Amerikan seçimleri sonrasında sürpriz bir atakla başkan seçilen Obama’nın ve yeni hükümetinin Ortadoğu’ya nasıl bir yeni kan vereceği konusunda pek çok farklı görüş var. Obama’nın vaat ettiği “ılımlı politika” bu topraklarda barışı sağlayabilecek mi?
XX. yüzyılın sonuna ve XXI. yüzyılın başına radikal yaklaşımları ile damgasını vuran Amerikan Ortadoğu politikası, uluslararası platformda atılan her yeni adımda daha fazla karmaşıklaşıp günümüzde çözülemeyecek duruma geldi. Obama’nın seçim kampanyalarında slogan olarak kullandığı ılımlı politika süreci bu topraklarda istikrarı sağlayabileceği konusunda şüpheler uyandırmakla birlikte umut da vaat ediyor.
Değişim
4 Kasım’daki Amerikan Başkanlık seçimleri sonrasında “Değişim” sloganıyla yeni başkan seçilen Barack Obama’nın Ortadoğu’da George W. Bush yönetimindeki Amerikan diplomasisinin son birkaç yıldaki işlevsizliğinden doğan boşluğu, yapıcı ve yaratıcı politikalarıyla doldurması bekleniyor. Obama’nın yeni yönetimde ortaya sunduğu temsilcilerden Dışişleri Başkanı olması beklenen Hillary Clinton’ın Ortadoğu’da başarılı politikalara imza atması büyük bir olasılık. Obama, ABD Dışişleri Bakanlığı görevine Hillary Clinton’ı getirerek -uzlaşmacı, kin tutmayan, ülkenin iyiliğini her şeyin üstüne tutan ve gerekirse rakipleriyle de çalışabilen- bir lider imajı çiziyor. Hillary Clinton’ın, ABD’nin eski Başkanı Bill Clinton ile birlikte sekiz yıllık bir Beyaz Saray tecrübesi olması Obama’nın bu teklifi ile akılcı bir yaklaşımla başlangıç yapmak istediğini anlıyoruz. ABD Başkan Yardımcılığı’na seçilen Joe Biden’in ise dış politikada ne kadar etkin olacağını henüz kimse bilmiyor. Obama’nın Biden’ı yardımcı seçme nedenleri arasında kendisinin dış politikada deneyimsiz olmasından kaynaklanan bir takım spekülasyonlara son vermek olduğu yer alıyor.
Bulunduğumuz küresel kriz ortamında yeni Demokrat yönetimin ekonomiye öncelik vereceğini ve uluslararası politikalarının yaptırımcı gücünü ekonominin oluşturacağını söylemek çok doğru olur. Bush Yönetimi’nden miras kalan askeri verimsizlik ve ekonomik kriz Obama’yı daha derinden düşünmeye ve stratejik konularda daha dikkatli davranmaya zorlayacak. Yeni Amerikan Hükümeti, devlet başarısızlığının önüne geçmek ve bunun sonuçlarıyla yüzleşmek için kapasitesini genişletmesi gerekiyor. Ekonomik ve askeri desteğin güçlendirilmesi Amerika’nın vatandaşlarına ve dünya kamuoyuna kendini yeniden ispatlaması için gerekli ve önemli bir unsur. Obama’nın ülke yönetimine getireceği bu askeri ve ekonomik güç ancak kuracağı yeni hükümet ile sağlanabilecek.
Obama’nın ülkesine karşı sorumluluklarını yerine getirebilmesi için iç ve dış politikada acil bir şekilde yapılanmayı bekleyen dosyalar var.
Amerika’nın dış politikasına baktığımız zaman Ortadoğu politikalarının yenilenmeye ve yapılandırılmaya ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Ortadoğu sorunu içerisinde yer alan İsrail-Filistin meselesi, Irak, İran ve Afganistan gibi gündemde olan acil dosyalara öncelikle bakılması bekleniyor. Ayrıca her zaman Amerika için önem taşıyan Rusya, Çin, Güneydoğu Asya ve Körfez ülkeleri ile ilişkilerin belirlenmesi dışında ülke ekonomisindeki büyüme, işsizlik, enerji fiyatları gibi ekonomik göstergelerdeki gelişmeler de ön planda olmalı.
Ortadoğu kapsamında acil dosyaların ele alınış biçimi üzerinde genel anlamda bazı tahminler yürütmek gerekirse, Obama’nın bu bölgede Bush dönemine nazaran daha etkin ve içerik bakımından daha gerçekçi ve işlevsel bir diplomatik davranış sergilemek isteyeceğini söylemek gerekir. Her ne kadar ABD Başkanı George W. Bush başkanlığının ikinci dört yıllık döneminde Dışişleri Bakanı Condolezza Rice aracılığıyla bölgedeki diplomatik girişimlerine yoğunluk kazandırıldı ise de, günümüzde yaşananlar bu girişimlerin faydalı olmadığını gösteriyor. Irak’ta henüz bir çözüme ulaşılamaması ve Gazze’de Hamas ile İsrail arasında yaşanan savaş bu başarısızlığın birer göstergesi.
