10 Mayıs Cumartesi akşamı İş Sanat Konser Salonu’nda çok özel bir gece yaşandı. Klasik müziğin, karizması pop sanatçılarıyla kıyaslanan genç kemancısı Joshua Bell, İngiltere’nin en tanınmış orkestralarından Academy of St. Martin-in-the-Fields eşliğinde verdiği konserde enerjisi, müthiş yeteneği ve ustalığıyla dinleyicileri mest etti
Tuna SAYLAĞ
David OJALVO
Joshua Bell, bildiğimiz klasik müzik sanatçılarının dışında bir porte çiziyor. Müzik dışındaki; tenis, matematik, bilgisayar oyunları, borsa, spor otomobiller gibi farklı ilgi alanları, keskin zekası ve düzgün fiziği müzikseverlerin ve basının ezberini bozuyor. Kariyerinin ve şu an sahip olduklarının kıymetini çok iyi bildiğini ifade eden Bell, konserde üç işi birlikte yaptı: Beethoven’in Coralian Uvertürü ve 7. Senfonisi’nde birinci keman olarak çalarken orkestrayı da yönetti. Kadansları kendine ait olan Mendelssohn-Bartholdy’nin Keman Konçertosunu ise solo olarak seslendirdi. Son derece mütevazi bir kişiliği olan Joshua Bell ile konakladığı Marmara Pera’da sıcak bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ünlü kemancı İda Haendel ile yaptığımız bir röportajda “Müzik benim için gözyaşıdır” demişti. Size de aynı soruyu soracak olursak siz müziği nasıl tanımlarsınız?
Bir müzisyen için müzik bir meslekten, bir hobiden çok daha fazlasıdır, onun yaşam şeklidir. Müzik yaptığınız her şeyde, yaşadığınız her yerdedir. Benim için sanatların en yücesi ve en direkt olanıdır. Aslında müziği tarif etmek çok zor. Müziğin, her kültürde, insanoğlu için neden bu kadar önemli ve hayatının ayrılmaz bir parçası olduğu bir sır. Bazı müzik türleriyle en derin hislerimizi ifade edebiliriz, İda Heandel’in gözyaşları gibi, ama benim için çok daha fazlasıdır. Kelimelerle ifade edilemiyenleri anlatır müzik, daha da önemlisi size yaşadığınızı hissettirir, hayatta olduğunuzu onaylar.
Çok değerli ve tarihi bir kemanın sahibisiniz; bu size nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
1713 yapımı bir Stradivariusum var. Bu üçüncü Stradivariusum ve dünyadaki en iyi ve özellerinden biri, bir enstrümandan çok bir sanat eseri. Her gün kutusunu açarak, aynı zamanda ilginç bir hikayesi de olan bu sanat eserine dokunmak çok ilham verici. Bu kemana sahip olanların arasında en meşhuru Yahudi keman sanatçısı Bronislaw Hubermann’dı (1882-1947). Kendisi ayrıca İsrail Filarmoni Orkestrası’nın da kurucusuydu. Bir gün Hubermann Carnegie Hall’da iken keman kendisinden çalınır ve olay büyük bir skandala sebep olur. Bu çok ilginç bir hikayedir.
Geçen sene Washington Post Gazetesiyle, sabahın sekizinde L’enfant Plaza metro istasyonunda 45 dakika keman çalarak, çok ilginç bir proje gerçekleştirdiniz, hatta Gene Weingarten, bu projeyi anlattığı yazı ile (Pearls Before Breakfast) Pulitzer Ödülü’ne layık görüldü. Bu deneyimin amacı neydi? Olay yaşanırken neler hissettiniz özellikle sizi kimse tanımıyor ve dinlemiyorken?
Bu proje benim fikrim değildi. İlgili gazeteci müzik, müzik sanatı, ve bu bağlamda konulara dair bir yazı kaleme almak istiyordu. Bu, “bakalım kim Joshua Bell’i tanıyacak” projesi değildi. Bazı insanlar olayı yalnış anladı. Amaç daha çok; “müzik günümüzde her yerde bizimle;sokakta, restoranda, asansörde, metroda vs. Bugün müzik, kendine uygun mekan ve koşullar dışında insana ulaşıyorsa , ona ne ifade etmektedir? Böylesi bir durumda duyulan ya da dinlenen, müzik olarak addedilebilir mi?” gibi soruları düşündürmekti. Bu tip yerlerdeki müzik hiç bir zaman, bir müzisyenin kendisini dinlemek için özel bir yerde toplanmış kişiler için icra ettiği müzik gibi değildir. Her neyse, bu zaten oldukça uzun bir hikaye. Bu projeye sadece eğlenmek için katıldım ve çok değişik tepkiler aldım. Bir daha benzeri bir çalışmaya katılmayı düşünmüyorum. Beni kimsenin tanımayacağını tahmin etmiştim çünkü klasik müziğin, kulak kesilen, dikkatini veren ve aklını kullanan dinleyicilere ihtiyacı vardır. Ne yazık ki, günümüzde toplumun büyük kısmı müziğin arka planda olmasına alıştı, tıpkı bir duvar kağıdı gibi… Ama klasik müziğin böyle bir konumda olması düşünülemez. Klasik müzik tıpkı bir film veya bir tiyatro oyunu gibi uygun bir mekanda, ve konsantre olmuş insanların karşısında icra edilmelidir
Geçmişte ve günümüzde de tanınmış müzisyenlerin büyük kısmı Yahudi. Sizce Yahudilik ile klasik müzik arasında bir bağ var mı?
