Lüpçü Yahudi düşmanları
Şu Gazze sanıldığının aksine ne bereketli toprakmış, ora ahalisinin sırtından geçinen geçinene...
Önce son günlerde, eğitim uçuşlarını Konya ovasında yapan, hedefe tam isabet bombalamayı topraklarımız üzerinde öğrenip, Gazze’de Filistinli çocukları öldüren İsrail uçaklarının bombardımanının hemen ardından hamasi nutuklar atarak, Filistin ile ya da daha doğrusu Filistin bahane de, pek de umursamadığı mazlum Müslümanlar ile seçim sandığına yönelik ilişkiye girmek isteyen Recep Tayyip Erdoğan esip gürledi. Çevreyi yıktı geçirdi. Hepsi lafta kalan tepkilerini birbiri ardından sıraladı.
Bilenler bunun laf-ı güzaf olduğunu, kimsenin aldırmayacağının farkındaydılar.
Gerçek tepki “Bundan böyle senin benim topraklarım üzerinde talim ve eğitim uçuşu yapmanı yasaklıyorum. Çünkü sen edindiğin eğitim ile gidip Müslüman kardeşlerimi vuruyorsun” demekti. Ama Tayyip Bey’i iktidara taşıyan ABD’deki Yahudi lobisi bu işe ne derdi?
Tayyip Bey ne Ortadoğu olayının tam ayırdında, ne de Filistin sorununun, o son olaylara katledilen Müslümanlarla dayanışma etiketli, sandık amaçlı bir yöntemle yaklaşıyor her şeye. Aslında Müslümanlar falan da umurunda değil. Nitekim Irak’ta Amerikan cinayetleri karşısında kılı bile kıpırdamadı. Müslümansa, Iraklılar da Müslümandı, ama Patron Bush’a karşı çıkmak mümkün değildi.
***
İsrail’e ve İsrail’in kınanası politikasına, öze inmeyen lafta kalan karşı çıkışın ardında ise Tayyip Bey’in partisinin bağnaz tabanını da aşan ve ne yazık ki, Türkiye’de artan tutuculuk ve onun mahalle baskısı sonunda büyük bir tehlike halini alan yabancı düşmanlığında ilk sırayı alan anti-semitist (Yahudi düşmanı) duyguları sömürerek sandık rantına çevirmek isteyen taktik bulunmaktadır.
Bu çok tehlikeli bir oyundur.
Tarihi boyunca pek önemli bir Yahudi karşıtı olaya sahne olmamış, bu çok çekmiş kavmin çocukları için bir güven adacığı olmuş olan topraklarımızda, şimdiye kadar gür çıkmayan kimi Yahudi düşmanı sesler yükselmeye başlamış bulunmaktadır.
Aynı zamanda kovuşturulması gereken bir suç oluşturan bu davranışa, kışkırtması iktidar partisi yandaşı gazeteler ile, belirli cemaatlerin örgütlü oldukları camilerden geldiği için, devlet seyirci kalmaktadır.
Emperyalist İsrail politikaları din ve kavim temeline indirgenerek, ırkçılığa malzeme haline getirilmektedir.
Son yıllarda siyasal İslamın yükselmesi ile birlikte Yahudi düşmanlığının da tırmanışa geçtiği olayları izleyenlerin gayet iyi bildikleri bir gerçektir.
***
Bu tırmanan Yahudi düşmanlığı, Musevi kökenli yurttaşlarımızı da çok rahatsız etmekteydi; nihayet Türk Musevi Cemaati yöneticileri hedef gösterildiklerini ve bundan endişe duyduklarını açıklamak zorunluluğunu hissettiler.
Musevi kardeşlerimiz kaygılarında haklıdırlar.
Üstelik karşılarındaki bağnaz dinci güruha, olayın bir din ve ırk olayı olmayıp, emperyalizmden kaynaklanan bir sorun olduğunu anlatmaya kalkmanın da bir anlamı olacağını düşünmüyorum.
