Shurkamp Yayınevi , Mario Levi’nin “İstanbul Bir Masaldı” adlı romanını Almanca yayınladı. Ekim ayında Frankfurt Kitap Fuarı’na katılan Mario Levi ve romanı hakkında, Kai Strittmatter’in Sueddeutsche Zeitung (Güney Almanya) Gazetesi’nde yer alan makalesinden bir bölümü yayımlıyoruz.
Kai STRITTMATTER
Mario Levi, vatanının bir şehir veya bir ülke değil, Türk dili olduğunu söylüyor… Olaylar, bir hayalperestin olmasını istediği gibi gerçekleşmez. Ancak bunda bir sorun yok. Yazar, hâlâ burasının kahve içerken, bu sözlere karşı çıkmak zor geliyor. Aşağıda öyle bir deniz var ki, şehrin ortasındaki bu deniz tam da bu sabah, şanslı birkaç kişiye, suyla danseden bir grup yunusun görüntüsünü hediye etti. Batan güneşin kızıllığında karşıda, Avrupa yakası görülüyor, İstanbul. Mario Levi kıkır kıkır gülüyor. Böyle gülmek çok hoşuna gidiyor. Buradan çekip gitmek mi? Nasıl yani? “Öyle bir şehirde yaşıyorum ki, bu şehir bana, yazmaya hiçbir zaman son vermeyeceğim bir öyküler nehri sunuyor.”
Levi, uyum sağlamakta zorluklar yaşayan herkesin kendi öykülerine uyduğunu söylüyor. Bu durum, bu şehri, bu ülkeyi tükenmez bir kaynak haline getiriyormuş. Burası onun şehri, onun ülkesi, ancak zaman zaman kendini yabancı hissediyor.
Mario Levi, kıyılarda yaşayan biri. Bu durumun onun ruh haliyle olduğu kadar, kökeniyle de bir ilgisi var. 51 yaşındaki yazar, bu durumdan hoşlandığını söylüyor: “Kederimle mutluyum. Bu keder bana bir armağan. Mutlu bir insan olsaydım, yazar olmazdım.” (…)
Mario Levi’nin yazmasının bir nedeni de bu. “Böylelikle öyküler birinden diğerine aksın” diye. Bellekte olduğu kadar bu şehrin çehresinde de açılmış olan boşlukları doldurmak için: Bu şehir hâlâ bastırılmış olanın mirasıyla, eski evlerin, kiliselerin ve sinagogların cephelerindeki, kapılarındaki yazılarla dolu; bu yazıların harflerini bugün birçok kişi yabancı şifreler zannediyor, oysa bu yazılar daha dün kendi evlerindeydiler, Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler.
Bu şehir, yabancı dillerde İstanbul öyküleri anlatan mezarlarla, yıkılmış, küf kokulu ahşap evlerle dolu; buralarda eski İstanbul’un ruhu hâlâ dolaşıyor ve henüz hiçbir buldozer bu evleri yıkmaya cesaret edemedi. Vicdan azabından mı; Burası yaralı bir şehir.
Levi: “Öyle bir şehirde yaşıyorum ki, hiçbir zaman onları yazmaya son vermeyeceğim bir öyküler nehri sunuyor bana…”
Shurkamp Yayınevi’nin, Mario Levi’nin romanıyla Frankfurt Kitap Fuarı’na katılması çok isabetliydi. Zaman değişiyormuş gibi görünüyor, çünkü Türkiye her şeyi ve herkesi kendi Türklüğü içinde bastırmak istemişti. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay Frankfurt’a doğru yola çıkmadan önce, ülkesinin etnik ve dinsel çeşitliliğini temsil etme niyetinde olduğunu söylemişti. Çoğu zaman böyle parçalanmış, böyle paranoyak olan bu ülke için yeni sözler bunlar. Mario Levi kitabına “İstanbul Bir Masaldı” adını vermiş. Bu kitapta boş yere büyü ve yüceltme aramayın. Bu kitap sonsuz sayıda küçük dereden beslenen bir ırmak. Yelek terzisi Niko hakkında, “Niko’yu aramak demek, kayıp bir yaşamı aramak demektir” deniliyor; yaşlı kedisi Yorgos’u her akşam rakıyla besleyen Niko, sonunda 1955 yılında ayaktakımının Rumlar’a yönelik eylemleri yüzünden sürgüne gitmek zorunda kalır.
Levi, mümkünse kayıp yaşamların tümünü toplamak, hiçbirini eksik bırakmamak ister gibidir: Ailesi Riga’daki kırımlardan kaçıp gelmiş olan, sık ve mutsuz Olga da, gümüş hırsızı İbrahim de, monser Jacques ile tavla oynayarak vakit öldüren Ermeni Kirkor amca da eksik olmamalı.
Öyle bir zamandı ki, “şehrin asıl dilinin hangisi olduğunu hiç kimse söyleyemezdi.” Galata Kulesi civarındaki sokaklarda Yidiş de duymak mümkündü, Rumca, Ermenice, Fransızca ve Arapça da, İstanbul’un Yahudileri küçük burjuva, esnaf ve zanaatkardılar, 20. yüzyılın başında genellikle yoksuldular.
Bu İstanbul bir masal ise, bunun nedeni, bu masalı anlatanın nefesinin 1001 gece sonra bile kesilmemesidir. Mario Levi’yi asıl ilgilendiren: “Ne olabilirdi?” sorusudur. İstanbul, genç cumhuriyetin milliyetçi bir esirlik içinde “korkunç uyanışı”nı yaşamamış olsaydı ne olabilirdi? (…)
Çeviri: Mustafa Tüzel