Yahudilik sadece bir din değidir. Tabii ki, her dinin olduğu gibi Yahudi dininin de müziği vardır. Ancak işin aslına bakacak olursak müzik, daha çok kültürel değerlerle ilgilidir. Özellikle geçtiğimiz yüzyılda müzik, uzun seneler boyunca Yahudi kültürünün önemli ve ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ailedeki, kız ve erkek, bütün çocuklar bir müzik aleti çalmaya teşvik edilirdi.Dönemin nerdeyse bütün ünlü müzisyenleri Yahudiydi ve bu kişiler gençlere model oluştururdu. Jasha Heifetz, Nathan Milstein gibi sanatçılar, yeni başlayanların idolüydüler. Müzik günümüzde de Yahudi kültürünün önemli bir ögesi olmaya devam ediyor. Hatta sanattan çok daha fazlasını ifade ediyor, çocukların anne ve babalarıyla birlikte kültürel bir takım olmalarını sağlıyor. Annem çok tipik, çok ilgili bir Yahudi annesidir ve müzikte başarılı olmak için böyle bir anne, babaya sahip olmak ve küçük yaşta başlamak gerekiyor. Aile gereken alakayı göstermezse çocuk tek başına bu işin altından kalkamaz. Bazen gösterilen ilgi aşırıya kaçınca zorluklar yaşansa da başarının olmazsa olmaz şartı budur. Tabii ki, bu ilgili ebeveyenler diğer etnik kültürlerde de mevcut. Aynı nedenlerden dolayı örneğin çok başarılı Çinli kemancılar var.
Klasik müziğin süperstarı olarak nitelendiriliyorsunuz, bu çok alışıldık bir durum değil. Bu sıfat ve çok tanınmışlık performansınızı nasıl etkiliyor?
Süperstar tanımı hakkında doğrusu ne söyleyeceğimi bilmiyorum. 25 yıldır müzik yapıyorum. Bu yolu yavaş yavaş kattetim. Sabahtan akşama şöhret olmadım. Dünyanın bir çok ülkesinde yılda 120 konser verebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Konser teklifi gelmesi için telefon başında beklemiyorum. Seçim ve tercih yapma özgürlüğüne sahibim. Zannederim başarılı bir kariyere sahip olmanın en büyük avantajı da bu.
Klasik müzikte ün, yaptıklarınızdan bağımsızdır. Bildiğim mükemmel müzisyenler var ama kesinlikle meşhur değiller, ben de bazı ülkelerde çok iyi tanınıyorum bazılarında ise hiç. Ünlü olmanın en büyük avantajı bilet satabilmeniz ve konserlerinizin daima dolu olmasıdır. Bu açıdan İstanbul’a her geldiğimde çok mutlu oluyorum. Herkesin sizi dinlemeye geldiği dolu bir salona çalmak çok heyecan verici. Bu durum ayrıca beni müzikte yapmak istediklerim konusunda da motive ediyor. Yine de sözünü ettiğiniz kadar ünlü olduğumu düşünmüyorum. Pop ve rock sanatçılarıyla kıyaslayacak olursanız klasik müzikçilerin hiç de o kadar tanınmış olmadıklarını farkedeceksiniz.
Yeni besteler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kanımca yeni müzikler çalmak çok önemli. Bunu her zaman çok önemserim ve yeni besteciler keşfetmeye çalışırım. Fakat doğru olanı bulmak zaman alıyor. Müziğe mutlaka inanmanız lazım tıpkı doğum ve ölüme olduğu gibi. Mozart, Beethoven, Prokofiev çalmak çok kolay çünkü onların müziği en iyisi. Yeni müzik içinse uğraşmak, iyi parçalar bulmak için çabalamak gerek. Yeni müzikler çalmayı seviyorum ama hepsini değil.
Genç yaşta maddi manevi başarıya ulaşmış bir sanatçısınız. Bundan sonra mesleğinizle ilgili ne gibi projeleriniz var?
Gelecekte sadece daha iyi bir müzisyen olmayı ve farklı müzikler keşfetmeyi amaçlıyorum. Daha o kadar çok keşfedilecek müzik var ki… Keman repertuarı, oda müziği, orkestra şefliği konusunda daha öğreneceklerim var. Vivaldi’nin “Dört Mevsim’ini” kaydetmek istiyorum Tıpkı bu gece İş Sanat’ta olduğu gibi konser vermeye devam edeceğim. Beste çalışmaları yapıyorum. Ayrıca gazetenizi ilgilendirecek son çalışmamdan da söz etmek isterim. Bildiğiniz gibi “Kırmızı Keman” filminin müziğini icra etmiştim ve film, müzik dalında Oskar kazanmıştı. Son olarak, iki hafta evvel yakında vizyona girecek çok ilginç bir filmin müziğini kemanımla seslendirdim (soundtrackt), adı “Defense”. Müziği Yahudi tınılarla bezeli. İkinci Dünya Savaşı sırasında Varşova Gettosu’ndaki direnişçi Yahudilerin isyanını anlatıyor. İnanılmaz bir hikayesi var ve diğer Holokost filmlerinden çok farklı.
Bu, İstanbul’daki dördüncü konseriniz, neler hissediyorsunuz?
İstanbul’u seviyorum. Çok özel ve karakteristik bir şehir, gelmekten her zaman mutluluk duyuyorum. Burada çok arkadaşım var. Ayrıca çok iyi bir dinleyici kitlesi ile buluşuyorum. Bu geceki tüm konser biletlerinin satılmış olduğunu bilmek de çok heyecan verici.