Çünkü bu kafalarda hurafe ve ırkçılık yer etmiş durumda. Bu arada ne yazık ki gittikçe yaygınlaşmakta olan Yahudi düşmanlığının primini paraya, avantayla lüplemeye çevirmek isteyen aynı güruhun uyanıkları da, şimdi okullar ve camilerde Filistin için para toplamaya başladılar. Daha önce Bosna için toplanan paraların nerelere gittiğinin, Deniz Feneri çetesinin lüplediği paraların ne olduğunun bilinmesine karşın cami ve okullardan kayıtsız, makbuzsuz bağış toplanmaya devam ediliyor.
Lüpçüler ile ırkçılar avanta ve kin tabanında el ele vermişler, Filistinlilerin sırtından geçinip, vatandaşlarımızı da, tehdit eden bir şekilde Yahudilere fatura çıkarmaya çalışıyorlar.
Hödüklük ile lüpçülük gelmiş cihane, Filistin ile dayanışma bahane.
Ali SİRMEN
17 Ocak 2009
Türk Yahudileri’ne yapılan büyük haksızlık
Türk Musevi Cemaati’nin bu haftaki, “Türk Yahudilerinden Kamuoyuna Duyurusu”, Başkan Silvio Ovadya’nın ağzından yayınlandığında fazla yer bulmadı medyada...
Türk Musevi Cemaati’nin bu haftaki, “Türk Yahudilerinden Kamuoyuna Duyurusu”, Başkan Silvio Ovadya’nın ağzından yayınlandığında fazla yer bulmadı medyada. Hürriyet’te küçük bir haber, Şalom gazetesinde bir bölüm, birkaç İnternet sitesinin alt sıralarda duyurması dışında pek bir ses getirmedi doğrusu.
Ovadya’nın ağzından, dikkatli seçilmiş cümlelerle ve zarif bir üslupla kamuoyuna duyurulmaya çalışılan bu bildiri, ne yazık ki hedeflediği üzere kamuoyunun dikkatini çekmeyi başaramadıysa da ortada ‘Türkiye Yahudileri’nin dışında kalan Türkler’ tarafından algılanamayan ama çok ciddi bir durum var.
Lafı dolandırmaya falan hiç gerek yok. Türk Yahudileri, kendilerine son dönemde reva görülen muameleden son derece rahatsız, maruz bırakıldıkları eleştiri ve açık saldırılar yüzünden ciddi biçimde tedirgin hatta ne yapacağını bilmez durumda. Yahudi cemaati içinde, son dönemde Gazze’de olanlar yüzünden kendi ülkelerinde ‘öteki’ konumuna düşürülmüş olmaları son dönemin birinci gündem maddesi.
Bu insanlar çocuklarını okula gönderirken, evlerine girip çıkarken, işlerini yaparken son derece büyük bir tedirginlik içinde yaşıyor. İşin garip tarafı, içine düştükleri bu ‘ait olmama’ ve ‘her an kendilerinin veya sevdiklerinin başına bir şey gelebilir korkusu’, sahipleri arasında bulundukları ülkenin insanlarından kaynaklanıyor.
İsrail’in yürütmekte olduğu operasyonu kınayan bir bildiri yayınlamaları isteniyor, işyerlerinin önünde protesto gösterileri yapılıyor, Yahudi ve İsrail düşmanlığının sorumlusu ya da en azından yandaşıymış gibi bir muameleye maruz kalıyorlar. Oysa en son kontrol ettiğimde onlar da bu ülkenin, en az bizim kadar (yani Yahudi olmayan diğer tüm etnik ve kültürel kökenli insanlarını kast ediyorum) vatandaş ve hak sahibiydiler. Ne oldu da birden bu haklarını ve konumlarını kaybettiler?
