1933 Üniversite Reformu Sempozyumu

Tarih Vakfı’nın, Türk Musevi Cemaati’nin katkılarıyla düzenlediği 1933 Üniversite Reformu Sempozyumu 18 Aralık’ta Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleşti. Akademisyenler, tanıklar 2.Dünya Savaşı Almanya’sından kaçan profesörlerin eğitim reformuna ve Türk bilim dünyasına katkılarını bir kez daha dile getirdiler

Virna BANASTEY Toplum
24 Aralık 2008 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü, tarihe ışık tutacak bir sempozyuma ev sahipliği yaptı. 18 Aralık Perşembe günü gerçekleşen sempozyumda 1933 Üniversite Reformu ve buna bağlı olarak Almanya’dan gelen profesörler, hem akademisyenler, hem de o dönemi bizzat yaşayanlar tarafından masaya yatırıldı. Tarih Vakfı tarafından Musevi Cemaati’nin katkılarıyla düzenlenen “75. Yılında 1933 Üniversite Reformu: Görüşler ve Anılar” başlıklı sempozyumun açılış konuşmasını da Vakfın Başkanı Prof. Dr. Murat Güvenç yaptı. Güvenç’ten sonra mikrofonu alan Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya da cemaat olarak bu çalışmada yer almalarını sağlayan süreci kısaca anlattı.

1933 Üniversite Reformu’nun konuşulduğu ilk oturum, Oturum Başkanı Yard. Doç. Dr. Mehmet Alkan tarafından düzenlenen ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Darülfünun’dan Üniversite’ye Kritik Evreler’ başlıklı sunum ile başladı. Alkan’dan sonra söz alan Prof. Dr. İlhan Tekeli, üniversite reformuna siyaset perspektifi ile değil, eğitim tarihi perspektifi ile bakmak gerektiğini dile getirdi. Prof. Tekeli, gelen yabancı profesörlerin yanına yetişmesi amacıyla asistanlar verilmediği için reformun kalıcı olmadığı, gelen profesörlerin emekliliklerinin temin edilmemesi nedeniyle birçoğunun da bir süre sonra geri döndüğünü dile getirdi.

‘1933 Tasfiyesine Eleştirel Bir Bakış’ başlıklı bir konuşma yapan ikinci konuşmacı Prof. Dr. Mete Tunçay ise gelen Alman profesörlerin yerlerini aldığı tasfiye edilen Türk eğitimcilere dikkati çekti. Tasfiyenin siyasi nedenlerle yapıldığını vurgulayan Prof. Tunçay, “Gelen profesörler tasfiyenin nedeni miydi, sonucu mu?” sorusunu ortaya attı.

Sempozyumun öğleden sonra gerçekleşen ikinci oturumunun başlığı ise, “Aileden Anılar: Türkiye’de Doğmak-Büyümek” idi. Mesut Ilgım başkanlığındaki oturumun konukları ise, isimleri bugün bile saygıyla anılan, dönemin dallarında önde gelen Alman profesörlerinden üçünün, Türkiye’de doğup büyüyen çocukları idi. Türk Ticaret Kanunu’nun mimarlarından hukuk profesörü Ernest Hirsch’in oğlu Enver Tandoğan Hirsch, Türk isminin hikâyesine yer verirken, Güzel Sanatlar Akademisi’nin önde gelen isimlerinden heykeltıraş Rudolf Belling’in kızı Elisabeth Weber-Belling, Akademi’nin bahçesinde geçirdiği çocukluk günlerini anlattı. Prof. Alfred Heilbronn oğlu Kurt Heilbronn ise konuşmasını Türkçe yaparak, kültürümüze halen ne kadar yakın olduğunu kanıtladı.

Günün son bölümünde ise o dönemin tanıkları söz aldı. Alman profesörleri, öğrencisi olma fırsatını bulan, asistanlığını yapan veya şahsen tanışan kişilerin ağzından dinleme fırsatı bulduk. Oturum Başkanı Prof. Dr. Kemal Önen, biyokimya profesörü Felix Haurowitz, fizyoloji profesörü H.Wintersteinn, mikrobiyoloji profesörü Hugo Braun’dan bahsederken onların sadece başarılarından değil, karakterlerinden ve insan ilişkilerinden de bahsetti. Prof. Önen’in üzerinde durduğu isimlerden biri de Prof. Philipp Schwarz oldu. Sadece üniversitede ders vermekle kalmayan, İstanbul’un tıp hayatına da adapte olan Schwarz, Alman profesörlerin Türkiye’ye gelmesini ayarlayan kişi olarak da öne çıktı. Prof. Dr. Ali Ülkü Azrak ise Roma Hukuku konusunda dünyanın önde gelen isimlerinden biri olan Prof. Andreas Schwarz’ın eski hukukla modern hukuku birleştirme alanındaki başarısına dikkat çekti.

 Prof. Dr. Ünal Tekinalp, Ernest Hirsch’i anlatırken Almanya’ya geri döndükten sonra Berlin’de iki ay birlikte çalıştığını ve ölümüne kadar kendisiyle her hafta mektuplaştığını anlattı. Prof. Tekinalp sözlerinde, yıllar boyu süren temasları sırasına Hirsch’den edindiği şahsi derslere de yer verdi.

