Dalya evlenir evlenmez eşinin annesi bu hayata gözlerini yumar. Eşi Mordo çok çaresizdir. Babasını yalnız bırakmak istemiyordur. Dalya bu durumu anlayışla karşılar. Mordo’nun babası Yosef onların evine taşınır. Herkes Dalya’yı tebrik eder: “Aferin kızım! Bu devirde senin gibileri yok. Eskiden hayat çok farklıydı. Çoğu ailenin evinde anneanneler, babaanneler, dedeler yaşardı. Sonra bu olay yavaş yavaş sona erdi. Sen üstün nitelikte bir insansın. “Helal olsun sana” diyerek onunla gurur duyarlar.
Yosef fazla ağırlık vermeden yaşamızı sürdürür. Ancak yüzündeki o hayat ışığı tamamen sönmüştür. Suratı hep asıktır. Sürekli mutsuzdur. Fazla yemez, içmez. Belli ki bir derdi vardır. Dalya bunu eşine açar: “Eskiden baban çok neşeli bir insandı. Bizi güldürürdü. Sohbeti tatlıydı. Bizim eve geldiğinden beri bambaşka bir karaktere büründü. Nesi var merak ediyorum. Bir konuşsan” diye dert yanar. Mordo: “O, anneme çok bağlıydı. Kolay mı insanın hayat arkadaşını bir anda toprağa vermesi! Sonra evi elinden çıktı. Yaşlı insanlar anılarıyla huzur bulur. Hatıralarıyla dolu evinde şimdi başkaları oturuyor. Oğlunun evi de olsa çekiniyordur adamcağız. Bir anda tüm yaşamı alt üst oldu. İdare etmeliyiz, hayatım” der.
Dalya’nın da siniri buna vurur. En yakın arkadaşına dert yanar: “Yeni evlendim. Evime kayınpederim geldi. Ona gore yemekler yapmalıyım. Sorumluluklarım arttı. Adamın tansiyonu var. Tuzlu yiyemez. Yağlı yiyemez. Ona ayrı kap hazırlıyorum. Çamaşırı ütüsü var. Problem değil ama o kadar ona evimi açtım adamın yüzünü görsen. Zannedersin burada ona işkence yapıyoruz. Evde bir negatif hava sorma. Neden bu kadar mutsuz onu tam çözemiyorum. Bazen vicdan azabı çekiyorum. Ben bilmeden birşey mi yapıyorum ona diye düşünmekten bana geceler uyuyamıyorum. Ne şanssızmısın ben?” diye söylenir.
Bir gece Dalya çok ilginç bir rüya görür. Rüyasında bir sabah kalkıyordur. Elleri pespembe ve buruşuktur. Aynaya bakınca şaşırır. O artık yaşlı tonton bir kadındır. Kendine uzun süre bakar. Gözlerine inanamaz. Saçları bembeyazdır. Yürekten beli ağrıyordur. Masaya oturur. Gazeteyi açar. Bir bakar ki; en yakın iki arkadaşı daha vefat etmiştir. Kendi kendine: “Eskiden hep evlenenler köşesine bakardım. Tanıdıklarıma, akranlarıma rastladım. Sonra barmitsva yapanları tanır oldum. Şimdi her hafta bu dünyaya gözlerimi kapayan yakınlarımın isimlerine rastlıyorum. Kabus gibi birşey bu” der kendi kendine. İçeri bir vız girer: “Günaydın anne. Uyandın mı? Çay koyayım mı?” der. Belli ki bu gelinidir. Dalya: “Yok kızım ben koyarım” der. Der ama elleri titriyordur. Çayı Masaya döker. Gelinin suratı ekşir. Ona öyle bir bakar ki; “Ne işin var da çay döküyorsun” gibisindedir. Bir çayını bile kendi dolduramayacak duruma gelmiştir. Bu korkunç bir şeydir. Bir çay daha içmek isterse gelininden rica edecektir, bud a çok zordur. Halbuki o her sabah en az üç çay içmektedir. Sonra oğlu içeri girer. Eşini öper oturur. Annesine: “Anne ilaçlarını unutma. Üstüne büyük büyük yandım. Bu sabah, bu öğlen diye. Karıcığım yine de sen ilgilen yanlışlık yapmasın” deyince Dalya’nın içine bir sıkıntı girer. Çocuktan beter davranıyorlardır ona. Bir ilacı bile doğru düzgün içemeyeceğini düşünüyorlardır. Oğlu “Büyük büyük” derken sesini bile yükseltmiştir. Çocuk gibi davranıyordur ona.