Bin Ladin’in ya da Hamas’ın kanlı eylemlerinden sonra AB veya Amerika da, “Türkiye Müslümanları kınama yayınlasın” buyursa ne hissederiz acaba? Türkiye’de birtakım gruplar kendilerini bu vatanın öz, diğerlerini ‘üvey’ evladı sayma cüretini nereden buluyor merak ediyorum.
Vatan sahipliği hakkı, bu topraklara daha önceden gelmeye dayandırılıyor adeta. Biz yani Osmanlı İmparatorluğu, 500 yıl önce İspanya’dan kovulan Yahudilere kucak açarak ‘büyüklük göstermişiz ve onlar da bunun diyeti ödemeliymiş’ görüşü, bazılarınca utanmadan dile getirilip tartışılabiliyor.
“Erken gelen oturur” kuralı geçerliyse bizden binlerce yıl önce Anadolu’ya gelmiş kavim ve kültürlerin haklarını nasıl teslim edeceğiz o zaman? Ayrıca 500 yıl önce Yahudilere bu toprakları açtığında Osmanlı, bir grup başıbozuklar ordusu mu aldı sınırlarından içeri? O dönem gelen Yahudiler servetlerini, ticaret ve zanaat bilgilerini, makbul Avrupa görgü ve kültürünü getirdiler bu topraklara. Osmanlı elitleri Yahudileri ‘buyur’ ederken, bunları hesaplamadı mı sanki?
Kaldı ki Osmanlı’nın üzerinden çok sular aktı. O dev medeniyetin ve kültürün üzerine eşitlik üzerine temellenmiş koskoca bir cumhuriyet kuruldu. Bu yapının en temel taşı; herkesin eşit haklara sahip olması ve kimsenin daha imtiyazlı veya daha fazla hak sahibi olduğunu iddia edememesi. Biz, Osmanlı’dan bile böyle bir eşitsizlik kültürü devralmadık ki aradan geçen bunca zamana rağmen düşünce sistematiğimizde bu kadar geri düşelim.
Türkiye Yahudileri, bu ülkenin herkes kadar sahibidir. Şu anda içinde bulundukları ‘dışlanmışlık’ ve ‘ötekileştirilmişlik’ hissini asla hak etmemektedirler. Geçenlerde anneannesini kaybeden Yahudi bir dostum, Musevi cemaatinin tedbirli davranma arzusu üzerine ölüm ilanı bile vermeden uğurlamak zorunda kaldı canının içini. Hayatını bu topraklarda geçirmiş, tüm maddi ve duygusal yatırımını bu ülkeye yapmış insanlara sizce de büyük haksızlık olmuyor mu bu tavırlar? Yahudileri bırakın, kendi vicdanınız kaldırıyor mu bunları? Çocuklarınız için oluşturmak istediğiniz örnek, onlara bırakmak istediğiniz ülke bu mu?
Burçak GÜVEN
18 Ocak 2009
Türkiye’de Yahudi olmak
İsrail’in ve Hamas’ın karşılıklı olarak ateşkes ilan etmeleri bu savaşın başladığı günden beri Türkiye’deki Musevi cemaatine karşı ve genel olarak Yahudilere karşı sürdürülen “sivil” politikaların yanlışlığını irdelemek ve eleştirmek için bir mani teşkil etmiyor. Tam tersine daha da serinkanlı bir biçimde düşünmek ve gösterdiğimiz çok vahşi ve vahim tepkiyi anlamak için şimdi daha rahat durup konuşabiliriz. Yahudilik ve İsrail devleti
Oturduğum binanın kapısına yapıştırılmış bir el ilanında “Yahudi doktorlara gitmeyin, Yahudi mallarını protesto edin” dedikten sonra burada tekrar etmeyi her türlü ahlak ve nezaket kuralına aykırı bulduğum bir ibare yer alıyordu. Sokaklarda çeşitli yerlerde de benzeri çağrıların ve “açıklamaların” yapıldığını herhalde görmeyen yoktur. Basına bunun çok daha vahim örnekler yansıdı ve Amerika’da bir dönemde zenciler için kullanılandan daha galiz ifadelerle bu cemaat tahkir edildi.
