Etyen Mahçupyan, Soli Özel, Mine Kırıkkanat… Kimi akademik alanda, kimi siyaset biliminde uzmanlaşmış, kimi de fikirleri ve yazdıklarıyla topluma ışık tutan kişiler. Ortak özellikleri, üçünün de köşe yazarı ve televizyonların tartışma programlarının vazgeçilmezleri olmaları. Bu üç aydınımızla kitaplar üzerine söyleştik.*
° Ne tür kitaplar okursunuz, beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?
° Başucu kitabı olarak bulundurduğunuz bir eser var mı?
° Siyasi olaylara paralel olarak her gün piyasaya popüler yayınlar çıkıyor. Hatta bu nedenle
“çok satan kitaplar” listesi “edebiyat” ve “edebiyat dışı” olarak ikiye ayrıldı. Bu konudaki
görüşünüz nedir? Bir bilgi kirliliği olduğunu düşünüyor musunuz?
° Yahudi Cemaati Onursal Başkanı Bensiyon Pinto’nun “Anlatmasam Olmazdı- Geniş Toplumda Yahudi Olmak” adlı kitabı Doğan Kitap’tan yayınlandı. Pinto ile yapılan söyleşiler gazetelerde yer aldı. Kitabı okuma fırsatınız oldu mu, böyle bir girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
° Türkiye bu yıl, dünyanın en saygın kitap fuarı Almanya Kitap Fuarı’nın onur konuğu olacak.
° Ülkenin tanıtımı açısından önemli bir adım olan bu etkinlik hakkında ne düşünüyorsunuz?
° Bu yıl kasım ayının ilk haftası düzenlenecek TÜYAP Kitap Fuarı’nı ziyaret edecek misiniz?
Mine KIRIKKANAT
° Roman tercihimdir. Felsefe, biyografi, öykü ve bilimsel bahis kitapları okurum. Beğendiğim pek çok yazar var, ancak yazdıklarını en iyi hatırladığım yazarları söylemek gerekirse, romanda Graham Green, felsefede Michel Onfray, öyküde Sait Faik Abasıyanık, bilimselde Hubert Reeves’i kimseler geçemedi.
° Hayır, yok. Başucu kitabı bulundurmak, bir yazar için tehlikelidir. Ister istemez, hatta farkında olmadan “imitasyon”a girer.
° Siz kirlenmeyen bir alan biliyor musunuz? Her şey, her alan ve anlamda böyle bir kirliliğe uğradı. Oportünizm her alanda mevcut.
° Okumaya fırsatım olmadı. Haberim de olmadı. Ama girişimi alkışlarım. Daha önce de söylediğim gibi Türkiye gibi çok geniş alanlarda özelinde Yahudiler’in, genelinde Müslüman olmayan azınlıkların seslerini çıkarması, yaşam alanlarının daraltılmasına karşı ve sorunlarına sahip çıkması gerektiği görüşündeyim. Onları yok farzedenlere, biz varız ve bu ülkeye en az sizin kadar yararımız dokundu, gerçeğini daha çok, daha yüksek söylemelerini isterim.
° İyi düşünüyorum, aksi olabilir mi? Umarım başarılı bir tanıtım olur, ama olsa olsa edebiyatımızı iyi tanıtabiliriz. Ülkenin iyi tanıtılacak bir gidişat içinde olduğuna emin değilim. Edebiyatımız fena değil.
° TÜYAP Kitap Fuarı’nda, yazar olarak okurlarımı ağırlayacağım. Söyleşiye katılacak ve yeni romanım “Destina”yı imzalayacağım.
Gazetede köşe yazarlığı, kitap yazarlığı, televizyonda program yapımcılığı yapıyorsunuz. Bu üç alan arasında ne gibi bir etkileşim var? Önceliğiniz hangisi?
Gazetecilikle kitap yazarlığı arasında asla bir tercih yapamadım. Hep birlikte götürdüm. Birinden vazgeç deseler, topallarım, şaşı bakarım, dilim sürçer gibi geliyor. Beynimin iki ayağı onlar benim. Aynı uzunlukta ve uyumda ilerlememi sağlıyorlar. Program yapımcılığı daha tali. Misyon gibi bir şey. Topluma bir mesaj vermek gerektiğini düşündüğüm zamanlar, gerektiği için yapıyorum. Yaptığım zamanlar, eylemin sıcaklığı içinde, seviyorum televizyonu. Ama benim içsel ritmim değil televizyon. Televizyonda harcadığım enerjiyi, televizyon üretmiyor. Oysa yazı, enerji harcatırken enerji üreten bir trafodur. Düşündürür. Düşündükçe düşünceniz genişler, bilgileriniz tazelenir, çünkü hatırlarsınız. Tabii başlangıçta, bilgi birikimi olması gerek. En azından benim için. Yani televizyon olmadan yaşayabilirim, ama yazmadan duramam...
