14 Mayıs 1948 İsrail bağımsızlığını ilan etti. 24 saatten kısa bir sürede Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları yeni kurulan İsrail Devleti’ne karşı savaş açtı
Ben Gurion: “İsrail Devleti’nin kurulduğunu resmen ilan ediyorum”
Hemen hemen her ülkenin tarihinde bir bağımsızlık savaşı bulunur. İsrail Bağımsızlık Savaşı çok yeni kurulmuş, yetersiz savaş malzemesine sahip İsrail Savunma Güçleri’nin organize Arap birliklerine karşı 15 ay direnişinin hikayesidir. Savaş ile geçen zamanın sonunda gelinen uzlaşma noktası, Golan ve Negev’in İsrail kontrolüne bırakılması, Gazze şeridinin Mısır tarafının yönetimine bırakılması, Batı Şeria’nın Ürdün’e verilmesi ve Batı Kudüs’ün İsrail Yönetimi’nde kalması yönünde idi.
İsrail’in savaşlar ve operasyonlar ile geçen 60 yıllık tarihinin barış ve sakinlik dönemlerinde atılım ve gelişime odaklanıldı. İlk iş devleti kurmaktı elbet. İlk İsrail parlamentosu “Knesset” Ocak 1949’da kuruldu. David Ben Gurion ve Hayim Weizmann devletin başına geçtiler. Mayıs 1949’da İsrail, BM üyesi olmaya hak kazandı.
İlk günlerde ülkenin en önemli hedefi nüfusu artırmak, İsrail’e göçü cazip hale getirmek, eğitim ve gelişimi sağlamaktı. İsrail’in kapıları “Yahudilerin ülkeye kayıtsız şartsız girebilme ve vatandaşlık talep etme hakkı” ile sonuna kadar açıldı.
Savaşın açtığı ekonomik yaralar, iç kalkınma ve dış yardım ihtiyacını da beraberinde getirdi. ABD Hükümeti’nin yardımları, bankalardan alınan krediler, diaspora Yahudileri’nden gelen yardımlar ve Alman Hükümeti’nin Holokost sonrasında ödemeyi taahüt ettiği meblağlar öncelikle konut inşaası, tarım aletleri alımı, ticari gelişimin sağlanması, ulusal havayolunun kurulması, endüstrilerin geliştirilmesi ve yol yapımı, doğal kaynakların araştırılması, telekomünikasyon ve elektrik şebekelerinin kurulmasında kullanıldı.
İsrail 10 yaşında
İsrail kuruluşunun 10. yılını kutlarken, endüstride çalışan insan sayısını iki katına çıkarmayı başarmış, tarım yatırımları ile kendi gıda ihtiyacını neredeyse gidermiş, geniş ve çıplak toprak alanlarını ağaçlandırmayı başarmıştı. Eğitim sistemi geliştirildi, 5-14 yaşları arasındaki çocuklar için eğitim zorunlu hale getirildi. Daha sonra zorunluluk sınırı 16 yaşına yükseltildi. Kültürel ve sanatsal hayat, farklı ülkelerden gelen insanların buluşması ile yeni bir boyut kazandı. İsrail 10. yılını kutlarken 2 milyon insanın yaşadığı, genç dinamik ve kültür zenginliğine sahip bir ülke olma yolunda idi.
Ticaretin gelişimini engelleyen en önemli faktör ise güvenlik ve ülkenin komşuları ile barış sınırlarını koruyamaması idi. Mısır, Suriye ve Ürdün’ün üçlü ittifak oluşturması ve Süveyş Kanalı’nın İsrail’in geçişine kapatılması üzerine İsrail, Gazze, Sinai ve Süveyş Kanalı da dahil olmak üzere yönetimini ele geçirdi ve daha sonra bölgeyi BM güçlerine teslim etti. BM’nin eline geçen bölge sayesinde Arap tekeli kaldırılmış oldu, Asya ve Doğu Afrika ülkeleri ile ticaretin yolu açıldı. Askeri bir operasyon aslında ticari gelişimin öncü hareketini oluşturdu.
