Diaspora Yahudileri / İSLAM ÜLKELERİ (15) Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudiler

16. yüzyılda Osmanlı dışişlerinde geçen büyük isimlerden bir diğeri de Salamon Aben Yaeş’tir. (Abanaes, Ben Yaeş, İbn Yaiş adlarıyla da geçer). Aben Yaeş (1520-1603) Portekiz’de Alvaro Mendes adıyla konverso olarak doğdu. Ticari, başarılarından dolayı Portekiz Kralı 3. Joao’nun güvenini ve şövalye unvanını kazandı.

Sara YANAROCAK Kavram
21 Mayıs 2008 Çarşamba

Alvaro Mendes Avrupa’nın en büyük kentlerinde yaşadı, muhtemelen Türkiye’ye gelerek akrabası Yasef Nasi’yi ziyaret etti ve bulunduğu her yerde İspanya’ya karşı, Portekiz’in davasını savundu

Salamon Aben Yaeş (Abenaes)

Siyasal bilgisi, zenginliği ve asaleti sayesinde Avrupa’nın büyük hükümdarlarıyla tanışan Alvaro Mendes İngiltere kraliçesi 1. Elizabeth ve Fransa Kralı 3. Henry ile doğrudan doğruya ilişki kurdu. Portekiz Kralı öldüğünde, anne tarafından akrabası olan Don Antonio’nun taht iddiasını, aynı iddiada bulunan İspanya Kralı 2. Felipe’ye karşı destekledi, hatta İngiliz sarayındaki ilişkilerini harekete geçirerek Don Antonyo ile 1. Elizabeth arasında olumlu bir ilişkisinin tesisini sağladı.

Alvaro Mendes Avrupa’da tanınmış bir kişi olduğundan her hareketi izlenirdi. Örneğin Paris’teki İngiliz büyükelçisi 19 Eylül 1581 tarihinde Sir Francis Walshingram’a şunları yazmıştır. “Geçen Cumartesi Kral 3. Henry Portekizli Alvaro Mendes, Lorraine ve Guise dükleriyle akşam yemeği yedi...” 1585’te Türkiye’ye geldiğinde de İstanbul’daki Fransız büyükelçisi Kral 3. Henri’ye bir mektup yazarak, Alvaro Mendes’in Selanik’te saraydan özel olarak yollanan bir “çavuş” tarafından karşılanmış olduğunu bildirmiştir.

İstanbul’a gelmeden önce Mendes, Selanik’te ailesiyle birlikte Yahudiliğe döndü ve Salamon Aben Yaeş adını aldı. Bundan sonra Aben Yaeş, bütün diplomatik yeteneklerini kullanarak, İspanya’ya karşı bir Osmanlı-İngiliz ittifakı kurmak üzere harekete geçti. Arabası Rodrigo Lopez İngiltere Kraliçesi 1. Elizabeth’in ile Aben Yaeş arasında doğrudan doğruya ilişkiyi sağlamakta, Portekiz’li diplomat’da bu yoldan edindiği istihbaratı Osmanlı sarayı lehinde kullanmaktaydı.

Aben Yaeş’in Elizabeth ile doğrudan doğruya mektuplaşması zamanla İstanbul’daki İngiliz Elçisi Edward Barton’la arasının açılmasına sebep oldu ve Barton Aben Yaeş’i Kraliçenin gözünden düşürmek için fırsat kollamaya başladı. Londra’da bulunan Don Antonyo ile Aben Yaeş’in arasında bir para meselesinden dolayı açılınca, Don Antonyo, aben Yaeş’i gözden düşürmek için yaşadışı işler yapmakla suçladı. Borton’da zaman kaybetmeden Don Antonyo’nun safında harkete geçti. Bunun üzerine Aben Yaşe 1. Elizabeth’e bir mektup yazarak elçiyi şikayet etti. Aben Yaeş aleyhinde oluşan entrikaları kavrayan İngiliz hükümdarı hizmetlerinden vazgeçemediği Portekizli’yi korumak amacıyla 3. Murat’a bir mektup yolladı. Mart 1592 tarihli mektupta kraliçe Osmanlı padişahına, Aben Yaeş hakkında söylenenlerin iftira olduğunu bildirdi.

