Sporun endüstriyelleşmesi ile paralel olarak, en çok gelişen sektörlerden biri istatistik alanı oldu. Basketbolda eskiden beri çok önem taşıyan bu alan, son zamanlarda sporun her alanında önem kazanmaya başladı
ALP ALKAŞ
Eskiden bir futbolcunun kaç gol attığı ve kaç yıldız aldığından ibaret olan istatistikler şimdi gelişen teknoloji ile birlikte, oyuncunun sahada ne kadar koştuğu, hangi alanları ne kadar çok kullandığı, pas ve şut oranları gibi pek çok alanda karşımıza çıkmaya başladı. İnternet’in yaygınlaşması ile sporla birazcık alakası olan herkes bu rakamlara kolayca ulaşmaya başladı.
İstatistik sadece yeni alanlara yayılmakla da kalmadı, daha anlamlı şekilde yorumlanır ve kullanılabilir hale de getirildi. Örneğin basketbolda verimlilik değeri(efficiency rating) adı altında bir kavram ile oyuncunun performansı daha kolay değerlendirilebilir oldu. Bu değer oyununun sahada elde ettiği pozitif istatistiklerden (sayı, ribaunt, asist, top çalma, blok, kendisine yapılan faul) negatif istatistiklerin(kaçırılan atış, top kaybı, yapılan faul) çıkartılması ile hesaplanıyor. Başka bir deyişle oyuncunun oyuna “net katkısı” hesaplanmış oluyor. Fakat bu rakamlar sadece istatistiksel bir katkı ölçümü olarak kalıyor.
Doğal olarak bir oyuncu ile ilgili gerek transfer, gerekse başka sebepler ile bilgi toplanmaya başlandığında bu veriler en önemli etken olarak karşımıza çıkıyor. Bu istatistikler oyuncuların değerlerinin belirlenmesinde de baz oluşturuyor. Ne yazık ki, sporcular da durumun böyle olduğunun oldukça farkındalar. Daha iyi istatistikler daha çok gelir olarak geri döneceğinden ve sporcunun aktif profesyonel hayatının kısalığı da bahane edilerek bunun üzerine oynayan oyuncuların sayısı her geçen gün artıyor.
Bunun neticesinde iki tip oyuncu profili spor dünyasını domine etmeye başlıyor. Bunlardan birincisi kendini ön plana çıkarmak için her yolu mubah kabul eden zihniyetteki oyuncular. Bu tipin ilk karşımıza çıkan örneklerinden biri Ricky Davis idi. Kendi potasına şut çekip ribaundunu alarak triple-double yapmaya çalışarak komik hale düşmüştü. Fakat seneler sonra bunu hatırlayan kişi sayısı oldukça azaldığı için yaptığı bir anlamda yanına kalmış oldu. Her alanda top elline veya ayağına yapışan bu tip sporcular karşımıza çıkacaktır. Son topları kendisine gelmediği zaman bozulan, serbest vuruşu atmak için arkadaşıyla kavga eden, Tour de France’de takım liderine yardımcı olmak yerine etap galibi olmak için takım taktiklerini çiğneyen sporcular.
Bir diğer grup ise istatistikleri bozulmasın diye sorumluluk almaktan kaçınanlar. El yakan top geldiği zaman köşeye saklanıp, toptan kaçanlar, penaltılara kalan maçlarda penaltı atmak istemeyenler, sakatlığını bahane edip mücadeleden kaçanlar. İlk tip hayatımızda pek çok alanda karşımıza çıktığından rahatça anlayabilirken bu gruptakiler biraz daha dikkat ile incelenmeden fark edilemiyor. İstatistik kağıtlarına bakıldığında 13 sayı 7 asist/ribaunt gibi göze hoş gelen rakamlarla karşılaşılır fakat bir bakmışsınız ki savunmada göstermediği mücadele dolayısıyla tuttuğu oyuncu son çeyrekte 10-12 sayı atıp maçı takımına kazandırmıştır. Bunu istatistiklerde göremezsiniz ancak dikkatlice incelendiğine yakalanacak ayrıntıdır ama bir bakmışsınız ki bu tip oyuncular sonraki sene milyon dolarlık kontratlar imzalamışlar.
Bunca küçük oyuncunun yanında bir de “winner” diyebileceğimiz gerçekten büyük oyuncular da mevcut. Sayıları azalmış da olsa biz hala onları takip ederek spordan keyif almanın bir yolunu buluyoruz. Onları tanımlamak için ise efsanevi koç Rudy Tomjanovich “Don’t ever underestimate the heart of a champion” demişti. (Bir şampiyonun yüreğini asla hor görmeyin). Eğer biz bugün sporu sevmeye devam ediyorsak işte o yürekli insanları görmek için seviyoruz.