Dışarı çıkar. Parkta yürür. Bir adam nazikçe “teyze yardım edeyim mi? Karşıdan karşıya geçerken?” diye sorar. Dalya durur. “İnsanlar benim karşıdan karşıya bile geçemeycek durumda olduğumu mu sanıyorlar? Ben daha birkaç yıl once neler yapabiliyordun? Ne oldu bana? Insanların bile bakışları değişmiş.” Der şaşkınlıkla bakarak.
Bir bankta oturup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Çocular gibi. Yanına yaşlı bir bey oturur. Adam: “Sizi anlıyorum. Insan yaşlanınca bazen bir sıkıntı saplanıyor bedenine. Eski dostlarını yaprak dökümü gibi kaybediyorsun. Ben hayat arkadışımı kaybettim, hanımefendi. Evimi kaybettim. Oğlumun yanındayım. Çok şükür bana iyi bakıyorlar; ama o kavurucu bakış yok mu beni çıldırtıyor. Bana ihtiyar muamelesi yapmalarına dayanamıyorum. Gelinin “Dur bama ben sana yemek koyayım sen dökersin” ya da “Sen bırak otur bir köşeye biz alarızı biz yaparız, biz evdeyiz” deyişleri beni çok üzüyor. Her an yaşlı ve işe yaramaz olduğunu suratıma vuruyorlar. Bana iş verseler beni adam yerine koysalar olmaz mı? İhtiyarım diye eski, işe yaramaz siyah beyaz bir televizyon gibi beni bir köşeye koymaları beni mutsuz ediyor” diye açıklar. Dalya adamın suratına iyice bakar. Bu, kayınpederidir ve o an inan ter içinde uyanır.
Royasından çok etkilenmiştir; ama sonunda kayınpederimin mutsuzluğunun sebebini bulmuştur. Artık ona normal insane gibi davranacaktır, sabah kalkar ve ona “Baba, sizden birşey rica edeceğim. Bu gün arkadaşlarım gelecek de pastaneden alışverişimi yapar mısınız? Bir tatlı bir tuzlu bisküvi makbuzu ödedin” der gülümseyerek.
Evet sonunda yüzünde tatlı bir tebessüm belirmiştir.
Bu günden sonra Dalya ona evinde yaşayan yaşlı bir insan gibi değil; evinde yaşayan bir insan gibi davranır. Ondan yardım ister. Onunla sohbet eder. Dertleşir. Fikirlerini alır. Onlar iki çok iyi dost olurlar. Bir Pesah Bayramı’nda Yosef kadehini kaldırır: “İyi bir gelin almakla bir kız sahibi olunur derlerdi de inanmazdım, doğruymuş. Beni hayata bağlayan, beni anlayan mükemmel gelinine kadeh kaldırıyorum. Seni çok seviyorum, presyadam” der.
Dalya onu çok iyi anlıyordur; çünkü kısa bir süre için bile olsa onunla aynı duyguları yaşamıştır. Anlamıştır onların hislerinin yoğunluğunu, yaşadıkları karmaşayı ve ona gore davranıp mutluluğa yakalamıştır en sonunda…
Not: Bir an durum ve empati kurarak kendinizi yaşlı biri olarak hayal edin. Neler hissederdiniz? Neler beklerdiniz? Ne arzu ederdiniz? Bunları kale alıp bu insanlara daha doğal, daha samimi davranıp, onların duygularını anlamaya çalışsak yaşantımıza güzellikler kalmış olmaz mıyız? Hepinize sağlıklı, etrafında gülen gözlerle size bakan aile büyüklerinin yoğun ilgisiyle dolu günler dilerim…