Filistin’de çözüme doğru: İki kişi - Tek görüş

İki düşünce adamı Amos Oz ile Sari Nusaybe, dünyanın bu sancılı coğrafyasında çatışmanın yerini barışa bırakması için görüşlerini sunuyorlar. Bu ilginç yorumları aşağıdaki sütunlarda paylaşıyoruz

Perspektif
4 Haziran 2008 Çarşamba

Amoz OZ ile buluşma…

“Aşk ve Karanlık” adlı kitabınızda,babanızın iki uluslu bir devlet fikrini savunan, bu anlamda İsrailliler ile Arapların samimileşmeleri gerektiğini iddia eden Martin Buber’in tezine katılmadığını söylüyorsunuz. Bu zayıf düşme riskine mi karşıydı?

Onlar 19. yüzyıl Avrupa romantizminden ve dolaylı olarak Nitezsche’den etkilenmişlerdi. Diaspora Yahudiliğinin zayıf ve dişi olduğuna, Eretz Yisrael’deki Yahudiliğin ise güçlü ve erkeksi olması gerektiğine inanıyorlardı. Benden de, bir yanda güçlü, sert ancak aynı zamanda da onlar gibi entelektüel olmamı bekliyorlardı. Her şeyi aynı anda istiyorlardı. Karmaşık bir mesajdı bu. Kudüs’ün 1940’lı yıllardaki siyasi ortamında büyüdüm. Etrafımdaki her şey siyah ve beyaz gibi, iyi olanlar ve kötü olanlar şeklinde bölünmüştü. Biz Yahudiler iyiydik, haklıydık, kurban edilendik, acı çekendik ve tüm diğerleri – Araplar, İngilizler acılarımıza sırt dönen tüm diğerleri ise, kötüydüler. Ben de, her şeyi siyah beyaz gören milliyetçi bir çocuk olarak sloganlar atıyordum.

Çocuk kişiliğiniz, İsrail’in Tevrat’tan vurgular içeren yeniden oluşumu sürecinde hayali düşmanlarla savaşıyordu...

Evet, 12 – 13 yaşlarında militarist bir fanatiktim, askeri güce inanırdım. Milliyetçi lider Vladimir Jabotinsky’nin “İsrail kan ve ateşle düştü, kan ve ateşle yücelecek” sloganını severdim. Bunda, Tevrat’ın akislerini bulur, buradaki kahramanların başarılarına hayranlık duyardım.

Sari Nusaybe, çocukluğunuzu Kudüs’te, kendi evine çok uzak olmayan bir mahallede geçirmiş olmanıza rağmen, romanlarınızda Filistinli’nin kişiliğine yer vermiyor olmanızı eleştiriyor. Tıpkı Yahudi’nin kişiliğinin de Arap edebiyatında yer almaması gibi.

Evet, çok saygı duyduğum Sari’nin, benim de farkında olduğum bu konuyu gündeme getirdiğini biliyorum. Bu, Yahudilerle Filistinliler arasındaki duvarların ve etkileşim noksanlığının göstergesi. Ancak dediğim gibi, ben bir fanatiktim. Bu bana, aramızdakilerde görülen fanatizmin köklerini açığa çıkarmama yardımcı oldu. Ötekini incelemenin kişiyi tatmin edici bir yönü var. Bir yazar için olduğu kadar bir birey için de bunun moral değeri var. Benim için bu çocukluğumun yalnızlığında başladı. Ailem beni dondurma yemeğe götürürdü ve orada sessiz kalmam gerekirdi. Ben de hayal gücümü kullanırdım ve yoldan geçen insanlar hakkında hikayeler uydururdum ; o zamanlardan beri de yapmaya devam ediyorum. Bu benim değişik sesleri duymamı sağladı. Bir ses duymaya başladığım zaman bir makale yazmaya koyuluyorum. Çok ses duyduğumda ise bir romana başlıyorum. İsrail’de ise hiçbir zaman tek bir ses olmadı… Ultra Ortodokslardan solculara kadar, hep çok değişik sesler oldu.

