Konumuz “kitap” olduğuna göre, geçtiğimiz aylardaki bir etkinlikten söz etmek istiyorum. 14-18 Mart tarihleri arasında gerçekleşen, “Salon du Livre de Paris” kitap etkinliğinin bu yılki onur konuğu İsrail’di. Bunu, 60. kuruluş yıldönümünü kutlamakta olan ülkeye bir jest gibi algılamak da olası...
Günümüzde İsrail Edebiyatı’nı tekil anlamda ifade etmek zor. Çeşitliliği ve zenginliğiyle öne çıkan bu alanda, İsrailli yazarlar binlerce yıllık bir lisanda yazmaktadır. 19. yüzyılda, ünlü şairler, yazarlar, özellikle Bialik(1) ve Shmuel Josef Agnon bu lisana yeni bir ivme kazandırıp, değerli eserler vermişlerdir. Günümüz İsrail Edebiyatı’nın, genç bir devletin ve dinamik bir toplumun aynası olduğu da unutulmamalı. Bu bağlamda, aralarında Amos Oz’un da bulunduğu, günümüzün altı yazarı, sözü edilen etkinliğe konuk oldu. Fransızcaya çevrilen son yapıtlarını imzaladılar. Yazarlar, eserlerin ortak noktası, tümünün orijinallerinden, yani İbranice’den çevrilmiş olmaları:
Amir Gutfreund, “Les gens indispensables ne meurent jamais”. Çeviri: K. Werchowski.
Alona Kimhi, “Moi Anastasia”. Çeviri: Rosie Pinhas-Delpuech.
Eshkol Nevo, “Quatre maisons et un exil”. Çeviri: Raia Del Vecchio.
Amos Oz, “Vie et mort en quatre rimes”. Çeviri: Sylvie Cohen.
Zeruya Shalev, “Théra”. Çeviri: Laurence Sendowicz.
Boris Zadiman, “ Hemingway et la pluie des oiseaux”. Çeviri: Jean-Luc Allouche.
Ayrıca, bu yılki etkinlikte “Ustalara Saygı” kapsamında, edebi deha olarak nitelenen S.J.Agnon, son olarak Fransızca’ya çevrilen eseriyle, “titular” anlamda anıldı. Ananevi “Hassidik” öğeler içeren folklorik öykü tadındaki bu kısa roman “Au coeur des mers (Engin denizler arasında)” adını taşımakta... Romanı özetlemek gerekirse: Bir grup dindar Yahudi, en kutsal emelleri olan, “Eretz Israel”e çıkmak(2) gayesiyle, doğdukları Galiçya’yı (3) terk ederler. Amaçları, “Palestine (Filistin)” topraklarına yerleşmektir. 20. yüzyıl başlarındayız... Hedefledikleri Yafo Limanı’na kadar, önlerinde oldukça uzun ve çetin bir yolculuk gözüküyor... Ne maddi olanakları ne de deneyimleri vardır; ama, gizemli bir kişinin, Hananiah’ın koruması altındadırlar... Onları hedeflerine götürecek olan gemiye, ancak İstanbul’dan binmeleri mümkün... Bu yüzden birçok ülkeden geçmeleri gerekmektedir...
Asıl adı Samuel Joseph Czaczkes olan Agnon, 1888’de Galiçya Bölgesi’nin Buczacz kentinde doğdu. Tüccar, haham ve bilginler yetiştirmiş Polonyalı Yahudi bir ailenin oğlu... Samuel 1908’de Filistin’e gitti. 1912’de Avrupa’ya dönüp, birkaç yılını Almanya’da geçirdikten sonra, tekrar Filistin’e dönüş yapıp, oraya yerleşti. 1970 yılında, İsrail’in Rehovot kentinde yaşama veda etti.
Agnon tartışmasız 20. yüzyılın en önemli yazarları arasında gösterilmekte, eserleri birçok ülkede beğeniyle okunmaktadır. Yer, yer aşırı süslü, düşsel bir anlatımı vardır. Bu amaçla, zaman, zaman Kutsal Kitabın lisanını kullandığı gözlenmektedir. Dolayısıyla çevirmenler, eserlerin eski tarz yapıları nedeniyle birtakım zorluklarla karşılaşsa da, Agnon’un yapıtları, güçlerinden fazla bir şey yitirmemektedir. Eserlerindeki anlatıları zengin tasvirleriyle, yağlı boya resim gibi gözlerimizin önüne getirebiliriz... Eserlerinde bir tür “destansı” öğeler de bulunduğundan, kimi eleştirmenler ona “destan tarzında yazan İbrani yazarı” demişlerdir. Bazı eserleri ancak Agnon’un manevi yaşantısının ışığında anlaşılabilir. Son eserlerinde özellikle daha fazla “sembolizm”e yönelmiştir.
Yapıtları 12 ciltte toplanmış olup, son üç Yahudi kuşağın yaşamlarını konu etmektedir. Üçü roman formundadır. Bayramlarla ilgili halk öykülerini derlediği “Antoloji”si (Yamim Noraim), dinsel metinlerden seçmelerin yer aldığı “Sefer, Sofer, Vesipur” adlı kitabı da sayılabilir.