Yirminci yüzyıla damgasını vuran Soğuk Savaş’ın yerini yirmi birinci yüzyılda terörle mücadele aldı. ‘Teröre karşı açılan bu savaşta’ Amerikan politikalarının tek taraflı alınan kararlar doğrultusunda yapılması dünya dengelerinde bozulmalara neden oldu. “Uyuyan devi uyandırır gibi” terörle mücadele yerine teröre açık davetiye yarattı. Irak’ta patlayan bombalar ve Gazze’deki savaş, teröre karşı alınan önlemlerde seçilen stratejilerin yanlış uygulandığını gösteriyor. Dünya kamuoyunun da bu konuya uzak durması ya da uluslararası sivil örgütler ve zirvelerle dolaylı yardım sağlama çabaları çatışmanın yoğun olduğu yerlerde gerekli çözümü getiremedi. Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde dünyadaki siyasi ve ekonomik krizin kaynağı olarak Amerika merkez gösterilse bile esas suçlu Başkan Bush olarak görülüyor. Bu bağlamda Obama’nın göreve başlar başlamaz önceki yönetimden aldığı dış politikadaki Amerikan düşmanlığı mirasını hemen ortadan kaldırması ve Birleşmiş Milletler ile paralel kararlar vermesi gerekiyor.
Amerika’nın bu imajı Ortadoğu ve Afganistan’daki olumsuzluklardan kaynaklanıyor. Bu nedenle yeni seçilecek Ortadoğu temsilcisinin kim olacağı çok önemli. Bu bölgeyi iyi tanıyan birinin göreve gelmesi zaman kaybını önler. Barack Obama’nın Ortadoğu sorunu için düşünce kuruluşu Washington Enstitüsünde (WINEP) görevli olan Dennis Ross yeteneğinde bir temsilciyi görevlendirmesi bekleniyor.
Dennis Ross 2000 yılında İsrail-Filistin sorunu için Camp David’te yapılan toplantıda bizzat bulunup konunun detaylarını ve geçmişini iyi bilen bir yetkili. ABD’nin Ortadoğu eski özel temsilciliğini de yapmış olan Dennis Ross ile Dışişleri Bakanı olması beklenen Hillary Clinton ikilisi Ortadoğu’nun geleceği açısından iyi bir birleşim olarak görülüyor. Hillary Clinton, İsrail-Filistin sorununun çözümünde Amerikan diplomasisinin kritik önem taşıdığına inanıyor. Clinton, Demokrat Parti başkan adayı olduğu dönemde, Filistin Özerk Yönetimi’nin İsrail ile diyaloga girmesi için Arap ülkelerinin desteğinin alınması için ABD’nin yardımcı olması gerektiğini ifade eden pek çok söylemlerde bulunmuştu. Ortadoğu sorunun çözümünde uluslararası platformda Avrupa ülkelerinin yani sıra Arap ülkelerinin de barış için kritik önemini küçümsememek lazım.
Türkiye stratejik ortak
Amerika, Ortadoğu ile ilgili önemli stratejileri belirlerken Türk Hükümeti’nden güçlü bir destek alması gerekiyor. Obama başkanlığındaki yeni yönetimin Irak, İran ve Afganistan konularında Türkiye ile yakın işbirliğini sürdüreceği açıkça ortada. Amerikan diplomasinin Ortadoğu’da son yıllarda sergilemiş olduğu Yol Haritası, Büyük Ortadoğu Projesi gibi çözümsüzlük ve işlevsizliklerle dolu boşluğu Türkiye’nin barışçıl ve uzlaşmacı yaklaşımlarla dolu yardımlarıyla daha kolay çözülebilir hale geleceği büyük olasılık. Bu nedenle Obama başkanlığındaki yeni Amerikan hükümeti, hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi hem de NATO üyesi olan Türkiye’yi köprü olarak kullanarak Ortadoğu çıkmazına yeni bir ışık getirebilir.
Obama Hükümeti’nin Irak konusunda ise savaşı bitirmek yönünde atılımlar yapması gerekiyor. Amerikan askerlerinin eve dönmesi öncelikler arasında yer alıyor. İran konusuna gelince Obama’nın öncelikle nükleer silahlar konusunda İran’la diyaloga gireceğini düşünmek gerekiyor. Bunun için İran’a ve Şam’a büyükelçi ataması şaşırtıcı olmayacak.
Bush sonrası “değişim” rüzgârı
11 Eylül olayından sonra Bush yönetiminin tek taraflı politika yapma surecinde meydana gelen Irak savaşı Ortadoğu’yu dipsiz bir çukura sürükledi. Diğer yandan Taliban’ın Afganistan’da daha güçlü duruma gelmesi terörün giderek daha fazla ivme kazanmasına sebep oldu. Obama’nın Irak’taki Amerikan askeri varlığını azaltacağına ve Afganistan’daki durumu kontrol altına almaya öncelik vereceğine ve ülkesinin İran’a ilişkin politikasını gözden geçireceğine dair söylemleri var. Bunlar göz önüne alındığında uluslararası kamuoyu, ABD dış politikasında güvenliğin savaşla değil de daha ılımlı politikalarla yani diyalog ile sağlanabileceği doğrultusunda düşünüyor. Bu düşüncede Obama’nın “değişim” sloganı önemli rol oynuyor. Obama, Amerika’nın dünyada kaybettiği itibarını yeniden elde etmeye çalışırken akılcı diplomasiyle en önemli sorun olarak gözüken İran’ı nükleer hırstan vazgeçirmeyi deneyecek. Kısacası, Obama ile birlikte Ortadoğu, Amerikan dış politikasında, daha içerikli ve daha güçlü bir boyut kazanacak.