İstanbul’da Aben Yaeş-Barton çekişmesi devam ederken, Londra’da Rodrigo Lopez kraliçeye kraşı bir komploya katıldığı iddiasıyla tutuklanıp idam edildi ve bu şekilde, hizmetlerinden dolayı Midilli Dükü payesini kazanmış olan Aben Yaeş İngiliz Sarayı ile doğrudan doğruya ilişkisini kaybetti. Aben Yaeş, tasarlamış olduğu Osmanlı-İngiliz ittifakını gerçekleştirememiş olmakla birlikte, 1593’te Londra’ya özel temsilcisi Yehuda Sarfati’yi yollayarak, muhtemel bir Osmanlı-Macar savaşı vukuunda İngilizlerin tarafsız kalmalarını temin etti. Nitekim, Osmanlı-Macar savaşı patladığında büyükelçi Barton sefere davetli olarak katıldı ve Haçova Zaferine şahit oldu.

Aben Yaeş, 16. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa devletleri arasındaki diplomatik mektuplaşmada sık sık adı geçen uluslararası bir sima olarak isim yaptı. Türkiye’ye yerleştikten sonra, belirtildiği üzere, Midilli Dükü payesiyle taltif edildi ve Yasef Nasi’nin Tiberya üzerinde elde etmiş olduğu imtiyazın varisi ilan edildi. Oğlu Yaakov babasını Tiberya’da temsil etti ancak, idealistliğine rağmen projenin ilerletilmesinde herhangi bir başarı kaydedemedi. Aben Yaeş, 24 Ağustos 1593 tarihinde Rodrigo Lopez’e yazmış olduğu bir mektupta, bu konuya şöyle değinir: “Oğlum kutsal topraklarda delicesine ülkülerinde ısrar ediyor; bana çok para harcattı, ama yerel halkı anlayamadığından hiçbir şey yapamadı...”

Görüldüğü üzere, Osmanlı İmparatorluğu, Kuruluş ve Yükselme Devirlerinde, Avrupa’da etkili bir diplomat şebekesine sahip olmadığından, dış işlerini, ticari ve ailevi ilişkileri nedeniyle Batı Devletleriyle teması olan Yahudilerin yardımıyla yürütmüştür. Daha Fatih Sultan Mehmet zamanında 1477 yılında, Bab-i Ali Venedik’e bir Yahudi temsilci yollamış ve diplomat aracılığı ile, Lepanto Kenti’ni Osmanlı devletine bırakmaya razı olduğu takdirde, Osmanlı hükümetinin Venedik cumhuriyeti ile barış yapmaya hazır olduğunu bildirmek istemiştir. Adı bilinmeyen elçi, Venedik’e varmadan önce korsanların saldırısına uğramış ve aldığı yaralardan ölmüştür.

Yasef Nasi, Avupalı hükümdarla ilişkilerini Osmanlı devletinin emrine vermiş ve bir Türk tarihçesi, Kapitülasyonların verilmesi sırasında Nasi gibi bir diplomatın Osmanlı sarayında bulunmamış olmasından yakınmıştır. Eskenazi, Ester Kira, daha sonra Moşe Hamon’un torunu Yitzhak Hamon’da devletin diplomatik işlerine karışmışlardı. Yitzhak Hamon dışişlerine tam anlamıyla girmemiş olmakla birlikte (saray doktoruydu) İspanya ile Türkiye arasında Kuzey Afrika’daki bazı topraklarla ilgili olarak bir anlaşmazlık gösterdiğinde, İstanbul’daki İspanyol büyükelçisi Yitzhak Hamon’a bu konuda İspanya lehine bir tutum takınıp padişahı etkilemesi için 1000 düka altını rüşvet teklif etmiştir. Yitzhak Hamon, pek tabii, teklifi geri çevirmiştir. Gabriel Buenaventura da önemli diplomatik hizmetlerde bulunmuş, İspanya’ya elçi olarak gönderilmiştir, (17. Yüzyıl). Moiz Beberi 17. Yüzyılda, yaşamını sonuna kadar Osmanlı Devleti’nin İsveç’teki daimi temsilcisi olarak kalmış, öldükten sonra yerine oğlu geçmiştir.

devam edecek...