Avrupa bugüne gelindiğinde kendini soyutlamış görünüyor, oysa, kavganın başlangıcında taraftı…

Yahudilerle Araplar arasındaki kavga, Avrupa’nın iki kurbanı arasındaki kavgadır esasen. Yahudilerle Araplar ayrı şekillerde Avrupa’nın kurbanı oldular. Araplar emperyalizm, sömürgecilik ve baskıların kurbanıydılar, Yahudiler ise, yalnız baskıların değil, aşağılanmaların ve benzeri görülmemiş bir soykırımın… Duygusal açılım iki kurban halk arasında benzeri görülmemiş bir dayanışmanın olmasını benimser. Ancak gündelik hayatta, aşılması en zor kavga, aynı odağın iki kurbanı arasındaki haline gelmiş. Vahşi ve saldırgan babanın iki çocuğu birbirlerini kardeş olarak görmezler… Birbirlerinde babanın vahşetini, saldırganlığını bulurlar. Yahudilerle Araplar arasında olan da işte budur. Araplar bizde, eskisinden daha güçlü bir şekilde geri gelen kolonyal Avrupa’nın izlerini görüyor. Yahudiler de Arapların kişiliğinde, zorlukların üstesinden gelmek için işbirliği yapabilecekleri insanları görmüyorlar. Onlarda, Kazakları, Nazileri veya kendilerine pogromlar uygulayan saldırganları buluyorlar. Bu durum, taraflara sorunu çözme aşamasında mutlaka yardım etmesi gereken Avrupa’ya son derece önemli bir sorumluluk yüklüyor. Benim Avrupa’dan isteğim şu: Ne Filistin yandaşı olun ne de İsrail yandaşı… Barış için olun ve taraflara daha çok empatiyle yaklaşın, bunu başarmak için daha istekli olun.

Bunu başarmak için ne gibi yollara başvurulabilir?

Bu aslında çok basit. İsrailliler ile Filistinlilerin bu devlette tek başlarına olmadıklarını anlamaları gerek. “Ben burada yalnız değilim” hipotezini anladığınız zaman, geri kalan çok kolay gelir.

İbranicede ve Arapçada şimdiki zamanın çekimi yoktur. Bu bir metafor değil mi sizce?

Geçmişte ya da gelecekte yaşayan bir insan fanatiktir. Şimdiki zaman toprağımızdır, ülkemizdir. Elimizde olan tek budur.

Bu kavga için sloganınız ne olurdu?

Ötekini hayal et…

 

Amos Oz, Kudüs İbrani

Üniversitesi Edebiyat ve Felsefe Bölümü’nü bitirir. İsrail’in önemli barış hareketi “Şimdi Barış”ın lideridir. Filistin topraklarında yaşananlar, yazdığı birçok romanın ve makalenin öznesidir.

 

Sari Nusaybe’nin perspektifinden...

Öteki

Amoz Oz’un “Aşk ve Karanlık” adlı kitabında Arap imgesinin hiçbir şekilde yer almıyor olması hakkında söylenebilecek çok şey var, ancak şunu da eklemek gerekir ki, bu durum o imgeye değerinden bir şey kaybettirmiyor. İçinde büyüdüğü Siyonist gelenekten ötürü belki de, kendisinden daha başka bir şey beklemek mümkün değildi. Ancak buna benzer olarak ve hatta daha da belirleyici olarak, bendeki Yahudi imgesi, bana zara verecek, elimdekileri benden alacak kötü bir insanı gösteriyordu. Diyebilirim ki, Amos ile ben, geleneklerimizden sıyrılıp, birbirimize karşı olan – anlamlı olabilecek - önyargılarımızdan soyutlanmaya çalıştık.

Böylece “ötekine” bir yer açmış olduk. Buna özel bir not da ekleyebilirim: İtiraf etmem gerekir ki, Amos, Barselona’da bir kafede, kendi gibi bir sanatçı ve yaratıcı zekanın nasıl çalıştığını anlatarak, yazı yazmama vesile oldu.

