Mim. Rubi ASA
Sinagog kelimesinin etimolojik açılımı bizi eski Yunana ve eski Yunancadaki birliktelik anlamındaki "syn" ekine kadar götürür. Kökündeki "ago" sözcüğünün bileşimiyle, "beraber olma" anlamında kullanılabilecek yeni bir sözcüğün doğduğunu görürüz.
İbranice’de ise bu kelime genelde "toplanma evi" anlamında kullanılan ve çoğumuzun yaşamında önemli bir kavram haline gelen "Beth ha-Kenesset"dir. Tanrı ile buluşma yeri şeklinde kullanılan bu kelime ile belirtilmek istenen, aslında toplumsal ve bireysel sosyal gereksinmelerin de karşılandığı bir yaşam merkezidir adeta. Tevrat’taki dinsel hukuk ve yaptırımları kapsayan, bunların gerekçelerini oluşturan öğreti olan Talmud’a göre "halk evi", "dua ve ibadet yeri","Şabat evi, yaşam yeri", gibi anlamları da kapsayacak şekilde kullanılır.
Gerek İsrail’de gerek diaspora ülkelerinde tüm Yahudiler için sinagog bir kurum olarak ortaya çıkmadan çok önce, insanlar tanrılarının yaşadıklarına inandıkları, kendilerini gösterdikleri ya da mucizelerini gerçekleştirdikleri yerlerde kutsal saydıkları mabetler inşa ediyor ve oralarda tanrılarına dua ediyorlardı.
Sinagogun kutsiyeti, yapısal konumundan veya mekânından sağlıyor olmasından değil, içinde yaşanan etkinlikten ve sosyal gereksinmeleri karşılamasının yanı sıra tek Tanrı’ya tapınılmasından kaynaklanıyordu. Bu da tektanrıcılığın Tanrısı, evrenin Tanrısıydı ve insanların dualarına her yerde cevap verebilecek güçteydi. Bu nedenle sinagogun hem ibadet yeri hem de Yahudi yaşamının tüm değerlerinin paylaşıldığı bir mekân olarak ortaya çıkışı gerçekten devrimci bir değişimdi. Ve Yahudilikte gelişen bu yaklaşım Tanrı’nın birliği ile evrenselliğini tüm insanlar için öznel kılabiliyordu.
İstanbul’da bilinen ilk sinagogun M.S. 318’de Bizans döneminde Halkopreteia olarak adlandırılan Bakırcılar semtinde olduğunu ve cemaat üyelerinin sürekli dışlanarak yaşadıklarını Bizans kaynaklarından öğreniyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar Musevi cemaatinin Bizanslılar’ca dışlanması devam etti. Fetihten sonra Fatih çıkardığı bir fermanla inanç özgürlüklerini tanıdı. İstanbul’a göç eden Musevileri Balat semtine yerleştirdi ve belirli bir zaman süreci içerisinde Makedonya ve İspanya’dan gelenler de buraya yerleşti. II. Bayezid, İspanya’daki engizisyondan kaçanları ve Kraliçe Kastilyalı İsabella ve Kral Ferdinand’ın 31 Mart 1492’deki ülkeyi terk etmeleri ve bir daha dönmemeleri için çıkardığı kovma fermanı ile ortada kalan Musevileri Osmanlı topraklarına kabul etti. O günden günümüze Osmanlı topraklarından Türkiye Cumhuriyeti’ne Yahudiler hep sinagoglarını cemaatlerinin birliği, Tora’nın (Tevrat) yükümlülüklerini ve kutsal bildikleri tüm değerlerin gelecek nesillere aktarma amaçları için yaşattılar.
Bu bağlamda başta Türk Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya bu fikri ileri sürerek Gözlem Yayıncılık kapsamında İstanbul ve Anadolu Sinagogları’nın belgelenmesi yönünde bir çalışmanın başlatılmasını önerdi ve bunun, günümüzde bilinen Türkiye sınırları içinde kullanılan ya da kullanılmayan tüm sinagogları kapsaması öngörüldü.