Soli ÖZEL
° Artık eskisi kadar roman okumuyorum. Genelde tarih ve mesleğimle ilgili kitaplar okuyorum ama sevdiğim bir edebiyatçının kitabı çıkarsa da atlamamaya çalışıyorum. Orhan Pamuk’u yeni aldım okuyacağım. Gabriel Marquez ne yazarsa okurum. Son dönem keşfim Sandor Marai olmuştu. Milan Kundera, Attila İlhan, Marcel Proust, Octavio Paz, Gıuseppe di Lampedusa, Nahit Sırrı Örik sevdiklerim arasındadır.
° Başucumda çok kitap var ama başucu kitabı diye tanımlayacağım tek bir kitap yok. Sık sık dönme ihtiyacını duyduklarım Şerif Mardin’in “Din ve İdeolojisi”, Max Weber’in “Bir Yaşam Tarzı Olarak Siyaset” makalesini de içeren Max Weber’den seçmeler, Roland Barthes’in “Mitolojiler” kitabı. Bir de Marx’a bakarım, siyasi yazılarına, son başvuru kitabı da Barrington Moore’nin “Diktatörlük ve Demokrasinin Sosyal Kökenleri” kitabıdır.
° Bilgi çöplüğüne döndü ortalık hatta bilgi burada kullanılmaması gereken bir kelime. Beni kızdıran ciddi olma iddiasındaki yayınevlerinin de çok satacak diye bu pespayeliği pazarlamaları. Bir de editörlük mesleği icra edilmiyor burada. Orhan Pamuk’un son kitabının (Masumiyet Müzesi) güya üç editörü var. Daha ikinci cümlede cümle düşüklükleri başlıyor. Edebiyat ve edebiyat dışı ayrımı zaten her yerde yapılır bence de uygundur.
° Bay Pinto çok doğru, cesur ve önemli bir iş yapmıştır. Benden de yazı istemişti. Projesine dahil ettiği için de ayrıca minnettarım.
° Çok önem veriyorum. İnşallah her şey olması gerektiği şekilde düzenlenmiştir, hazırlığı yapılmıştır. Ayrıca Adalet Ağaoğlu’nun onur konuğu olmasından da büyük mutluluk duyuyorum.
° Hayır bana çok uzak geliyor.
Sabah’ın yanı sıra Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi’nde (UHP) de bilimsel makaleler yayınlıyorsunuz. Bir Ortadoğu uzmanı olarak bu konuda kitap yazmayı düşünmüyor musunuz?
Günün birinde.
Etyen MAHÇUPYAN
° Ben bir kitap okuyucusu idim… Giderek kitap okuma zamanım azaldı ve bir noktadan sonra kitaptan ziyade, ilgilendiğim alanda makalelerin yeterli olduğunu ve kitapların lüzumsuz uzunlukta yazılmış makaleler olduğunu düşünmeye başladım.
Dolayısıyla iki tür kitap var: birincisi eğlence için, bir anlamda keyif için, tamamen iç dünyamda bir yerlere gitmek için okuduğum kitaplar. Bu esas olarak romandır ve hâlâ klasik romandır. Ben o dönemin aşılmamış olduğunu düşünüyorum ve “aşılmış gibi” yapmamızın çok anlamlı olmadığını düşünüyorum.
Öteki ise daha ziyade zaman tasarrufu açısından makalelerdir. Şöyle söyleyeyim: söylenecek şey çok basittir, yaratıcılık çok büyük ve birdenbire niceliksel olarak çıkmaz hiçbir zaman. Genellikle başkalarının yaptıklarının üzerinden bir zekâ pırıltısıdır ve onu söylemekle de yetinmeyi bilmesi lazım insanların. Bu nedenle kitaplara karşı bir uzaklığım var son dönemde.
° Böyle bir şey yok ama eğer emekli olsaydım Faulkner’ları, Dostoyevski’leri bir daha okumak isterdim. Başucu kitabı değil ama bunlar bir tür başucu hayaletleri gibi yanımda duran insanlar. Yani onların dünyayı algılama biçimi, onların hissedip anlatamadıklarını anlatmaları bir anlamda. Onu ima eden tarzları beni hep cezp etmiştir. Onların içinden kendimi daha çok bulma şansım olduğunu hep düşünmüşümdür. Benim yaratıcılığımı hep teşvik eden şeyler olduğunu düşünmüşümdür. Bunların içine farklı nüansları ve tatları ekleyerek Steinbeck’i de koyabiliriz. Aynı ayarda görmese bile pek çok insan, benim için insani bir şey anlatır o. Bunun yanına Çehov’u da koyabiliriz. Ama bütün bunların yanında tek tek kitaplar da farklı şeyler ima ederler. Mesela Sartre’ın “The Age of Reason”ı benim için hep özel olmuştur. Tabii yerlilere de girmek lazım. Son dönemde iyi takip ettiğimi söyleyemem fakat 1980’lere kadar gelen Türk Edebiyatı’nı büyük çapta okumuştum. Ahmet Hamdi’yi farklı bir şekilde hissettim. Onu farklı hissedince başkalarını o kadar kıymetli görmemeye yönelik bir eğilim oluyor insanda. Kendi içinizde bir ayar yapıyorsunuz, nedenini de bilmeden, çok az sayıda kitabı referans alan bir iç dünyanız oluyor.