1958-1968 Hızla büyüme yılları – ağır sanayi ve tarım
İsrail yaşamının ikinci on yılını ihracatını iki katına çıkarmış, GSMH yıllık yüzde 10 artmış olarak tamamladı. Daha önceden ithal edilen kağıt, lastik, radyo, buzdolabı gibi ağır sanayi ürünleri ülkede üretilirken, en hızlı gelişme metal, makine, kimya sanayi ve elektronik alanlarında sağlandı. Ülke dahilinde yetiştirilen tarım ürünleri iç talebin ötesine geçme noktasında geldiğinde, İsrail işlenmiş ve taze tarım ürünleri ihracatına yöneldi. Artan ticaret hacmini beslemek amacıyla Hayfa Limanı’na ek olarak Aşdod Limanı kuruldu.
Kudüs politik yaşamın merkezi olurken, Kudüs Üniversitesi ve Hadasa Tıp Fakültesi’nin temelleri atıldı. Kültürel gelişim ve tüm dünyadaki Yahudi sanatının toplanması ve sergilenmesi amacı ile İsrail Müzesi’nin yapımına başlandı.
İsrail’in dış ilişkileri hızla ilerlerken, birçok uluslararası işbirliği programı geliştirildi. Yüzlerce İsrailli bilimadamı, fizikçi, mühendis, eğitmen, tarım uzmanı, diğer ülkelerdeki meslekdaşları ile bilgi alışverişinde bulunma fırsatını yakaladı.
Tüm bu gelişimler olurken Mısır, Suriye ve Ürdün’ün sınır ihlalleri ve güvenlik tehditleri yeni savaş rüzgarlarını estirmeye başladı. İsrail’in ticaret kanalları ve kuzeydeki tarım alanları terör saldırılarına maruz kaldı. Gerginlik Mısır’ın Sinai yarımadasını askeri üs haline getirmesi ile zirveye tırmandı. 1967’de İsrail kendini savunma hakkını kullanarak güneyde Mısır, Kuzey’de Suriye ve doğuda Ürdün ile savaşa girdi. Altı günlük savaşın sonucunda, Batı Şeria, Gazze, Golan Tepeleri İsrail’in yönetimine geçti. Altı Gün Savaşları sonunda İsrail’in kuzeyi huzura kavuştu, deniz ticareti için gerekli yollar emniyet altına alındı ve Kudüs’ün tamamı İsrail Yönetimi’ne geçti.
1970’lerden günümüze - yüksek teknoloji endüstrisi (High-Tech)
Yetmişli yıllar İsrail’de Yom Kipur Savaşı olarak anılan savaş ile başladı. Mısır ve Suriye, Yahudiler için en önemli gün olan Kipur gününde beklenmedik bir savaş başlattı. Üç hafta içerisinde savaşın kaderi tersine döndü. İsrail güçleri güneyde Süveyş Kanalı’nı geçti, kuzeyde Şam yakınlarına kadar ilerledi. İki yıl süren zorlu görüşmelerden sonra İsrail savaş sonrasında ele geçirdiği topraklardan çekildi.
70’li yıllar gelişim, eğitim ve savaşlara sahne olurken İsrail ekonomisinde üç ana konu önemli rol oynadı; özel sektör, kamu sektörü ve Histadrut. Histadrut, devlet eli ile yapılan tüm yatırımlar, sektörlerde kurulan tüm çalışan sendikaları ve devlet insiyatifi ile yürütülen tüm yatırımların ortak adı idi. İsrail’e uzun yıllar sosyalist bir görüntü veren bu güçlü organizasyon temelde ağır silah sanayiinin yerel olarak kurulması ihtiyacı ile daha da güçlendi.
Savunma sanayiinin gelişimde büyük rol oynayan Histadrut Kurumu, 1980’lere gelindiğinde uçak sanayii ve askeri endüstriler gibi ülkenin en büyük şirketlerinin sahibi olmaya devam etti. Yine Histadrut’un sahibi olduğu Tadiran Elektronik Endüstileri Şirketi devletin en büyük elektronik şirketi konumuna geçti. Benzer bir şekilde İsrail Kimya ve ona bağlı kuruluşlar Ölü Deniz bölgesindeki doğal kaynakları araştıma ve işleme hakına sahip tek kuruluş olmaya devam etti.