“Gelin Yatağı” (Haknasat Kala) romanı ilk başyapıtıdır. Çarlık Rusya’sı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gettolarında yaşayan, bir türlü tutunamayıp, ordan oraya sürüklenen Yahudilerin dramını anlatır... İkinci romanı, “Bir Gecelik Misafir” (Oreah Nata Lalun) Almanca’dan dilimize çevrilmiştir. Oldukça uzun olan bu roman, Avrupa Yahudilerinin I. Dünya Savaşı sonrasındaki maddi, manevi çöküntüsünü, yer yer geri dönüşlere de yer vererek, duygusal bir şekilde anlatır. 630 sayfalık eser, 2 cilt halinde yayınlanmış olup, 1950’de Bialik, 1966’da da Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık bulunmuştur.
Geçmiş günlerin acı, tatlı anıları, insanları birbirine bağlayan köprülerdir. “Bir Gecelik Misafir” adlı romanın kahramanı da çocukluğunun, gençliğinin geçtiği yerleri tekrar görmek, o günleri eski dostlarla birlikte anmak ister... İlk bölüm onun şu sözleriyle başlar: “Doğduğum şehre geliyorum.” Bir Yom Kippur arifesinde Galiçya’ya, doğduğu kent Sybuscz’a gelir... Bulabildiği bir otelin sahibi onu istenmeyen biri gibi karşıladığında, “Korkmayın, sizi çok yormayacağım. Sadece bu gecelik yatak istiyorum” der... Ve o gece, “Duadan sonra herkes huzur içinde evlerine gittiler. Ben de eve, yani otelime gittim, çünkü benim evim İsrail memleketindedir. Ben burada tıpkı bir gece yatısı konuğu gibiyim...” der. Bundan sonra orada temelli kalacağını bilmiyordur henüz... Evet, orada kalır ve biz de, kahramanımızın uzun uzun tasvirleriyle, birer birer kent sakinlerini tanımaya başlarız. Onunla beraber, zamanımızın büyük bir bölümünü Eski Sinagog’da, kutsal kitaplar arasında geçiririz. Anne ve babasının, dedelerinin gömülü olduğu mezarlar arasında dolaşırız. “Hepsi burada bir arada yatıyorlar. Harpten önce ölenler, harpte ölenler ve harpten sonra ölenler. Sanki bütün bunlar onları birbirinden ayırmamış gibi...”
Adımlarımızın çıkardığı seslere ve dağdan akan pınarın şırıltısına kulak veririz... “Bu, babamla yazları Şabat’tan sonra gidip su içtiğimiz pınardı,” der kahramanımız...
Satır aralarında, roman kahramanının, memleketi İsrail’den geldiği ve eşi ile çocuklarının Almanya’da yaşadıklarını, onun şu sözleriyle anlıyoruz: “Neden ben buradayım da karımla çocuklarım başka yerdeler?...” Ama, bu ayrılık uzun sürmeyecek, “...Trieste Limanı’na geldim ve orada, aynı gemide yolculuk edebilmek ve birlikte İsrail topraklarına varabilmek için herşeyi ayarlayan karım ve çocuklarımı buldum...” Kahramanımız, baba evinde ne yapmışsa, bu kitaba yazdığını söylüyor ve son olarak şunları ekliyor, “Misafirin öyküsü bitti, Szybuscz’daki işi tamamlandı...”
Yıllar önce okuduğum “Bir Gecelik Misafir”i, “Şalom Kitap” için yeniden okudum. Aradan 40 yıla yakın bir süre geçmiş. Bu zaman içinde öğrendiklerim, kişisel deneyimlerim ve gözlemlerimin ışığında, diyebilirim ki bu kez romanı değişik şekilde algıladım. Ben kitap eleştirmeni değilim. Kitabın, yazarın engin hayal gücü, zengin ifade yeteneğiyle harmanlanmış yarı “otobiografik” bir çalışma olduğu izlenimini edindim; çünkü yazarla roman kahramanının yaşamlarındaki olaylar belirgin bir paralellik gösteriyor. Romanda herhangi bir “suspense” olmamasına karşın, zevkle, merakla okunuyor. Yer, yer düşsel ve naif anlatım, duygusal bir öyküyü veya efsaneyi anımsatmakta... Agnon’un üslubu aslında ilk bakışta algılandığı kadar sade değil. Genellikle dinsel değinmelerle, romana göründüğünden daha derin anlamlar içermekte... Bir dua kitabını andıran bu bölümler romana ayrı bir tat katıyor... Agnon’un insan sevgisiyle dolu satırları, onun “Nobel”i gerçekten haketmiş olduğunu kanıtlıyor.
(1) Haim Nachman Bialik (1873-1934)- İbrani
Edebiyatı’nın önde gelen şair ve yazarlarından. 1924’ te Filistin’e yerleşti. Bialik’in bir yapıtı, “Yıldızlar yanar söner” adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir.
(2) Yerleşmek için İsrail’e göç eylemine, yukarı çıkma
anlamına gelen “Aliya” denir.
(3) Galiçya, S.J.Agnon’un da doğduğu
Polonya’nın bir bölgesi. Yazar eserlerinde sık sık bu yöreden söz eder. (C.D.)