz.
S.Y Rigler bu kahramanlık anlatısının ardından Pesah’ın ifade etmek istediklerine işaret ediyor:
Pesah’ta atalarımızın 3320 yıl önce Mısır’da yaşadıkları esaretten kurtulmalarını kutluyoruz. Hahamlarımız soruyorlar: “Eğer Tanrı evrendeki tek güç ise, Yahudiler’in Mısırlıların köleleri haline gelmelerinden de en başta O sorumlu değil midir?”
Bu soru yanıtını meşhur bir diyalog yoluyla buluyor. Tanrı Avraam’a soyunun Kutsal Topraklar’ı miras edineceğini bildirdiğinde, Avraam soyunun bu ödülü hak etmemesi durumunda bu sözün nasıl gerçekleşeceğini sorar. Tanrı cevap olarak, Avraam’a soyunun Mısır’da 400 sene köle olarak büyük baskı altında yaşayacağını bildirir. Hahamlarımız bu diyalogu Mısır’da çekilecek olan dertlerin Yahudileri Kutsal Topraklar’ı hak etmeleri yolunda yükselteceği şeklinde yorumlarlar.
Bu bölüm, aslında önceden kabul edilmiş düşüncelerimizin yanlışlığını da ortaya koymaktadır. Genel olarak başımıza gelen sıkıntıları bize verilen cezalar olarak algılarız. Ancak Tanrı’nın Yahudilerin 400 yıl sürecek olan esaretine henüz hiç bir hata işlenmeden karar vermiş olması sıkıntı algılaması için önem arz eden farklı bir paradigmayı gözler önüne sermektedir: Büyüme ve gelişmeyi şart koşan bir unsur.
Seder masasına şöyle bir göz attığımızda da sıkıntıyı temsil eden sembollerin çokluğunun farkına varabiliriz: Acı otlar, gözyaşını simgeleyen tuzlu su, Mısır’daki çalışmanın zorluğunu harcı hatırlatarak gösteren haroset, hatta hem özgürlük ekmeği, hem ızdırabın ekmeği olarak adlandırılan Matza... Bu semboller de gösteriyor ki Pesah’ta sadece kurtuluşu değil, kurtuluşun önkoşulu olarak göğüslememiz gereken sıkıntıları da kutluyoruz.
Ancak bütün bunlardan Yahudilikte sıkıntının yüceltildiği anlamı çıkmasın. Yahudilikte hayatın anlamı kendini kişisel ve kolektif kurtuluşta bulur ama bu kurtuluş genellikle çekilen zorlukların, acının, katlanılan sıkıntıların ardından gelir. Sıkıntının ön plana çıkarılmasının nedeni budur. Yaygın olarak iyi yaşanmış bir hayat rahatlık ve keyif ile ilişkilendirilir. Bu rahatlık ve keyfi bozan olaylar (hastalık, engelli bir çocuğun doğumu, finansal kayıp, vs.) ise “kötü” olarak tanımlanır. Bu tanımlamayı da çoğunlukla “neden kötü şeyler iyi insanların başına gelir” sorusu izler. Yahudi düşüncesinde ise “iyi yaşanmış bir hayat” içsel büyüme ile ilişkilendirilir. İçsel büyüme de çoğunlukla mücadeleyi gerektirir. “Rahatlık ve keyif modeli” yüzeysel ve sanal insanlar yaratır. “Mücadele edip içsel büyümeye ulaşma modeli” ise Dick ve Rick Hoyt gibi insanları üretir. Pesah Seder’inin gizli sorusu da budur; özgürlüğü nasıl tanımlarsınız? Tüm zamanınızı kumsalda yatarak geçirmek mi? Sıkıntılardan kaçmak mı? Yoksa mücadeleyi içsel büyüme yolunda bir araç olarak kullanmak mı? Herşey Pesah’ın kelime anlamında gizli aslında: Aşmak!
Hag Pesah Sameah.
Kaynak: aish.com