Kuruluş yılları geride kalırken, başlangıçta büyük destek sağlayan tarım ürünleri ticaretinin en önemli gelir kaynağı olmaya devam edemeyeceği aşikardı. Sınırlı su kaynakları, toprak şartlarının elverişsizliği ve sıcak iklime rağmen tarım, İsrail için kalkındırıcı boyuta getirilmişti, ama yeni yüzyıla ülkeyi kalkındırmaya yetersizdi. Gelişim sürecinde, şehirleşme ve sanayileşme tarım alanlarının ev ve sanayi için kullanılması ihtiyacını doğurdu.
Komşularına oranla İsrail doğal kaynaklar açısından pek zengin değildi. Sınırlı petrol kaynakları ve mineralleri vardı. İşte bu noktada bilişim teknolojileri ve yeni dünya sistemleri devreye girdi. İsrail yüksek teknoloji endüstrisi aslında devletin kuruluşu ile birlikte doğdu. Savunma sanayiine verilen önem ve yeni keşifler yapma ihtiyacı, askeri güçlerin araştırma kolunun kurulmasını beraberinde getirdi. İsrail Savunma Kuvvetleri için patlayıcılar, elektonik aletler geliştiren bu kol daha sonra ülkenin ana gelir kaynağının temelini oluşturdu. Bu sürece parallel olarak İsrail, Ortadoğunun en gelişkin teknik eğitim üssünü kurdu. Hayfa Technion Üniversitesi, Rehovot’ta kurulan Weizmann Fen Enstitüsü, Kudüs İbrani Üniversitesi bu kurumların en önde gelenleri. İsrail 1960 yıllarına gelmeden Yüksek teknoloji eğitim ve araştırmalarına ciddi yatırım yapmaya başlamıştı bile. 50’li yıllarda başlayan bilgisayar gelişimi, önce üniversiteler ve devlet kuruluşlarının kullanımına sunuldu. 70’li yıllarda mini bilgisayarlar üretilmiş ve iş hayatında yerlerini almıştı. 80’li yıllarda dünyada birçok ülke bilgisayarı keşfetmeye çalışırken, İsraillilerin birçoğunun evine bilgisayar girmişti bile.
Yüksek teknolojiye verilen önem hep artıyor
Günümüzde İsrail yüksek teknoloji endüstrisinin vardığı başarı noktasını birkaç temel nedene bağlamak mümkün. Kuruluş ve gelişim yıllarında atılan eğitim temelleri İsrail’de mühendis patlaması yarattı. Bugün İsrail’de her 10 bin kişiye 135 mühendis düşmektedir. Dünya ortalaması olan 10 bin kişiye 85’e kıyasla oldukça yüksek olan bu rakama ek olarak, Rusya’dan ülkeye göç eden eğitimli ve yetenekli mühendisler de gelişimin ivmelenmesinde katkıda bulundular. Savaş ve yeni silah keşfetme ihtiyacı ile yapılan birçok araştırmadan elde edilen bilginin sivil halkın günlük yaşamda kullanabileceği ürünlere dönüştürülmesi yüksek teknoloji endüstisine ticari anlam kazandırdı. 90’lı yıllardan itibaren İsrail halkı ve yöneticilerinin bu konuya verdiği önemi hissetmemek mümkün değil. Geçtiğimiz 30 yılda İsrail’in ileri teknoloji amblemi haline gelmiş olması hem halk hem de devlet tarafından oldukça takdir görüyor. Tüm ileri teknoloji girişimleri destekleniyor, halk bu teknolojiyi hayatına sokuyor, devlet her platformda bu noktadaki güçlü yanlarını vurguluyor. Dünyada ender bulunur bir makam; “Baş Bilimadamı” İsrail Sanayii ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı olarak çalışıyor. Bu makam her yıl 400 milyon Dolara yakın bir fonu çeşitli araştırma ve geliştirme projelerini desteklemek için kullanıyor. Verilen vergi insiyatifleri ve dış yatırım da eklenince İsrail dev bir bilişim teknolojileri laboratuarı konumuna geliyor.
İsrail’in yüksek teknoloji endüstrisinin vardığı başarı noktasının bir diğer önemli faktörün 18 yaşına gelen tüm İsrail halkının askere gitme zorunluluğu olduğu düşünülüyor. Askerlik kurumu, yeni yetişen nesli güncel teknoloji bilgisi, disiplinli iş yapma ve yöneticilik konularında eğitiyor. Askere giden gençlik, takım çalışması, birlikte problem çözme, bilgi ağı oluşturma konularında geliştiriliyor. Orduda kazanılan bu yakın ilişkiler, arkadaşlıklar kalıcı oluyor ve ileride küçük çaplı yüksek teknoloji girişimlerinin kurulmasına temel oluyor.