Bunu kınamak için hemen durup çok naif bir edyla şimdi “Gazze’ye karşı yapılanları hiçbir yürek kaldırmazdı” gibi laflar etmeyi fazla buluyorum. Bu satırların yazarı da, bir bütün olarak basın da o konuda söylediğini söyledi, vicdani sınavını verdi. O bakımdan Türkiye’de yaşayan Yahudi cemaatına karşı sürdürülen bu kampanyayla İsrail’in Gazze’ye karşı sürdürdüğü savaş arasında hiçbir, evet hiçbir ilişki yoktur ve olamaz diyerek ilk saptamayı yapayım.
Gerçekten de uzun bir süre devam ettirilen yanlış o oldu: ortada cereyan eden savaş Yahudilerin Gazze’ye karşı açtığı bir savaş olarak değerlendirildi. Oysa öyle değil. Türkiye’de yaşayan insanlar Musevidir ama İsrail vatandaşı değildir. Savaş ise İsrail devletinin başlattığı kanlı bir girişimdi. Faşizm baskı kurmaktır
İkinci nokta şu: Bu ayrıntı gözden kaçınca daha da beter bir şey oldu ve Türkiye’de yaşayan Yahudiler müthiş bir baskı altına alınarak, bilgisayarlarımıza gelen binlerce mesajla savaşı kınamaya davet edildi.
Dünyada bundan daha faşizan bir tavır olduğunu, olabileceğini düşünmek zordu. Öyle anlaşılıyor ki, 2. Dünya Savaşı yıllarına ait filmler sayıca çok olsa da henüz faşizmin ne olduğunu insanlara anlatmaya yetmemiş. Bir cemaat ortada cereyan eden bir vahşeti kendisi kınarsa kınar. Kınamazsa tavrını ortaya koymuştur. Karşıdaki de ona göre davranır. Ama çoğunluğun bir araya gelip bir azınlığa çok haklı gibi görünen bir şeyi yaptırmaya çalışması ne izah edilebilir bir şeydir ne de kabul. Bu iki! Şu bizim ‘zenofobi’miz
Üçüncü sorun daha da vahim: öteden beri yapılan bütün resmi açıklamalarda ve gösterilen “resmi” tepkilerde “Yahudi vatandaşlarımız” deniyor, diyoruz, ben de öyle kullanıyorum.
İlk bakışta doğru görünüyor ama orada da bir ayrıntı yok mu: bırakın yüz yıllardır bu coğrafyada yaşamalarını Cumhuriyet’ten beri bu insanlar önce TC vatandaşı, sonra Yahudi değil mi? Ulus kimliği açısından bakınca başka bir şeyin düşünülmesi olanaksızdır. Ben önce TC vatandaşıyım, sonra neysem oyum.
Bu koşul Türkiye’de yaşayan gayrımüslimlerin tamamı için geçerlidir. Kimse önce Müslüman, Çerkez, Laz sonra TC yurttaşı değildir. Aksi bir ifade kullanmak ve tespitte bulunmak akıl almayacak bir yanlışa bizi götürür. Şimdi Yahudi vatandaş denince bal gibi bir ayrımcılık yapmış olmuyor muyuz?
Bu yanlışı yaptık. Ve o yanlışla birlikte çok sorunlu bir yanımızı göz önüne serdik: zenofobi, yani yabancı düşmanlığı. Bu kültürün bütün o âlicenaplık iddialarına rağmen ne kadar yabancı düşmanlığından beslendiği, ne kadar dışlayıcı, yok sayıcı bir kültüre dayandığı yakın tarihin iç karartan olayları hatırlanarak yerli yerine oturtulabilir. Bu yanımız, kimse kusura bakmasın, bir kere daha ortaya çıkmıştır.
