Kadın haklarının tarihsel gelişimi zaman içinde evreler geçirdi. XIX. yüzyılda geniş toplum adına özgürlükler isteyen ve bu özgürlüklerin hemcinslerini de kapsayacak şekilde genişletilmesini talep eden kadınlar, daha sonraki dönemlerde daha spesifik ve sadece kadınları ilgilendiren konularda da hak talep etmeye başladılar
Feminizmin başlangıcı olarak çeşitli tarihler ortaya atılmaktadır. Kimileri Plato’nun yazılarındaki feminist unsurları göz önüne alıp, ilk feminist olarak Plato`yu gösterirken, kimileri ise “Bayanlar Şehrinin Kitabı” isimli eseriyle Christina de Pizan'ı ilk feminist olarak gösterir. Ancak feminizmin modern bir hareket olarak ortaya çıkmasını 1700’lerin sonuna, Fransız Devrimi’nin hemen sonrasına dayandırabiliriz.
Modern feminizmin başlangıç dönemindeki en önemli isim Mary Wollstonecraft’tı. “Kadınların Haklarını Koruma” isimli eserinde Wollstonecraft, ilk kez feminizmi sistematik olarak açıklamış ve Wollstonecraft`in bu eseri “feminist özgürlük bildirgesi” olarak kabul edilmiştir.
XVIII. yüzyılın başlarında ortaya çıkan feminist hareket XIX. yüzyıl’ın başlarında ilk meyvelerini vermeye başladı. Aydınlanma Avrupası’nın getirdiği olumlu hava ile beraber evrensel oy verme hakkı gelişti ve kadınlar da kendileri adına oy verme, hükümet ve hukuk oluşturma süreçlerine katılma haklarını talep etmeye başladılar.
Feminizm akımını iki farklı süreç içinde incelemek doğru olacaktır. İlk dalga 1830’lu yıllardan 1920’lere kadar süren, ikinci dalga ise 1920’lerden günümüze kadar süren dönemdir.
İlk dalga temel olarak liberal haklar talep etmiş ve o dönemde Avrupa’da çok yaygın olan John Locke’un düşüncelerinden etkilenmiştir. Locke, bir yandan medeni ve siyasi hakların kadınları da içerecek şekilde genişletilmesini savunurken, bir diğer yandan da özellikle oy verme hakkının kadınlara da verilmesi için çabaladı. Bu dönemde ortaya çıkan endüstrileşme ve modernleşme de daha fazla kadını evlerinden dışarıya çıkartıp, iş gücüne katılmaya sevk etti. Tabiî ki bu gelişmenin sonucu olarak, iş hayatına daha fazla katılmaya başlayan kadınlar daha fazla özgürlükler talep etmeye başladılar.
1800’lerin ortalarına gelindiğinde ise artık kadınlar sadece oy hakkı talep etmiyor, ayrıca mülkiyet hakkı, eğitim hakkı ve mesleki hakların da kadınların doğal hakları arasında yer alması gerektiğini savunuyorlardı. Bu dönemde Harriet Taylor ve J.S Mill gibi isimlerin girişimleri haricinde kadın hakları adına en önemli çabalar 1903 yılında İngiltere de Emmeline Pankhurst tarafından kurulan “Kadınların Toplumsal ve Siyasi Birliği Hareketi” ile Millicent Fawcett tarafından kurulan “Kadınların Oy Hakkı İçin Ulusal Topluluk” isimli organizasyonlardı.
Batı dünyasında 1920’lerde kadınların seçme ve seçilme haklarını büyük ölçüde elde etmesi ile beraber, paradoksal olarak feminist hareket bir durgunluk sürecine girdi. 1929 Büyük Ekonomik Buhranı ve Dünya Savaşı dönemleri, kadınların ilgi ve enerjilerini bu konulara harcamalarına sebep oldu. Bu dönemde kadınların ilgi gösterdiği konular daha ziyade refahın arttırılması, sağlık sistemi ve annelik ile ilgili devlet desteğinin arttırılması idi.
Feminizm akımında ikinci dalga ise 1960’li yıllarda başladı. 1940’lı yıllardan bu yana kadınların eğitim seviyesinde meydana gelen yükselme ve kadınların iş hayatına katılımının artması bu yeni dalganın sebepleri arasında gösterilebilir. Bu dönemin önemli feminist düşünürleri arasında “İkinci Cinsiyet” isimli eseriyle Simone de Beauvoir başta olmak üzere Betty Friedan, Germaine Greer ve Juliet Mitchell gösterilebilir. “İkinci Cinsiyet” isimli eserinde dönemin en etkili düşünürlerinden Simone de Beauvoir erkekleri, kadınları toplumdaki ''diğerleri'' olarak tanımlamakla suçladı.
Bu dönemde feminist hareket içinde tartışılan konular daha ziyade evlilik, boşanma ve iş kavramlarıdır. Bu dönemde kadınlar aile gibi geleneksel olarak ait oldukları kurumlardan sıyrılarak mali, sosyal ve ahlaki olarak uzaklaşmaya başladılar. Bunun bir sonucu olarak özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarda kadın haklarını savunan grupların sayısında önemli bir artış meydana geldi. Bu dönemde ağırlıkla tartışılan konular kadınların erkeklerle aynı iş için aynı maaşı alması, hukuken eşit haklara sahip olması, aile planlaması ve çocuk doğurup doğurmama kararını kendi belirlemesi ve kürtaj hakları oldu. 1960 ile 1980 arasındaki son yirmi sene içerisinde ise hem feminist hareket hem de feminist edebiyatı ciddi bir biçimde zenginleşti. Bu yirmi sene zarfında kazanılan bütün entelektüel, sosyal ve siyasi haklara rağmen 1980’li yıllar feminist akım için zorlu geçti. Tüm alanlarda feministler seslerini daha fazla duyurmasına, yüksek öğrenimde kadın hakları çalışmaları yaygınlaşmasına rağmen 1980’li yıllar tüm dünyada “Yeni Sağ” hareketinin yükseldiği yıllar oldu. Yeni Sağ geleneksel ve ataerkil ailenin önemini vurgulayan, medeni haklara ve refah devletine yönelik ciddi bir eleştiriye başladı.
1980’li yılların sonu ve 1990’ların başında ise feminist hareketin entelektüel ilgisinin siyasi ve ekonomik meselelerden kültürel, psikolojik ve linguistik meselelere kaydığını görüyoruz. 1990'lı yıllarda iletişim ve ulaşım teknolojilerinde meydana gelen devrim sonucu ortaya çıkan küreselleşme süreci, içinde bulunduğumuz dönem açısından kadın haklarının savunulmasının önünü açtı. İnternet, dünyanın dört bir yanındaki kadın hakları savunucularını sanal ortamda bir araya gelip, fikir üretmelerine olanak sağlarken, ulaşım teknolojilerinde meydana gelen devrim ise dünyanın çeşitli bölgelerindeki kadın hakları savunucularının arasındaki fiziki mesafeyi azaltarak, bu kişilere ortak hareket etme imkânı sağladı. Ancak yeni bir küresel kriz yaşamakta olduğumuz bu günlerde, ekonomik zorluklar ve küreselleşmeye tepki olarak Batı toplumlarında yükselişe geçen “Yeni Sağ” hareketleri önümüzdeki dönemde de kadın hakları açısından önemli birer engel teşkil etmeye devam etmektedir.