Birer hazine olarak Freud metinleri

Salom Kitap
14 Kasım 2008 Cuma

Prof. Dr. Elda ABREVAYA

1856 yılında doğan Sigmund Freud’un 150. doğum yılını kutlamak üzere, 2006 yılında Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın Sermet Çifter Salonu’nda, Freud’un yapıtı üzerine bir dizi konuşmalar düzenlenir. Bu konuşmalar “Freud Konuşmaları” adı altında 2008’de yayımlanır. Kitabın önsözünde şu düşünceler yer alır: “Bu konuşmaları kitaplaştırmadaki amaç, Freud’un ve psikanaliz kuramının önemini ve bireysel ve toplumsal yaşama etkilerini uzmanların ağzından aktarırken, psikanaliz kuramının ve pratiğinin Türkiye’de alımlanış biçimini, izleyici katılımıyla zenginleşen oturumlarla göstermek...”

Freud’un yapıtına, bireysel ve toplumsal yaşam üzerindeki etkileri açısından yaklaşmayı ve bu anlamda bu yapıtın önemini ortaya koymayı hedefleyen bu konuşmaların okur üzerinde yarattığı etki tam tersidir. Freud’un yapıtını klinik açıdan ele alan “Freud ve Birey” adlı son bölümü dışında kitaba egemen olan görüş; Freud’un kuramsal ve klinik çalışmasını sorgulayan, yargılayan ve tam tersine günümüz kültüründeki yerinin önemsiz olduğunu ileri süren bir görüştür. Nitekim yüz elli sayfalık bir kitabın sadece son otuz üç sayfası kliniğe ayrılmıştır. Elbette bir metnin değerlendirilmesinin ölçüsü niceliksel değildir ama yine de psikanalizi psikanaliz yapan kliniğe bu kadar az yer verilmesi de anlamlıdır.

Freud Joseph Breuer ile birlikte 1895’de “Histeri üzerine Çalışmalar” adlı kitabı yayımlar.2 Freud’un psikanalizi keşfetmesine olanak sağlayan histerik hastalarla gerçekleştirdiği klinik deneyim, bu kitabın kaynağıdır. Bu metin onun kuramında bir yapıtaşı oluşturur. Bu tarihten itibaren yaşamının sonuna, yani 1939’a kadar, olağanüstü bir üretkenlikle çalışır. Bu anlamda Freud’un öğretisi psikanalitik alandaki araştırmalarda pusula işlevi görür. Psikanalistler Freud’un bazı görüşleriyle çatışırlar, bunlara karşı çıkarlar ama bununla birlikte kendileri için vazgeçilmez olan ustayla süreğen bir diyalog içindedirler. Diğer bir deyişle, Freud’un öğretisi dokunulmaz ve kutsal değildir ama yapıtı psikanaliz alanında kurucu metinlere karşılık gelir. Bu temel metinleri inkâr ederek bu alanda bilgi üretmek olanaksızdır. Her türlü yorumlama, inceleme çabası; bu metinler üzerinde düşünmek ve başka psikanalitik kaynakçalar da katarak düşünsel alanı genişletmeyi ve düşünceyi derinleştirmeyi gerekli kılmaktadır. İnsan ruhunun sonsuz derinliklerine yolculuk; psikanalitik tedaviyi “bitmeyen bir analize” dönüştürdüğü gibi, Freud’un yapıtını da “bitmeyen bir yapıt” olarak çoğul okumalara açık bir hazine haline getirir. Örneğin Freud’un kadınsı cinsellik üzerine bazı görüşleri, haklı olarak gerek feministler, gerek kadın analistlerin (ve de erkek analistlerin) eleştirilerine uğramıştır. Ama bu eleştirilerden hareketle geliştirilen kuramsal çalışma sayesinde, kadınsı cinsellik üzerine çok verimli bir tartışma ve inceleme alanı oluşturulmuştur. Freud 1905’de yayımladığı “Cinsellik Teorisi üzerine Üç Deneme” adlı metninden itibaren, 1932 yılına kadar cinsellik alanında önemli metinler üretmiştir.3  Nitekim psikanalizin en önemli bulgusu bilinçdışını da cinsellik olmaksızın düşünmek mümkün değildir.

Genç Freud’u nöroloji alanında bir uzman olmaya hazırlanırken, yolundan saptıran ve onu bilinçdışının keşfine götüren klinikle karşılaşmasıdır. 1885 yazında Viyana’dan Paris’e giden Freud, Charcot’nun histeri konusunda Salpetrière hastanesinde verdiği halka açık konferanslarına katılır. Bu konferansları sırasında Charcot Salpetrière hastanesinde yatan histerik hastalar üzerinden histeriyi anlatmaya çalışır. Tüm katılımcıların önünde hastaya hipnozu uygulayarak, orada “histeri krizini” yaratır ve bundan bilimsel sonuçlar çıkarır. Etik olarak kabul edilemez olan bu “histerinin tiyatrosu”, Freud’u klinik açıdan derinden etkiler. Ama onu etkileyen histeri krizinin orada sahnelenmesiyle ortaya çıkan hastanın çatışmaları ve acısıdır.