Günün en ilgi çekici anı ise Prof. Erich Frank’ın asistanlığı yapmış ve şu anda 96 yaşında olan Prof. Dr. Ferhan Berker’in sempozyuma katılmasıydı. Yaşı itibariyle, anılarını fazla dile getiremeyen Prof. Berker, yine de tüm dinleyicilerden ve katılımcılardan büyük alkış aldı.  Bir kokteyl ile sona eren gün, kimilerinin tarih kitaplarında yazmayan bilgiler edinmesine, kimilerinin de uzun yıllardır hafızalarının derinliklerinde gizli kalmış anıların canlanmasını sağladı.

ORDAN BURDAN / Beki L. BAHAR

Bir sempozyumun ardından

18 Aralık günü “75. Yılında 1933 Üniversite Reformu Görüşler ve Anılar” Sempozyumu Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere Kampusu’nun en büyük salonunda yer  aldı. Salonu daha bir dopdolu beklerdim Belki büyük oluşu yanıltı... Hoş zaman zaman izlediğim bu tür etkinliklerde durum hep aynı talebeler ilgisiz. Oysa girerken kantinin önünden geçmiştim, dopdoluydu.

İlk iki bölümü izleyenlerin konuşmacılara soruları, bazen de karşı çıkmaları, eklemeleriyle  daha bir hararetli geçmişti. Reform, devrim, epope kim nasıl adlandırsa adlandırsın Atatürk’ün öngördüğü doğrultuda Büyük Millet Meclisi’nin onaylaması ile ‘Darülfünun’  bir Fen Evi denilen İstanbul’daki yüksek eğitim, yeri batılı anlamda bir üniversiteye dönüştürülmüştü. Bu arada hocalarının tümüne yakının işine son veriliyordu. Kuşkusuz yaşın,  yanında kuru da  yanmıştı. Osmanlı idaresinin Sorbonne’ da okuttuğu hukukçu   Ord. Prof. Mişon Ventura  vb. gibi..  Bu büyük değişim Cenevre’de yaşayan Alman Prof. Alber Malche’nin önerilerine uyularak gerçekleştirilmiş, yerlerine Nazi yönetiminden kaçan Alman ve Alman Yahudi’si hocalar yerlerine atanmışlardı. Bu da neden ve sonuç açısından değişik çevrelerce  günümüzde bile  haklı haksız  tartışmalarına  yol açar.

Sempozyumun üçüncü oturumu Doç. Dr. Arın Namal’ın konuya değişik açıdan ele alan  değerlendirmesi  ile başladı.. Alman erkek profesörlerin arkasında kalan onlar gibi birer mülteci haymatlos olan uzman veya yardımcı kadınlardan  laborant, kliniksyen, ve hastabakıcılar… Evet o  yıllarda  hastabakıcı nitelikte kimse  de yok gibiydi, o kadar  ki  Almancası Türkçeleştirilerek “şvayzer” sözcüğü kullanılır oldu. Dr. Namal, Berthold  Breht’ın çok sevdiğim bir dizesiyle başladı: “Sezar zaferden zafere koşarken aşçısından söz edilmez…” Bu profesörlerin meslekleri başarıları anlatılırken onlara yardımcı olan arkalarındaki  elemanların adı geçmez...Ünlü sözdür ‘Her başarılı erkeğin  arkasında, bir kadın vardır..’ Her işte başarılı olan kadınlar var günümüzde kanımca “Her başarılı insanın arkasında biri vardır.” denileceği zaman kadın erkek eşitliğin gerçekleşmiş olacaktır. Dr. Arın Namal objektif ve insanı açıdan yaklaşıyor konuya; dünyanın neresine giderse gitsin memleketini özler insan kovulmuş veya terk etmeye mecbur olmuş olsa da, adapte olmaya, en iyisini vermeye çalışır müteşekkir olduğu yeni ülkeye… Gene de vatansız, sığıntı, misafir, mülteci sıfatlarından kurtulamaz. Türkiye’ye sığınan bu entelektüellerin, geride kalan yakınlarını ziyarete  gidip  görme olanağı yoktur. Kanunlar, başka bir işte  çalışma olanağı vermez.  Ülkede Sosyal Sigorta garantisi de yoktur. Bu kadınların ikisi  dışında, evlenmeden çoluk çocuğa karışmadan, yaşamışlar. Rosa Mayer, ülkemizde  ölenlerdendir… Dr. Namal bu yararlı kadınları ülkemizin pek de bilinmez karlı dağlarında açan kardelen çiçeklerine benzetti, onların  bir resmini ekranda yansıtarak konuyu noktalandırdı.

Bu konuşma sonrasında kutlanmağa değer bir çalışmayla sempozyumu organize edenler  Prof. E. Hirsch, Prof. A Heilbernn’nin oğulları ve heykeltıraş Rudolf Belling’in kızına erişip bir masada  oturttular. Babalarıyla ilgili, anılarını anlattırdılar. Arada o zamanların talebeleri de eklemelerle katılınca konu daha bir ilginç ve bilgilendirici oldu.

Başarılı bir sempozyumdu… Gerçekleştiren ve düzenleyen Tarih Vakfı ve  Türk Musevi Cemaati’ni kutlamak gerek.