Yapılacak çalışmada, uluslararası ödüllü ve İFSAK onur üyesi değerli fotoğraf sanatçımız İzzet Keribar’ın kamerasından tüm bu sinagogların tek tek belgelenmesi amaçlanıyordu. Böylelikle, ülkemizdeki birçok sinagog (günümüzde az bilinse hatta kullanılmasa da), yaşadıkları geçmişi yansıtacak duyguyu aktarması ve tekrar adeta gün ışığına çıkartılması şeklinde olması istendi. Böyle bir çalışmanın sadece fotografik belge olmasının yanı sıra, tarihsel bilgilerle de tamamlanması gerekmekteydi. Bu çalışmayı da Türk Musevi Cemaati içinde en yetkin şekilde yapabilecek kişi değerli araştırmacı Naim A. Güleryüz’dü. Kendisi tüm metinleri eşgüdüm içinde proje kapsamında kitabın basımına kadar sürdürerek bu değerli çalışmayı kaynaklarıyla da süsledi.
Projeye yaklaşık dört yıl önce başlandı. Bu, muhtelif sponsorların maddi destekleri de alınarak grafik sanatçısı Joelle İmamoğlu’nun çok titiz çalışması ve Mas matbaasının özenli baskısıyla 2008 Ekim ayında tamamlanarak hazırlanan çok uzun soluklu bir çalışma oldu. Kitapta yer alan metinler Leon Keribar tarafından İngilizceye tercüme edildi. Leyla Tonguç Basmacı redaktörlüğü üstlendi. Bu albüm/kitabın tamamlanması ve yayın hayatına geçiş aşamalarının her safhasında proje koordinatörü Gila Erbeş’in olağanüstü çabalarını da özellikle belirtmek isterim. Gerek Türkçe, gerekse İngilizce ayrı ayrı basılan, bir kutu içinde sunulan bu eser: 1- İstanbul Sinagogları, 2- Trakya ve Anadolu Sinagogları olarak iki cilt basıldı.
“İstanbul Sinagogları”nda, Ahrida, Selaniko, İstipol Sinagogu, Kal Kadoş Eliyahu Sinagogu Kasturiya, Çana Sinagogu, Pol Yaşan Sinagogu, Yanbol Sinagogu, Bet Avraam Sinagogu, Karayim (Kal Ha Kadoş Be Muşta Bene Mikra) Sinagogu, Maalem, Aşkenaz Sinagogu, Kal de Los Frankos (İtalyan Sinagogu), Neve Şalom Sinagogu, Zülfaris Sinagogu Türk Musevileri Müzesi, Bet İsrael Sinagogu, Dar’ül Aceze Binası’nın içindeki sinagog, Bet Yaakov Sinagogu/Kuzguncuk, Hemdet İsrael Sinagogu/Haydarpaşa, Hesed Le’Avraam Sinagogu/Büyükada gibi kentimizdeki birçok sinagogdan nice anıları bulmanız mümkün.
“Anadolu Sinagogları” kapsamındaysa Edirne, Kırklareli, Çorlu, Gelibolu, Çanakkale Bergama, Manisa, İzmir, Adana, Antakya, İskenderun, Gaziantep, Kilis, Ankara, Bursa illerinde bulunan otuza yakın sinagog belgelenmiş, cemaati olan veya olmayan birçok bina yakın geçmişimizden hatıralar taşımıştır günümüze.
Kitabı elinize aldığınızda ve fotoğrafların arasında gezindiğinizde bazen hatırladığınız bir anınızla hüzünlenecek veya çocukluk hatıralarınızı yeniden yaşarken tarifsiz bir coşku hissederek gülümseyeceksiniz. Bunlar kimimiz için mahazike tora dersinde oturduğu sıralar, kimimizin Bar Mitzva kürsüsü, kimimiz içinse Hupa’nın altında buluştuğumuz eşlerimizle yeni bir hayata adım attığımız ehal olabilir.