Eğer İsrail devletinden demokratik, insan haklarına saygılı, hakkaniyete dayalı bir tavır bekleniyorsa bu böylesi tepkilerle değil serinkanlı, akılcı ve eşitlikçi bir yaklaşımla olursa anlamlıdır. Yoksa talepte bulunanın kendisi meşruiyetini yitirir.
Hasan Bülent KAHRAMAN
19 Ocak 2009
Okullarda protesto
Dün Milli Eğitim tarihimizde daha önce benzerini gördüğümüzü hatırlamadığım bir olay gerçekleşti.
Yurdun dört bir yanındaki ilköğretim okullarında İsrail’in Gazze’ye saldırısı protesto edildi ve özellikle bombardımanlarda ölen Filistinli çocuklar için saygı duruşu yapıldı.
Ben, bunun, körpe dimağlara nefret tohumları ekebilecek ciddi bir yanlış olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca bu türden okul düzeyinde ‘topluca’ protesto ve saygı duruşlarına daha çok totaliter rejimlerde rastlandığını da unutmuyorum. Eminim K. Kore ve İran’da yapılıyordur.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bu işe önayak olarak ne yazık ki kötü bir örnek-olay yarattı. Yarın öbür gün, İsrailli çocukları öldürerek intikam alacaklarını söyleyen Hamaslı kesimden (Evet, maalesef öyleleri de var!) bir intihar bombacısı İsrailli çocukları havaya uçurduğunda, ‘Bunun için de saygı duruşu yapacak mısın?’ diye soracaklara ne cevap verecek?
Ortadoğu bu, ne olacağı bilinmez!
İsrail’in Gazze operasyonu konusundaki görüşlerimi daha önce yazdım. Hamas’ın kışkırtmaları ne olursa olsun, İsrail’in orantısız güç kullanımı kabul edilemez. Çocukların ve masum sivillerin öleceğini bile bile yoğun bir yerleşim yerini bombardımana tutmak bir insanlık suçudur.
İsrail’in ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum.
Ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Gazze’deki çocuk ölümleri konusundaki duygusal-lığını anlıyorum. Haberleri izlerken ben de gözyaşı döktüm. Çocuklara ölüm ve dehşet yağdırmayı hiçbir neden mazur gösteremez. Kurbanları Gazzeli çocuklar da olsa gösteremez, İsrailli çocuklar da...
Benim dün okullarda yapılan toplantılara itirazım da aynı nedene dayanıyor:
O okullardan birinde bir tek Yahudi çocuğunun topluca söylenenleri dinlerken yaşayacağı psikolojik parçalanma duygusunu düşünmek de beni kahrediyor!
O yaştaki arkadaşları İsrailli, Yahudi, Musevi ayrımı yapabilirler mi? Gazzeli çocukları öldürenlere yönelik toplu protesto, ömür
boyu sürecek bazı anti-semitik önyargıların başlangıcı olamaz mı?
Hele çevreleri bu ayrımı yapmayan, tam
tersine Gazze’de olup bitenleri tamamen
Yahudi düşmanlığı zehrine banarak protesto eden öfkeli büyüklerle doluysa.
Milli Eğitim’in gayretkeşliği bu kadarla kalmıyor. Öğrenci velilerine Gazze’ye yardım bağışında bulunmalarını isteyen zarflar gönderilmiş.
Buna ne gerek var? Koskoca Türkiye minicik Gazze’ye yardım etmek için öğrenci velilerine mi muhtaç kaldı? Camilerde, meydanlarda, sokaklarda yardım toplanıyor zaten. Bunu okullara niçin sokuyorsunuz?
İşin içinde Hamas olduğu için mi? Hamas’la AKP arasında özel ilişkiler olduğu için mi?
İnsan aklına gelenlerden utanıyor!..
HALUK ŞAHİN
14 Ocak 2009