61. Festivalde Amerikan Sineması’nın tek ödülünü Puerto Rico asıllı Benicio Del Toro aldı

Dört prestijli yönetmenin yarışma filmine rağmen, Amerikan sineması 61. Festivalde sesini duyuramadı. Hollywood’un ağır toplarından Clint Eastwood’un “Changeling”i, genç yönetmen James Gray’in “Two Lovers”i, ilk kez kamera arkasına geçen, karizmatik senarist Charlio Kaufman’ın “Synedoche, New York”u, Cannes’dan eli boş ayrıldı.

Viktor APALAÇİ
4 Haziran 2008 Çarşamba

Cannes’da ABD’ye ekmek yok

Merakla beklenen, 7 yılda  hazırlanmış, Steven Soderberg’in 4,5 saatlik ırmak-filmi “Che” teselli armağanı olarak En İyi Aktör Ödülü’nü aldı. Onu da Puerto Rico asıllı bir oyuncu ile Benicio del Toro kazandı

Dört prestijli yönetmeniyle Cannes’da boy gösteren Amerikan sineması, 61. Festival’de sesini duyuramadı. Hollywood’un ağır toplarından Clint Eastwood’un “Changeling / Değiştirme”si, genç kuşağın prestijli yönetmeni James Gray’in “Two Lovers/ İki Aşık”ı, senaristlerin harika çocuğu, ilk kez kamera arkasına geçen Charlie Kaufman’ın “Synedoche, New York”u, Cannes’dan eli boş ayrıldı.

Festivale son anda yetiştirilen, ticari vizyonda, üçer ay ara ile iki ayrı film olarak gösterilecek, Steven Soderberg’in merakla beklenen “Che’si, teselli armağanı olarak en iyi aktör ödülünü aldı. Onu da Puerto Rico asıllı bir oyuncu olan Benicio Del Toro kazandı.

Berlin Film Festivali’ndeki “The Good German” fiyaskosundan sonra, Steven Soderberg Cannes’da “Che” ile bir kez daha düş kırıklığı yaşattı. Filmi verilebilecek tek ödül “En Uzun Film” Ödülü olabilirdi.  Zira Soderberg, iki ayrı film olarak çekilen filmin tekgösterimde sunulmak şartıyla festivale katılacağını bildirmişti. 20 dakika ara’yı da hesaba katarsak “Che’nin projeksiyonu 4 saat 50 dakika sürdü. Yanına sandviçini almayan aç kaldı. Tuvaletli hanımlar, smokinli beyler, festival sarayının kırmızı halısından, ellerinde kumanya pakediyle geçme cüretinde bulunmadılar, antraktta dağıtılan çikolatalara hücum ettiler.

YOZLAŞMIŞ BİR POLİS TEŞKİLATI

Pedofil bir seri katilin kurbanları arasında yer alan, hiç bir zaman bulunamayan, gizemi aydınlanamayan, 1920’lerde yaşanmış bir çocuk kaçırma olayını beyaz perdeye aktaran Clint Eastwood’un “Changeling / Değiştirme”si Hollywood usulü bir kara film örneği.

Gerçek bir hayat öyküsüne dayanan bu film, evlat acısı temalı “Mystic River”in 1928 versiyonu gibi duruyor. Ve Clint Eastwood, 5 yıl önce olduğu gibi, Cannes’dan ödülsüz  dönüyor.

Göz kamaştıran yönetmenlik kariyeriyle, parlak aktörlük kariyerini gölgede bırakan Eastwood, Cannes’a 1985’teki “Pale Rider”den 2003’teki “Mystic River”a kadar birçok kez yarışmacı olarak geldi. 1994’te “Ucuz Roman”a Altın Palmiye Ödülü’nü veren jüriye başkanlık ediyordu.

78 yaşında enerjisini kaybetmediğini gördüğüm Oscar’lı sanatçının bugüne kadar Cannes Film Festivali’nden ödülü yok. “ Changeling” bu geleneği değiştirmedi.

Filmin konusu, ABD tarihinin en önemli ekonomik krizinin yaşandığı 1928’de geçiyor. Ama filmde bunun izleri yok. Sadece polis teşkilatının çürümüşlüğü, oy kaygısıyla iç politikadaki yolsuzluklar var. Los Angeles’ta işçilerin yaşadığı bir banliyöde geçen konusuyla film,  çocuğu kaçırılan, telefon idaresi çalışanı Christine’in (Angelina Jolie) dramını anlatıyor.

Yozlaşmış polis teşkilatı, aynı yaşlardaki terkedilmiş bir çocuğu, “kaçırılan çocuk bulundu” propagandası eşliğinde anneye kakalamaya çalışıyor. İtiraz eden anne, akıl hastanesine kapatılıyor. Polis teşkilatına karşı mücadelesini sürdüren bir rahip (John Malkovich), çocuk kaçırmayı itiyat haline getiren pedofil bir sapığın mevcudiyetini ortaya çıkarıyor, Christine’i akıl hastanesinden kurtarıyor.

