Kara Kutu: Sırlarla örülmüş ilişkiler, zamanı gelmiş bir hesaplaşma; Kara Kutu... siyasetin iç dünyalara vuran gölgesi, sistemin çarptığı ruhlar... politik sınırlar ve tenin sınırları... ifade edilmeyi bekleyen gerçekler, arzular... Kara Kutu: gecikmiş bir aşk itirafı...
Asuman KAFAOĞLU-BÜKE
Amos Oz’un adını son on yıldır, neredeyse her yıl Nobel edebiyat ödülü bağlamında duymaya başladık. Gerçi 90’lı yıllarda Türkçeye çevrilen birkaç romanı olmuştu, daha sonra saygın edebiyat ödülleri vasıtasıyla adından söz edilse de sıklıkla çevrilen bir yazar olmadı. Belki İbraniceden çevirmenin zorluğu bunun nedenlerinden biriydi, bir diğeri de kuşkusuz Ortadoğu edebiyatının ülkemizde az bilinmesiydi. İsrailli Amos Oz, 80’li yıllarda ülkesinin en sevilen yazarlarından biriydi, Kara Kutu romanı, dört milyon nüfuslu İsrail’de birkaç ay içinde yüz binleri bulan satış rekorları kırdı ve övgüyle karşılandı. İlerleyen yıllarda, ünü azalmadı ama ülkesinin siyasi duruşunu eleştirdiği ve Barış Şimdi hareketinin kurucu üyelerinden biri olduğu için, farklı kesimlerin dikkatini üzerine çekti.
Dünya edebiyat çevrelerinin dikkatini ise ilk kez 1987 yılında yazdığı Kara Kutu ile çekti. Gündelik hayatla siyasi-felsefi-dini düşünceleri bir araya getirdi bu romanında. Avrupa’dan, Rusya’dan ve Kuzey Afrika’dan çok farklı şartlarda büyümüş ve farklı kültürlere sahip insanların bir araya gelip devlet kurma öyküsündeki trajik ve komik yanları aktardı. Yazı stili olarak da, 18. yüzyılın sevilen ‘mektup-roman’ biçemini kullandı.
Mektup-roman formunda ilk eserleri Samuel Richardson yazdı. Türün en tipik örneğini ise, Choderlos de Laclos Tehlikeli İlişkiler romanıyla gösterdi. Bir ya da birkaç kişinin ağzından yazılmış mektuplardan oluşan bu türün en önemli özelliği, ahlakçı ve psikolojik yaklaşımla kadın-erkek ilişkilerini sorgulamak. Bu türde mektup, bir baştan çıkarma aleti olarak görev görür. Gizlilik bir diğer önemli yanıdır mektupların. Hem en utanç verici dedikodular hem de en derin iç dökmeler yer alır mektuplarda; yazılırken ne denli güçlü duygular içeriyorlarsa, başkaları tarafından bulunduğunda ve okunduğunda da o denli güçlü silaha dönüşebilirler.
Mektup-romanın bir başka özelliği de, Montesquieu’nun İran Mektupları adlı eserinde açıkladığı gibi: yazara konudan dilediğince sapma özgürlüğü vermesidir. Farklı kişiler tarafından ya da en azından farklı kişilere yazıldıkları için çok katmanlı anlamlarda okunabilir mektup-roman. Montesquieu mektup-romanın bir özelliğinin de politik tartışmaya doğal bir şekilde izin vermesi olarak açıklar. Gerçekten de mektup-roman, tartışma, kavga, flört gibi konuları benzersiz bir biçimde aktarma imkânı sunar yazara.
Kara Kutu’da Amos Oz, türün tüm özelliklerini kullanmış. Ortaya nefis, akıcı, esprili ve derin bir eser çıkmış. Uçak kazaları sonrasında uçaktaki kara kutunun bulunmasıyla kaza nedeninin ortaya çıkmasına gönderme yaptığı başlıkta, bir evliliğin, boşanmadan yedi yıl sonra mecazı kara kutusunu açan karı-kocanın yazışmaları romanın temelini oluşturuyor. İlk mektubu İlana, çaresizlik içinde, ergenlik çağındaki oğlunun dertleriyle baş edemediği için çok varlıklı ünlü profesör eski kocasından yardım istemek için yazıyor. Bir yandan maddi yardım (çünkü yeni kocasıyla çok yoksul bir hayat sürüyor) istiyor ama kocasına öfke kusmaktan da geri durmuyor. Yazışmaların en hoş yanı, bu tür iğnelemeler. Yıllar geçse de evlilikteki bazı öfkelerin asla küllenmediği gerçeği üzerine kurmuş eski karı-kocanın yazışmalarını.
İlerleyen sayfalarda oğul, yeni koca, avukat, kız kardeş gibi karakterlerin de mektupları ekleniyor. İlana ile eski kocası Alek’in ilişkisiyle başlamışken, İlana ile oğlunun ilişkisi, Alek ile İlana’nın yeni kocası arasındaki ilişki, vb... beş altı kişi arasındaki, her birinin diğeriyle ilişkisi ve diğerlerine bunu nasıl yansıttığı ortaya çıkmaya başlıyor. İlana’nın yeni eşinin aşırı dindar ve muhafazakâr biri olması, eski kocasının da tam tersine, dinden uzak, mesafeli, saygın hatta soğuk bir bilim adamı ve yazar olması, aralarındaki politik tartışmaları da kızıştırıyor.