Küresel Uçurum

Doğu ile batı arasında, anlaşmaları engelleyecek veya barış görüşmelerini tıkayacak cinsten, örneğin, aşılamayacak, gizemli kültürel uçurumların olduğuna inanmıyorum. Elbette ideolojiler değişik: İnsanlar, diğerine yer vermeyen veya veriyorsa da eşit değerde yer vermeyen ideolojiler (veya dini yorumlar) oluşturabilirler. Bunlar mutlaktır ve diğerini yok sayarak ayakta kalırlar. Siyasiler, ekonomistler veya kanaat önderleri, belli zamanlarda ülkenin ya da toplumun çıkarları için bu yapılara yönelirler. Tarihinin tümünde, İslam dünyası – elbette böyle bir kişilikten söz edilebilirse – İslam dışı dünya ile uzlaşı içinde yaşamak için açık oldu. Dolayısı ile, bu bölgede şu ana dek kalıcı bir barışın sağlanamamış olması, bana göre, kültürel ayrılıklardan ya da buna bağlanabilecek benzeri olgulardan değil, tamamen insani başarısızlıklardan ileri gelmektedir.

Milliyetçilik   

Ben milliyetçi değilim. Aynı şekilde bir devletin kendinde biten bir açılımı olmaması gerektiğine de inanırım. İki devletli çözüme verdiğim destek, bunun en az can yakan ve en az tartışma götüren yol olmasındandır. Bu aynı zamanda önerilebilecek en insancıl çözüm ; iki ülke arasındaki sorunların halli, barışın tesis edilmesi için ve dolayısı ile özgürlükle başlayan insani gereksinimlerin giderilmesi yönünde atılabilecek en doğru adım.

Bu öneri, her tür siyasi çözüm için gereklidir, çünkü bireyin temel özgürlük hakkını ve hürriyetini, eşit vatandaşlık esasına göre teslim ediyor. Bu aşamada, oluşacak devletin en önemli şartı demokratik kurallar çerçevesinde yönetilmesidir. Bana umut veren, halkın isteği ve kamu yaşantısına katkıda bulunan sivil toplum örgütleridir. Halkımın demokrasiyi yalnızca kabul etmekle kalmayacağını, onu yaşatarak tüm bölgeye bir örnek oluşturacağına da inanıyorum.

Felsefenin rolü

Edebiyat Amos Oz’a kendini tanıma fırsatı sağladıysa, felsefenin de bana aynı katkıyı sağladığını itiraf etmem gerekir. Sorularıma cevap arama sürecinde, arayışlarımı daha da yukarılara çekmeme vesile olan bu disiplin, kendimi daha az bir şekilde özel saymama, buna karşılık, artan şekilde, ötekine önem veren bir insan olmama neden oldu. Temel inancım, bugün, İsrail – Arap çekişmesinin ötesinde yaşamaya değer, güzel bir hayatın olduğu, olması gerektiğidir. Akademik bir disiplin olarak felsefeye gelince, barışın oluşmasında ciddi bir rolü olacağına inancım tam… En azından öğrencilere, kendi inançlarını sorgulamaları gerektiği fikrini vererek işe başlar, belki de, onlara, olaylara daha şüphe ile yaklaşmalarını, onları sorgulamalarını sağlar. Bu geliştirilmesi gereken bir unsurdur. Descartes bize bunu böyle öğretmedi mi?

Geçmişi gelecekle değiştirmek

Düşünülebilir tüm siyasi sonuçların bir bedeli vardır. İki devletli bir çözümün ki, “geri dönüşü” olanaksız kılmasıdır. Bu politik bir gerçektir. Filistinliler bu bedeli ödemeyi ret edebilirler. Ancak bu tercihin de bir bedeli vardır. Bu da çözümsüzlüktür. Bakınız, bu da politik bir gerçektir. Dolayısı ile hangi bedelin daha ağır olduğuna karar vermek Filistinlerin elindedir. En iyi durumda, bu Filistinlilerin arzu edecekleri bir konum olmayacaktır, bu onlar için zor bir seçim olacaktır. Ancak bununla karşılaşmak zorundalar. Benim önerim, geçmişimizi, geleceğimizle değiştirmek olacaktır. Ancak, önerim İsrail’in de bir bedel ödemesi gerektiğini içeriyor: Kudüs’ün doğusu ile 1967 öncesi sınırlar konusunda adım atılması gibi…

Sari Nusaybe, El Kuds Üniversitesi rektörü ve İslam felsefesi profesörüdür. Geçmişte FKÖ’nün Kudüs temsilciliğini de yapan Nusaybe, “İki halk, iki devlet” formülünü savunan “Halkların Sesi” hareketinin mimarlarındandır.