Mine Kırıkkanat, Vatan, 30 Mayıs 2008
Mayıs başında, Polonya’da 97 yaşında bir kadın öldü. Adı İrena Sendler’di. Katolikti ve Varşova gettosundan kaçırdığı 2 bin 500 Yahudi çocuğu mutlak bir ölümden kurtarmıştı.
1939 yılında Polonya’yı işgal eden Almanlar, 1942’de Yahudileri temerküz kamplarına göndermeden önce gettolara kapattı. Sağlık ocaklarında hemşirelik yapan İrena, Varşova gettosundaki insanlık dramına seyirci kalamadı. Yahudilere Yardım Konseyi’ne katıldı.
Almanların tifüs salgını korkusundan yararlanarak, sağlık kontrolü yapmak gerekçesiyle Varşova gettosuna girip çıkmaya başladı. Asıl görevi, mümkün olduğunca çok çocuğu gettodan çıkarmaktı. Çocukları Almanlardan kaçırmak zaten zordu, ama ana babaları ayrılmaya ikna etmek büsbütün beterdi.
Aileler, korkunç bir seçimle karşı karşıyaydı. Gettoda, yanlarında tutarlarsa yavruları ya konsantrasyon kamplarına gönderilecek ya da açlık ve hastalıktan öleceklerdi. Ama İrena da onları kaçırmaktan saklamaya risk alıyor, kendi hayatını da tehlikeye atıyor ve sonuca dair hiçbir garanti veremiyordu.
İrena, bazen ilk önerisinde ikna edemediği ailelerle bir kez daha konuşmak için gettoya döndüğünde, kurtarmak istediği çocuklar çoktan bindirilmiş oluyorlardı ölüm trenlerine...
Ama 2 bin 500 çocuğun hayatını kurtardı.
Her yolu deniyordu. Kimini tifüs diye ambulansla çıkardı. Kimini çöp torbaları, alet edevat kutusu, patates çuvalı, hatta tabut içinde...
***
Kod adı Jolanta’ydı. Çocuklar, onu böyle tanıyordu.
Varşova’daki 10 sağlık ocağının her birinde bir “suç ortağı” edinmişti. Onlar sayesinde, gettodan kurtarılan her çocuğa sahte kimlik düzenleniyor, Konsey’in organizasyonuyla korunak ailelerin yanına yerleştiriliyorlardı.
Ama İrena, bu çocukların hayatını kurtarmakla yetinmiyordu. Barış zamanı geldiğinde gerçek adlarını, gerçek aidiyetlerini bulabilsinler diye hepsinin hakiki ve sahte kimliklerini küçük kağıt parçalarına yazıp, kavanozlara koyuyor ve komşusunun bahçesindeki elma ağacının dibine gömüyordu.
20 Ekim 1943’te, Gestapo tarafından tutuklandı, işkence gördü. Konuşmadı İrena. Dayandı. Ne arkadaşlarını ele verdi, ne elma ağacını. İdama mahkûm edildi. Ama infaza götürülürken, Polonyalı direnişçilerin onu kurtarmak için rüşvet verdiği asker, İrena’nın kaçmasına göz yumdu. Adı, kurşuna dizilmişler listesinde yer aldı. Yeni sahte bir kimlikle mücadelesini sürdürdü.
Savaş bittiğinde, kendi eliyle çıkardı kavanozları, elma ağacının dibinden. Hayırseverlerin sakladığı Yahudi çocuklardan bazıları, Avrupa’nın dört bir yanına dağılmış aileleriyle bu sayede kavuştular. Ama çoğunun ana babası, temerküz kamplarında ölmüştü.
Nazilerden kurtulduktan sonra komünizmin pençesine düşen Polonya’nın üstüne çöken kurşun yılları, İrena Sendler’in insanlığın yüzünü ağartan öyküsünü de unutturdu.
Zaten İrena da “kahraman” olmak peşinde değildi. Niçin böyle davrandığı sorulduğunda, küçücükken kaybettiği, tifüsten ölen babasının kendisine öğrettiği insanlık dersiyle yanıt veriyordu: “Boğulan insana elini uzat, dini nedir, ulusu kimdir, düşünme. İnsan yüreği, her kim olursa olsun, her gün birine yardım etmek ister, onun sesini dinle.”
***
İrena Sendler’in hayatı film olmadı.
Ama İrena Sendler’in 97 yaşına kadar, nur yüzlü olduğunca sevimli ve son ana kadar pırıl pırıl zekâsıyla ömrünü tamamladığı Varşova’daki yaşlılar evi odası, bir gün bile çiçeksiz, insansız ve sevgisiz kalmadı. Dünyanın dört bir yanından onun yaşattığı çocuklar, her gün ziyaretine geldiler, onun torunu saydıkları kendi yavrularına, İrena’nın ak saçlı başını öptürdüler. Bir mum söner gibi tek solukta ayrılırken dünyamızdan, duvarlarında yaşama kazandırdığı bebek fotoğraflarına gülümsüyordu. Yetmez mi?