Geçtiğimiz yaz, Antakyalı arkadaşlarımız Ceni-Matuk Kebudi'nin davetlisi olarak yaptığımız Antakya seyahatinin dokuz gününü Arsuz beldesinde geçirdik. Bu sevimli tatil koyunu ve arkadaşlarımızla orada geçirdiğimiz muhteşem tatili sizlere aktarmak istedim
Anadolu’yu daha yakından tanımamıza bir fırsat olacağını düşünerek, bu yolculuğu eşimle kara yolundan yapmaya karar verdik.
Anadolu gerçekten bir başka imiş! Yolculuğumuz boyunca, Türkiye’nin inanılmaz doğa güzelliklerini görmek bizi hayran bıraktı. Bütün vahşiliğiyle yakından gördüğümüz ve üstünü kaplayan tuz tabakası sayesinde üzerinden arabaların dahi geçebildiği Tuz Gölü; sönmüş bir volkan olan Hasan Dağı ve Toros Dağları arasından geçerken burnumuza gelen et kokuları ile Haymana yaylası ve Amik ovasından sonra ver elini Antakya’nın tatil beldesi Arsuz. Tüm Antakya Yahudileri, yaz aylarını tatil beldesi Arsuz’da geçirdikleri için, rezervasyon yaptığımız Arsuz Oteline doğru yol aldık. Arkadaşımız Matuk Kebudi, sağ olsun, gezerken bu küçük köy hakkında tüm bildiklerini, bize aktardı.
Arsuz Köyü, İskenderun’a 33 km, Antakya’ya 95 km uzaklıkta bulunuyor. En güneyinde İskenderun Körfezi’nin uç noktası var. İskenderun, Gaziantep ve Antakya’nın halkı, yazları tatillerini geçirmek üzere Arsuz’a gelirlermiş. Buraya gelen yazlıkçıların büyük bir kısmının burada yazlık evleri olduğu gibi, bir kısmı da yaz ayları burada ev kiralarlarmış.
Arsuz’ta evleri olan bir kısım Antakya ve İskenderun kökenli Hıristiyan kesim, yıllar önce Almanya İsviçre ve Fransa’ya göç etmelerine rağmen, terk ettikleri toprakları çocuklarına tanıtmak ve unutulmamasını sağlamak amacı ile her yıl yaz aylarında aileleri ile buraya gelirlermiş. Arsuz sahillerinde Fransızca, Almanca ve ana dilleri Arapça lisanlarının konuşulduğunu duyuyorsunuz. Arsuz halkının çoğunluğunu Hıristiyan Ortodokslar oluşturduğu için, eskiden buraya “Hıristiyan Köyü” denirmiş. Bugün, Arsuz’ta her gün faaliyette olan tek bir kilise var.
Arsuz’dan İskenderun’a, yaz ayları, her on dakikada bir; kış ayları ise her yarım saatte bir, dolmuş kalkıyormuş. Son yıllarda, Arsuz’un daha fazla rağbet görmesi üzerine, yeni karayolu bağlantısı, otobanla birleştiriliyormuş.
Akdeniz’e akan Uluçınar (Arsuz) Nehri, Arsuz Köyü’nden geçiyor. Köyün balıkçıları ve deniz meraklısı tekne sahipleri, teknelerini bu nehrin kıyılarına bağladıkları için
Uluçınar Arsuz Nehri beldenin marinası görevini üstleniyor.
Beldenin kumluk olan sahili çocukluğumuzun Ataköy ve Florya’sını anımsattı. Deniz, sığdan başlıyor, ilerledikçe de derinleşiyor. Hele çocukların kova ve kürekleri ile kumdan yaptıkları kaleleri görünce, tekrar çocukluğumdaki gibi onlarla kumda oynamaya can attım. Denize her girişimizde, suda en az bir saat kalabiliyorduk, suyun sıcaklığı ve kaldırma kuvveti, bize yorulmadan yüzebilmenin ve uzun süre suda kalmanın keyfini yaşatıyordu. Ayrıca suyun berraklığı ve küçük balıklarla beraber suda kalmak, bizlere, zevkine doyulmaz bir haz veriyordu.
Yaz aylarını Arsuz’ta geçiren Yahudilerin çoğu, Arsuz Oteli’ne aidat ödeyerek, otelin sahilinden denize girmeyi tercih ediyorlar. Yazlık beldenin çevresinde, yakın zamanda inşa edilmiş lüks siteler olmasına rağmen, Yahudi aileler birbirlerine yakın olabilmek amacıyla Arsuz’un içinde oturmayı tercih ediyorlar. Her yaz, yıllar önce İstanbul’a göç etmiş Antakya Yahudilerinin bir kısmı, tatillerini geçirmek üzere Arsuz’a geliyorlar.
Yolda yürürken, her adımda bir, bir kasap veya fırıncı olması dikkatimi çekti. Akşam olunca da, kır düğünü atmosferindeki Mikail Usta’nın restoranında yemek yemek ayrı bir zevkti.. Katıklı ekmek, lavaş ekmeği, börekleri ve tepside balığı, Arsuz halkının pişirilmek üzere sokaktaki fırınlara götürmeleri, bana yıllar önce annelerimizin Cuma günleri, mahalle fırınlarına götürdükleri tepsileri anımsattı.
Buradaki kasaplardan öğrendiğimiz başka bir özellik ise, kesimhanelerde hayvanın dişisinin, zamanı gelmeden kesilmemesi gerektiği oldu.
Arsuz’ta gündüzleri sıcaklık 38-40 dereceye varmasına rağmen, havanın rutubetli olmaması nedeniyle, bu sıcaklığa dayanabiliyorsunuz. Akşamları ise Soğukoluk Yaylası’nın esintisi insanı rahatlatıyor. Geceleri gençler diskolarda sabaha kadar dans ediyorlar. Tesadüf eseri, oraya vardığımız gece, Teoman en büyük diskoda konser veriyordu.
Köyün nüfusu, kışın 3500-5000 civarında iken, yazın nüfus 40.000’i aşıyor. Yollarda gördüğümüz Ürdün ve Suriye plakalı lüks arabalar bizi hayrete düşürdü. İlgimizi çeken bir başka şey ise, Suudi Arabistan’da çalışan lokantacıların ve Alevi Müslümanların, yazı geçirmek üzere buraya gelmeleri oldu. Beldenin, Höyük Köyü’nde, Şıh (Şeyh) Adem'in yazdığı muskalardan medet uman insanların oluşturduğu uzun kuyruklar görülmeye değerdi.
Nehrin kenarındaki, bol dedikodu yapılan çardak bahçesinden bahsetmeden geçmem mümkün değil. Dokuz gün süren Arsuz tatilimizin bir gününde de, dostlarımız Ceni ve Matuk Kebudi bizi Soğukoluk Yaylası’na çıkardılar ve diğer arkadaşlarla beraber, Antakya'nın meşhur muhammara ve abugannuç mezelerini yiyerek keyfili bir gün geçirdik O gün, Soğukoluk'un çam kokulu yayla havasını içimizde hissettik. Fıstıklı Antep baklavasını da yedikten sonra, İskenderun'da Kordonboyu Gezintisini de yaparak günün finalini kapattık.
Yazları artik Bodrum’u Antalya’yının yanı sıra Arsuz’u denemenizi tavsiye edeceğim. Bol güneşli ve denizli bir tatil istiyorsanız, her çeşit lisanin konuşulduğu, aile turistlerin bol olduğu ve kesenize zarar vermeden gönlünüzce eğlenebileceğiniz Arsuz sahillerine gidin diyorum.