Psikanalizin keşfinin ne denli önemli olduğunu saptamak istersek, XIX. yüzyılda psikiyatrinin gelişimine göz atmak yeterlidir. Psikiyatri ruhsal hastalıkları türlerine göre ayırarak, onları sınıflandırma bilimi olarak ortaya çıkmıştı. Hekimin bakışı, tıpkı Charcot’da olduğu gibi, hastanın sorunları ve acısı üzerinde değil de, hastalıkta odaklanmaktaydı. Tarih boyunca hastaların yakıldığı, zincirlendiği zamanlardan psikiyatri biliminin gelişmeye başladığı XIX. yüzyıla gelindiğinde, şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktaydı: Hasta etten kemikten biri değil de, sadece kuramı aydınlatmaya yarayan biriydi. Onun kendisine ait anlatabileceklerinin, yani sözün hiçbir değeri yoktu. Freud, Michel Foucault’nun da vurguladığı gibi, deliliğin tarihinde ilk kez o ana değin hiç kimsenin cesaret edemediği bir şeyi yapar.4 Hastaları dinlemeye başlar. Freud’un hekimlik otoritesinden kendisini sıyırarak hastalarını dinlemeyi öğrenmesi hiç de kolay olmaz. Ama bilimsel doğrulara olan mutlak inancı ona bilinmezlerle dolu bu serüvende yol gösterir. Bu yüzden gerektiği yerde Freud kendi klinik deneyimini sorgulamaktan çekinmez.

Psikanalizin kökenleri üzerinde bu kadar durmuşsam, nedenlerinden biri de bu olguların “Freud Konuşmaları”nda, “Freud’un Önemi” adlı bölümde, Bülent Somay tarafından saptırılmış olmalarıdır. Bu konuda şöyle der: “Freud’un orijinallik diye getirdiği şeylerin çoğunun aslında kendine ait olmadığını söyledim. Yani bazı şeyleri Charcot’dan almış, Breuer’dan almış, ama bunlar Freud’un birebir katkısı gibi görünür; şimdi diyeceğim ki, bilinçdışını kavramını da çalmış”5. Oysa ne Charcot, ne de Breuer bilinçdışı kavramını geliştirmişlerdir. Daha evvel belirttiğimiz gibi, Freud’a histerinin klinik düzeydeki kapısını açan Charcot’dur. Diğer yandan, Freud 1885-1895 yıllarında Joseph Breuer ile çalışmasında, histerik hastanın travmatik sahneyi hatırlayarak sahneyi söze dökebilmesinin terapötik etkide bulunduğunu da Breuer’dan öğrenmiştir. Ama unutulmaması gereken nokta da bilgi alanı üzerinde düşünmenin; bu bilgiyi doğuran, onu olanaklı kılan tarihsel koşullar üzerinde düşünmek anlamına geldiğidir. Bu da Freud’un döneminde egemen olan bilgi modellerini (fizik, anatomi, fizyoloji vs...) göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bu anlamda Paul-Laurent Assoun freudcu bilginin arkeolojisinden, yani tarihsel katmanlarından söz eder. Freud zamanının bilgi modellerine sadık kalırken, kendi buluşlarını iletebilmek için dönemin bilimsel dilini dönüştürmüştür.6 Bu anlamda Freud; Charcot ve Breuer’ın öğretisinden esinlenirken bunu dönüştürerek bilinçdışını keşfetmiştir.

XIX. yüzyıldan itibaren hastayı sessizliğe gömen psikiyatriden farklı olarak, Freud’un bizzat hastanın sesine, semptomun diline yer vermiştir. “Freud Konuşmaları”nın üçüncü bölümü olan “Psikanaliz ve sonrası”nda, Saffet Murat Tura’nın işte böylesine köklü bir dönüşümü temsil eden psikanalizin karşısına biyolojik psikiyatriyi çıkarması ilginçtir. Bu doğrultuda yazar eşcinsellik sorunsalına, yaşadığımız kültürel döneme karşıt bir söylemle yaklaşır ve “erkek eşcinselliğinin biyolojik determinantlarının” varlığını ileri sürer.7 Muhafazakar, hatta oldukça muhafazakar görüşleriyle tanınan Amerikan psikiyatrisi bile daha evvelden patolojik (dolayısıyla biyolojik) bir kategori olarak nitelendirdiği eşcinselliği, ruhsal bozuklukların sınıflandırılmasını kapsayan el kitabından çıkarırken, yazarın bu “biyolojizminin” açıklanabilecek bir tarafı yoktur. Ayrıca psikanalizin de bir doğa bilimi olmayı hedeflemesi gerektiğini vurgular. Eğer psikanaliz bir doğa bilimi olmayı hedefleseydi, herhalde 20. ve 21. yüzyıllarda düşünsel dünyamızı ne kökünden dönüştürebilir, ne de modern ve postmodern olarak nitelendirebileceğimiz kültür mümkün olabilirdi.     

    

-          1 “Giriş”, Freud Konuşmaları, YKY, İstanbul, 2008.

-          2 Sigmund Freud, Histeri Üzerine Çalışmalar, Payel, İstanbul, 2001.

-          3 Sigmund Freud, “Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme”, Cinsellik Üzerine, Öteki, Ankara, 1998.

-          4 Michel Foucault, Deliliğin Tarihi, İmge, İstanbul, 2000.

-          5 Bülent Somay, “Freud’un Önemi”, agy., s.23.

-          6 Paul-Laurent Assoun, Introduccion a la Epistemologia Freudiana, Siglo Veintiuno, Meksiko, 1982, s.14.

-          7 Saffet Murat Tura, “Psikanaliz ve Sonrası”, agy., s.91.