° Bilgi yokluğu olan her yerde bilgi kirliliğine müsait bir atmosfer doğar. Türkiye toplumu çok az şey bilen ve de aslında çok da fazla bir şey bilmek istemeyen bir toplum. Bu zaafının da farkında… Bu nedenle zaafını hızla dolduracak. Onu birdenbire zaaf olmaktan çıkaracak. Çok popüler kitapları alıp tüketmeye çok eğilimli. Böylece dediğiniz türde çok kitap çıktı. Bunlar çoğu zaman gazeteci veya yarı gazeteci kitapları.
Kişisel olarak şunu söyleyeyim; bu kitaplarda birçok anlamlı ve değerli bilgi ile birçok anlamsız ve değersiz bilgi yan yana. Dolayısıyla olayı bilmeyen bir gözün bunlardan bir şey elde etmesi mümkün değil. Bunu okuyan okuyucu en kolaycı bir şekilde kendisi için hayali bir gerçeklik yaratacaktır. Fakat profesyonel olarak okuyabilenler için o kitaplarda bir malzeme de var diyebiliriz. Öte yandan bu kadar okumaya, bu kadar bilmeye değer mi diye de bir soru var.
Ben kendimi hiçbir zaman bir gazeteci olarak görmedim, köşe yazısı yazıyorum, gazeteciliğin gerektirdiği özelliklere sahip değilim aslında. Olaya şöyle bakıyorum; Türkiye’de gerçeklik çok katmanlı bir gerçeklik. En kapsayıcı olan mesela zihniyete dair, tarihe dair, sosyolojik temel verilere dair gerçekliği bilmiyorsanız, onun üzerine ne kadar popüler bilgi koyarsanız koyun hiçbir şey bilmemeye devam edeceksiniz demektir. O alttaki gerçekliği biliyorsanız, düşünerek bile gündelik gerçeklerin ne olduğunu tahmin etmek çok zor olmayabiliyor.
Bu nedenle o tür kitaplar, karıştırılmasında yarar olan, fakat ciddiye alınmaması gereken kitaplar.
° Böyle bir şeyin olması çok önemli. Kitap bende. İlk bölümünü şu anda bende misafir olan bir Yahudi arkadaşıma okuttum. O diğer bölümlerini de okudu. Kitap üzerine sohbet etme şansımız da oldu. Kitap açık duruyor, okumaya devam edeceğiz. Başlığı çok iyi konmuş. Nasıl bir düzey ima ediyor, bunu baştan söylemiyor, çocuklarına tavsiye eden bir biçim de olabilir veya yaşanmışlıktan çıkan bizim kendi hayatlarımızdaki yaşanmışlığı anlamlandıran, bağ kuran örnekler de muhtemelen olacak içinde.
Genel olarak baktığım zaman, bunun çok olumlu olduğunu düşünüyorum. Ne olursa olsun azınlık cemaatindeki insanların kendi anılarını yazmasında büyük yarar var. Bu bir kere çoğunluk cemaatinin- çünkü onlar da bir cemaat aslında- fark etmeleri, görmeleri, anlamaları, kendilerine söylenmemiş duyguların ne kadar derin izler bıraktığını görmeleri açısından çok önemli. Öte yandan da bizzat azınlık cemaatleri içindeki başka insanların teşvik edilmesi açısından çok önemli. Bir de tabii tartışma yaratıp şeffaflık üretmesi için faydalı. Bensiyon Bey bir şey yazar, başka birisi “hayır böyle olmadı, başka türlü oldu” diyebilir. İki farklı insanın farklı algılamasının nasıl yaşandığını görürüz.
Azınlık cemaatleri içindeki sınıfsal farklılıkları, yöre farklılıklarını, aile farklılıklarını, hangi kökenden hangi coğrafyadan geldiklerine dair özellikleri bulmak mümkün olabilir. Bunlar bizi entelektüel açıdan bir tür zenginleşmeye götürecektir. Dolayısıyla ben bu girişimi çok hevesle karşıladım. Bu kitabı okunacaklar arasında en öne aldım. Agos’ta da kullanmayı düşünebilirim.