Kafasındaki perukla tanınmakta zorlandığımız Malkovich bu filmde sönük kalırken, Angelina Jolie, güzelliğinin yanında, Hollywood’un en iyi karakter oyuncuları arasındaki yerini sağlamlaştıran bir kompozisyon çiziyor.

Geçen yıl kıvır kıvır saçlarıyla izlediğimiz aktrisi, “Chargeling”de 1928’in modasını yansıtan kısa ve ondüle saçlarla görüyoruz. İkiz bekleyen, karnı burnunda aktris, basın konferanslarının ilgi odağı idi.

Avrupa’da 2009’un Şubat’ında vizyona girecek filmin, geçen yıl Coen Kardeşlerin “İhtiyarlara Yer Yok” örneğinde olduğu gibi, Oscar’larda Cannes Film Festivali’nin tramplen işlevini tekrarlayıp tekrarlayamayacağı merak konusu.

MUSEVİ GENCİN İKİLEMİ

İlk üç filmi, “Little Odessa” (1995), “The Yards” (2000) ve “We Own The Night” (2007) ile polisiye türün genç ustası olarak selamladığımız Amerikalı yönetmen James Gray’in “Two Lovers / İki Aşık” ile tür değişikliği yaptığını ve burda da çok başarılı olduğunu görmek önemli bir gelişme.

39 yaşındaki yönetmenin kariyerinin en önemli filmi olarak sivrildiğini gördüğümüz “İki Aşık”, günümüz Amerikan toplumsal hayatından gerçekçi bir kesit sunan, görkemli bir romantik komedi.

Kendi yazdığı zeki ve dengeli bir senaryodan yola çıkarak mükemmel karakter tahlilleri yapan James Gray, günümüz New York’unda iki kadın arasında tercihte zorlanan Musevi bir gencin öyküsünü anlatıyor.

Fetiş oyuncusu Joaquin Phoenix, ailesinin seçtiği güzel Musevi kızla (Vinessa Show) bir mantık evliliği mı yapacaktır, yoksa patronu zengin avukatın metresi olan seksi komşusunun (Gwyneth Paltrow) kalbini mi kazanmaya çalışacaktır? Sevgilisi tarafından terdekilmenin sarsıntısını atlatamayan genç adam, annesinin (İsabelle Rossellini) yanına taşınacak, babasının (Moni Moshonov) işinde çalışarak intihar teşebbüslerine ara verecektir.

New York’lu sanatçı James Gray, bu mükemmel durum komedisinde, karar verme zorluğu, insanın hayatına yön verme isteği temaları etrafında keyifli bir film yapmış.

Hepsi mükemmel oynayan oyuncuları kendisine destek vermişler. Filmin baştan sonra hiç düşmeyen tansiyonuyla, bir tenis maçı heyecanı içinde izlenen, iki kadın arasında sürekli gidip gelen, kararsız bir gencin şaşkınlığını sergileyen bir film izledik.

TİYATRO KULİSLERİNDE

“John Malkovich Olmak”, “Adaptation” ve “Eternal Sunshine of Spotless Mind” ile Hollywood’un yeni harika senaristi ilan edilen Charlie Kaufman “Synedoche New York” ile ilk kez kamera arkasına geçiyor. Bizleri New York tiyatro kulislerine götüren sanatçının filmi, sinemada söyleyecek sözü olan yeni bir yönetmenin gelişini müjdeliyor.

Bir tiyatro yönetmeni ve etrafındaki kadınlar ile ilişkisini anlatan film, iyi düşünülmüş, iyi yazılmış, iyi oynanmış, iyi yönetilmiş bir ‘ilk film’.

Deneyimli tiyatro yönetmeni Caden (Philip Seymour Hoffman) kendini bir çıkmazın içinde bulmuştur. Karısı (Catherine Keener), çocuğunu da yanına alarak onu terketmiştir. Durumu fırsat bilen, kendisine asılan güzel sekreteri (Samanta Morton) ile ilişkisi başlamadan bitmiştir. İkinci karısıyla (Michelle Williams) da sağlıklı ilişki sağlamakta zorlanmaktadır. Karısının arkadaşı (Emily Watson) ile de gönül ilişkileri düzensizdir.

Üstelik sinir sistemini felç eden, gizemli bir hastalığın pençesindedir ve hayati fonksiyonlarını yitirme korkusu içinde yaşamaktadır.

Charlie Kaufman bizleri çok iyi tanıdığı bir çevreye, yaratıcılık sıkıntısı yaşayan, bunalımlı tiyatro çevresine taşıdığı filmde ilginç tespitler yapıyor, sanat dünyasının kulislerinde bizleri eğlenceli bir yolculuğa taşıyor. Oyuncularının tümü mükemmele yakın. Philip Saymour Hoffman aldığı Oscar’ın tesadüf olmadığını, genç kuşak Hollywood aktörlerinin en yeteneklisi olduğunu kanıtlıyor.

Yerimiz kalmadığından dolayı “Che” fiyaskosunu haftaya anlatacağım.