Tüm bu çalışmaların sonucunda, bugüne kadar İsrail’de geliştirilmiş birçok uygulama iletişim, bilgisayar, bilişim sistemleri, tıp, günlük yaşam ürünleri ve yazılım sektörlerinde faaliyet gösteren çok uluslu şirketler tarafından talep gördü. Çabanın sonuca dönüşmesi ise en büyük ödül oldu; daha çok girişimci genç, daha fazla keşif yapabilmek ve ilerleyebilmek için çabalıyor.
Yüksek teknoloji köy yaşamını da değiştiriyor
İsrail haklının yaklaşık yüzde 8’i köy ve benzeri alanlarda yaşıyor. Aslında tam karşılığı köy olmayan Kibbutz, Moşav gibi toplu emek ile idare edilen yerleşim birimleri son yıllarda ülkedeki gelişmelere ayak uydurmaya çalışıyor. Ülkenin kuruluş yıllarında ana geçim kaynağı olan tarım ile uğraşma yolunda kurulmuş bu yerleşim birimleri, yeni çağa farklı sektörlerde hizmet vererek girdi. Kibbutz halkı toplam İsrail halkının yüzde 2’sini oluşturmak ile beraber, tarım ürünlerinin yüzde 16’sı bu birimlerde üretiliyor. Kibbutzlar turizm, catering ve outlet mağazacılık gibi sektörlere de el attarak değişim sürecine katıldı. Bu sosyal ve ekonomik işbirliği sisteminin halen ayakta durabilmesi, yeni çağa ayak uydurma isteği ve kendini değişen şartlara göre yenileyebilmesine bağlanıyor.
1975-2008 yılları, gerçek anlamda sınırlı kaynakları olan bir ülkenin dünyaya yeni yüzyılın teknolojilerini ihraç etmesine tanık oldu. İsrail yüksek teknoloji alanında atılımlar yaparken, sosyal ve ekonomik olarak da yepyeni bir yapıya kavuştu, değişti. Gelişime parallel olarak askeri operasyonlar da döneme damgasını vurdu. Savaş adı verilmeyen bir dizi operasyon kuzeyde Hizbullah’a karşı yürütüldü. Ülkenin güvenliği en önemli konu olmaya devam etti.
Mucize mi?
En önemli keşiflerin savaş gibi zor zamanlarda, çaresizlikten yapıldığı, ancak bu zamanlarda etkin çözümler üretildiği söylenir. İsrail’in 60 yıllık serüveni işte böyle bir mücadele. Güvenlik ve sınır savaşlarına ek olarak, çöl ve susuzluk ile savaş, sıfır noktasından hayata başlamaya karşı verilen bir savaş.
Birçok insan İsrail’i bir mucize olarak nitelendiriyor. Kurulmasını, savaşlarını, çölden bir tarım ülkesi yaratılmasını, bilişim teknolojisi öncüsü olmasını, İbranicenin konuşma lisanına dönüştürülmesini, Ürdün ve Mısır ile barış içinde yaşamasını… Aslında askeri operasyonlardan çok bir hayale olan inanç ve tüm zorluklara karşı birlikte durabilme gücü idi başarıyı getiren. Çoğu zaman aynı fikirler paylaşılmasa da, 7 milyonluk bir ülkede birçok ülkeden daha fazla siyasi parti bulunsa da, ortak çıkarlara ve tehditlere karşı fikir ayrılıkları gözetmeksizin birlikte savaş verildi. Değerleri olan, ileriye giden, eğitimli, başarılı ve en önemlisi barış içinde yaşayan bir devlet hayalinden hiçbir zaman vazgeçilmedi.
14 Mayıs 1948, tarihte bir dönüm noktası oldu. Bundan sonraki en önemli dönüm noktası yakalanan başarıların barış ile tamamlanması olacak. Şartlar her ne kadar zorlu olsa da, daha önce yakalanan başarıların mucize olmayışı gibi, barış da muhakkak elde edilecek.