Kara Kutu’yu yazdığı sıralarda kendisiyle yapılan bir söyleşide Amos Oz, 18. yüzyıl mektup-roman formatını bu eseri için özellikle seçtiğini, gizli kalmış duyguları ortaya mektuptan daha iyi bir ortamda çıkarmanın mümkün olmadığını söylemiş. Mektup her zaman gizli bir erotik araç görevi üstlenmiştir zaten, Oz da bu romanda, yıllar sonra kocasının yeniden ilgisini çekmek isteyen İlana’nın doğal olarak bu yola başvurduruyor.
Romandaki kahramanları yakından tanımaya başladığımızda, hastalıklı ilişkiler içinde olduklarını anlıyoruz. Roman boyunca belki en az tanıdığımız, romanda en çok mektup satırı yazmış olan İlana’yı; az tanımamızın nedeni, kendi geçmişiyle ilgili kara kutuları açmaması. Eski koca, yeni koca, oğul, avukat, gibi romanın erkek kahramanlarını da onun gözünden tanıyoruz. Fakat kendisini tanımamıza izin vermiyor. İlana karakteri bana İsaac Bashevis Singer’in romanlarındaki kadın kahramanları çağrıştırdı. Mazoşist yanları ağır basan, öfkeli ama bir yandan da edilgen ve kırılgan kadınlar. Kendilerini aşağılayan erkeklere daha bir tutkuyla bağlanan bir kadın tipi... İlana aynı zamanda kendini öncelikle bir dişi olarak hisseden (ve hissettirmek isteyen) bir kadın, kocalarına yazdığı mektuplarda onları sinirlendirecek, kıskandıracak tüm bilgileri vermekten garip bir haz duyuyor sanki. En tahrik edici şeyleri yazdıktan sonra “yüzün kıskançlıktan kıpkırmızı mı oldu? Nefretten gözlerin mi kararıyor?” diye sormadan da edemiyor. Çünkü amacı sinirlendirmek, kışkırtmak, bir erkeğin kendisini sevdiğini ancak böyle hissediyor. Amos Oz’un diğer romanlarında karşımıza çıkan kadın kahramanları İlana’dan çok farklı değiller. Henüz bir çocukken annesinin intihar etmiş olması, Oz’un kadın kahramanlarını hep uçlarda gezinen kadınlar olarak yaratmasına neden oluyor belki. Hep içlerinde derin bir karanlık saklayan kadınlar bunlar.
Zekice zıtlaşmalar
İlana’nın sivri dili, aslında romana alaycı bir erotizm katıyor. Romanın ilk satırları da tam anlamıyla okuru içine çeken türden: “Sevgili Alek, şayet zarfın üstündeki el yazımı tanır tanımaz bu mektubu yok etmediysen, merak nefretten daha güçlü bir duygu demektir. Ya da nefretinin yakıntını tazelemen gerekiyor.” Romanda sadece İlana değil, diğer karakterler de birbirlerini zekice iğnelemekten geri durmuyorlar.
Amos Oz’un bu zekice zıtlaşmaları dile getirişinde, Shakespeare komedilerini çağrıştıran bir yan var. Tüm karakterler zeki ve tüm karakterler kendi kişilikleri doğrultusunda konuşup, davranıyorlar. Kelime oyunları kadar, romandaki tüm mektuplar mecazlarla süslenmiş. Ayrıca bir piyesteki gibi, her karakteri yazdığı mektuplardan tanıdığımız için, kendi seslerinden duymuş oluyoruz. Mektup-roman formatı da bu tarza çok uyuyor. Yıllar boyunca gizli kalmış sırlar ortaya çıkıyor, sadakatsizlikler tek tek dökülüyor. Romanı hoş ve ilginç kılan bir şey, kara kutu açıldıkça, yanlış anlamaların ne denli gereksiz yıkımlara yol açtığının da ortaya çıkması.
Amos Oz günümüzün hiç kuşkusuz en iyi yazarlarından biri. Yirmi yıl önce yazmış olsa da “Kara Kutu” hâlâ diri ve güncel. Oz’un anlatımı, bazen yılan gibi sokan, bazen şefkat dolu bir kucak gibi saran niteliğe sahip. Okuru şaşırtan hatta allak bullak eden bir uçlarda gezinme hali var; en şiddetli nefretin özündeki sevgiyi gösterme yeteneğine sahip bir yazar. Her karakterini de hiç çekinmeden en uçlara götürdüğü için, insanın içindeki en büyük kötülüklerle en saf iyilikler bir arada yer alıyor. Aynı hayatın kendi gibi...Radikal
Yazan: Amos Oz
Çeviren: Cem Alpan
Doğan Kitap
2008, 296 sayfa