Ben de kitabın sinagogları arasında gezinirken bir anımı hatırladım. Askerlik sürecimde Erzincan’dan “Kipur” izni aldığım günü ve babamın gabaylığını yaptığı Heybeliada Bet Yaakov Sinagogu’nu. Kipur bayramı için sadece yol hariç bir günlük izin alabilmiş ve otobüsle neredeyse 48 saat yol kat etmiştim. O gün eğitim sonrası yorgunluk açlıkla birleşince ve “Neila” saatinde de bir asker olarak beni tevaya kaldırdıklarında, uzun süre duada kaldığımı, içimin geçtiğini, tevada bayılacağımı hissettiğimi hatırlıyorum. İlk sırada babamın gözleri bende, annemse azaradan beni izliyordu. Bitmeyeceğini sandığım Neila duasından sonra kararan gözlerim Şofar’ın sesiyle irkilerek açılmıştı. Bu artık orucun bittiği, bir lokmanın olsun yeneceği saatti benim için. Çıkışımızda annem ve babamla faytona atlayarak eve dönüşümüz bugün gibi aklımda. Adanın sakin kalabalığı, bildik isimler, herkesin sinagog çıkışında kucaklaşmaları ve kutlamaları, dostlar ve akrabalar, kitabın sayfalarından taştı geldi, o günleri yeniden yaşattı bana.
Kim bilir, her birimiz için ne çok anılar sığmıştır sinagog duvarlarının arasında geçmişten günümüze. Ne çok anılar sığacaktır bugünden geleceğimize ve yeni nesillere.
Sinagoglarımız bazen zamana ve zamanın kaçınılmaz erozyonuna uğruyor. Çoğu zaman sadece yaşattığı anılarını sakladığı sararmış kartpostalların özenle saklandığı ceviz kaplamalı gümüş kakmalı sandıklara benziyor.
Bu kitabın oluşması sırasında fotoğrafları çekilen sinagogların hemen hepsine ben de gittim. Girdiğim; halen yaşayan, kullanılan, cemaati az da olsa terk edilmemiş bir sinagogsa, gabayı tarafından gururla açılır, avizeleri yakılır; parlak, temiz ve parohet’lerle süslü tevası tüm görkemiyle ortada yaşıyormuşçasına durur; ehal açılıp Sefer Tora’ların özenle korunduğu gösterilir. Ancak, cemaati pek kalmamış, kapısı asma kilitli, sıvaları dökülmüş, mazide yaşadıklarıyla geçmişinin azametine sığınmış bir sinagogsa, gıcırtısıyla açılan kapısından içeri girdiğimizde pencerelerinden ehale uzayan loş gün ışığının süzülerek aydınlattığı derin sessizlikte yaşamakta olan maziyi görür gibi olursunuz. Hayaller etrafınızda dolaşır; talletlerini kuşanmış, ellerinde kitapları sessizce dua eden yahidleri görürsünüz. Arada gabayın sesi Sefer Tora’ya kaldıracağı, belki de artık aramızda olmayan isimleri seslenir birer birer. Birileri yine de kalkar ve ehale yönelir. Arkasından selamlayan eller geçmişle geleceğin bir arada yaşandığı kutsal bir yolculuğun ritüelini sürdürür gibidir. Kökleriyse binlerce yıllık geçmişe ve Tora’nın ışığı ile aydınlığı geleceğe aittir.
“Yahudi halkının uzun tarihi boyunca yaptığı en önemli işlerden biri Sinagogu’nu sadece kendi ruhu için inşa etmek değil, tüm Yahudi toplumuna mal etmesidir. Hiçbir kurumun daha uzun, daha soluklu ve sürekli bir geçmişi yoktur. Hiçbir insanlık, ırkını yükseltmek için bundan fazlasını yapamamıştır.” Robert Travers Herford (1860–1950) Düşünür / Yazar.