Oradan çıkacak malzeme muhtemelen Ermeni Cemaati’ndeki insanın da birebir yaşadığı bir hayattı aslında. Belki öteki mahalle bu sadece… Bence herhangi bir cemaatin dışa açılması başka cemaatlerde de çok paralel, benzer olayların yaşandığının hissedilmesi ile mümkün. Abdullah Gül’ün Ermenistan’a gitmesi gibi… Ne olacağını bilmiyorlar, tedirginlikleri oluyor. Gidiyorlar, geliyorlar. Hiçbir şey olmuyor. Yani çok normal oluyor. Zaten eskiden de her şey çok normaldi. Biz bu normalliği koruyamadık, bütün problem bu. Şimdi normalliğe geri dönmek istiyorsak bu içe kapalılık durumundan çıkmamız gerekiyor. Kitaplar bu açıdan çok önemli köprüler.
° Bu etkinliğin gidenler/gitmeyenler gibi bir yönü var. Türkiye’de entelektüellik hâlâ biraz solculukla bağlantılı, solculuk hâlâ laiklikle bağlantılı… Laiklik bağlamı içine sıkışınca da entelektüellik kalmıyor maalesef. Böyle bir paradoks var. O zaman da hükümetin kimliği gibi faktörler çok etkili olabiliyor. Yine de aranan karşılaşmalardan biri olacak. Almanca konuşan insanlar hatta Avrupa insanları ile Türkiye’deki insanlar arasında bir karşılaşma olacak. Ben fuardaki bir panelde konuşmacıyım. Türkiye’yi anlamaları açısından, iyi ve kötü yönleriyle anlamaları açısından çok önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadarki bu tür propagandist tavrın da yanlış olduğunu düşünüyorum. Yani biz kendi iyi yönlerimizi anlatamadık diye yanlış kanaatler uyandığı sanılıyor. Halbuki biz kendi kötü yönlerimizi anlatmadığımız için farklı ve istemediğimiz kanaatler oluşuyor. Dünya kendi zaafları üzerine konuşamayan toplumları vasat sayıyor. Onun için Türkiye’nin bunu becerebilmesi lazım. Öyle insanları da var. Orada Türkiyeli insanların rahat rahat Türkiye’yi konuşabileceklerini ve bundan gocunmayacaklarını düşünüyorum.
° Kasım ayı benim için çok yoğun oluyor. Uzağa taşınınca da ulaşım zorlaştı. Genellikle gidemiyorum.
Radikal ile başlayan köşe yazarlığı Agos ve Taraf’ta devam ediyor. Hırant Dink’in öldürülmesi yazı çalışmalarınızı nasıl etkiledi, Agos Gazetesi yayın yönetmenliğini üstlenmenizle yazılarınıza ve kitaplarınıza ilgide bir değişim gözlemlediniz mi?
Duygusal bir etki kaçınılmaz olarak var. Kendime baktığım zaman gördüğüm şey, çok öfkeliyim. Bu öfkemi zapt etmekte zorlanıyorum. Özellikle Hrant’ı kullanmaya yönelik çabaları gördükçe, birçok insanı ikiyüzlü gibi değerlendiriyorum. Uç bir noktaya gittiğim ihtimalini de açık bırakıyorum ama şu anda birçok insanın tavrının Hrant’ı var olan yaşayan insan olmaktan çıkartıp, bir tür idolleşmeye doğru götürdüğünü düşünüyorum. Bu da ona yapılmış olan bir hakaret demeyeyim ama yazık bir olay olduğunu düşünüyorum. Çünkü onun bütün gücü ve değeri, sıradan basit bir insan olarak bütün bunları yapabilmesindeydi zaten. Onun dışında zamanım parsellenmiş durumda. Son zamanlarda bir de kitap çalışması oldu. İletişim bazı makalelerimi toparlayarak “Batı’yı Anlamak”, “Türkiye’yi Anlamak” adında iki kitap halinde çıkardı. Bir kitap var kafamda, artık önümüzdeki yaza kalmış bir kitap olacak; 19. yüzyıl Rus düşünce tarihi ile Türkiye’deki düşünce sistematiğini yan yana getirmek. Benim ta 1980’lerde üzerinde çalıştığım bir konuydu.
Ama şöyle bir düşüncem de var; söylemem gereken veya benim düşünce kapasitemle, potansiyelimle söylenebilecek olan şeyin temel unsurlarını söylemiş durumda hissediyorum kendimi.
Bundan sonrası belki Türkiye’deki var olan tartışmaların içinde veya onun getirdiği bir uyarıyla yazılacak yazılar olabilir. Ama gerçek bir kitap çalışması veya Agos’taki bağlantımı konu edinen bir kitap belki emekli olduktan sonra mümkün olacaktır.