Güneşli bir ilkbahar sabahı Ehud İsrail Aşkelon’da dünyaya gelir. Kıvır kıvır saçları, çikolota teniyle çok sevimli bir çocuktur. Etopya’dan İsrail’e göç eden ailesi ona iyi bir yaşam sağlamak için devamlı çalışır. Karı koca maaşlarını biriktiriyor, oğulları Ehud’un geleceğini düşünüyorlardı. Bayramlarını ve geleneklerini doğdukları ülkede pek fazla yerine getirmeyen aile, İsrail’e taşınır taşınmaz yeni hayata alışmaya çalışırlar. Onların şansına Aşkelon düşmüştür. Ehud’un babası Ezra karısı Adar’a devamlı şükretmesini, çocuklarının bu ülkede doğmasının büyük şans olduğunu söyler. Ülkesinde fazla mutlu olmayan Adar, bu ülkede de fazla mutlu olduğunu söyleyemez çünkü var gücüyle çalışıyor, yeni doğan oğlu Ehud’la birlikte fazla zaman geçiremiyordur. Tek eğlencesi eve geldiği zaman oğluna sarılmak, o çikolata suratı elleriyle okşamak, bukleli kıvırcık saçlarına bakmak oluyordu. Ehud doğduktan 1.5 ay sonra Ezra askere çağrılır. Adar çok mutsuzdur. Tek dayanağı kocası da askere alınmıştır. Hiç tanımadığı bir ülkede yeni bir dil öğrenecek zamanı bile yoktur. Tek bulduğu iş olan temizlik ve hastabakıcılık için sabahtan akşama kadar çalışır. Tek bir dostu, tek bir arkadaşı yoktur. Kocası askere alındıktan sonra her gece dualar eder ve hüngür hüngür ağlar. Küçük Ehud ise herşeyden habersiz, oyuncağı ile oynar ve sevimli sesler çıkarmakla meşguldür.
Öte yandan alarm durumunda olan İsrail tüm yedekleri de askere çağırmış, hazırlıklarını yapmıştır. Askere çağrılan askerler ülkelerini ve geleceklerini korumak istiyorlar ama savaştan nefret ediyorlardı. Henüz 20 yaşında olan Ezra evinden ayrılmayı hiç istemiyor, onsuz karısının ve oğlunun ne halde olacağını merak ediyordur. Her gece elinde karısı ve çocuğunun resmi, kalbinde vatan sevgisi Ezra “Tanrı’m askere gidip de dönememek var. Beni küçük oğluma ve karıma bağışla. Ülkeme barış getir” diye dualar eder.
Günlerce ve gecelerce sınır bölgesinde nöbetler tuttu Ezra. Özellikle geceleri çöl ne kadar da soğuktu. Askere gitmek aslında Ezra’ya yaramıştı. Bir sürü arkadaşı olmuş, ona yardım eden, konuşmayı öğreten hocaları vardı. Çok çalışkan ve sessiz olan Ezra, iyice ortama uyum sağladı. Bir gece üstlerine füzeler yağmaya başladığında dudakları titreyen, yüzü mosmor olan Ezra gözlerini kapatarak Tanrı’dan barış diledi. Ne yazık ki, onbeş İsrail askeri hayata veda ettiler. Hıçkırıklara boğulan Ezra, o günü hiçbir zaman unutmayacaktı. Savaştan nefret ediyordu. Savaş acımasızdı. Terör acımasızdı. İnsanlar ölüyor, gencecik arkadaşları yok oluyordu.
Birkaç ay sonra, bölüklerine yeni gelen üç yeni Etopyalı, Ezra’nın moralini düzeltti. Amharit adı verilen konuştuları dili bilen bu arkadaşları ona çok yardım ettiler. Onlar bu ülkede doğmuş oldukları için İbraniceyi çok iyi konuşuyorlar, aynı zamanda Etopya’da konuştukları Amharit lisanını da anlıyorlardı.
Kobi, Zvi ve Şuki, Ezra’nın en yakın arkadaşları olmuşlardı.
On gün sonra ateşkes ilan edilince evlerine gitmek için askerlere birkaç günlüğüne izin verdiler. Tüm askerler çok mutludur.
Eve giden Ezra, karısını perişan halde bulur. Beş aylık hamile olan karısı, artık fazla çalışamıyor, devamlı kusuyordur. Minik oğlu Ehud ise sararmış, solmuş öksürüklere boğulmuştur.
Ezra’nın aklına hemen arkadaşları Kobi, Zvi ve Şuki gelir. Onların eşlerini de evine çağıran Ezra, karısını arkadaşları ve eşleriyle tanıştırır. Marta, Sima ve Anna tanıştıkları ilk günden itibaren Adar’a çok yardım ederler. Çocuğuna bakarlar, ona yemek pişirirler. Doğuracağı son güne kadar çalışan Adar, dokuz ayın sonunda çikolata renkli bir erkek çocuğu dünyaya getirir. Ezra karısının yanında değil, cephededir. Adar yalnız değildir. Onunla aynı dili konuşan, ona her konuda destek olan arkadaşları vardır. Bu büyük bir mutluluktur. Küçük Ehud iyileşmiş, mutlulukla gülümsüyordur. Adar dualar ediyor, barışın gelmesini bekliyordur. Küçük oğluna barış anlamına gelen “Şalom” ismini takar. Herkes bu ismi çok beğenir. Fazla dindar olmayan Adar, Marta, Sima ve Anna kocalarının sağ salim dönmesi için her hafta mumlar yakıp, dualar ederler. Adar arkadaşlarının yardımıyla İbranicesini ilerletir. Hatta arkadaşları ona bir dua da öğretmişlerdir. “Ose şalom bimromav u berahamav yase şalom alenu veal kol amo yisrael ve imru amen”.
Bir gün hepsi arkadaşı Sima’nın evinde toplandıklarında Sima onlara şarkılar öğretir. Tüm şarkıların içinde Şalom kelimesi vardır. Adar çok merak eder. Bu kadar çok barış şarkısı yazan bu millet, ne zaman barışı görecektir. O da Sima’yla birlikte şarkıları öğrenir. Küçük bir kağıda yazar ve hergün söyler.
Bir ay sonra tekrar çalışmaya başlamak isteyen Adar, çocuklarını arkadaşlarına bırakarak, işe gider. Tam bir hafta sonra bir sabah siren sesleriyle uyanan Adar çok korkar. Çocuklarına sarılır ve ağlamaya başlar. Arkadaşı Anna telefon ederek, bunun sığınaklara gitmesi anlamına geldiğini açıklar. Oğulları ile birlikte sığınağa giden Adar çok zorluk çeker.
Aşkelon, Gazze Şeridi’ne yakın bir bölgedir. Füzelerin ard arda şehre düşmesi panik yaratır. Birçok yaralı vardır. Adar bu ülkede dua etmeyi öğrenir. Dualara çok ihtiyaçları vardır. Sivil halk sığınaklarda dualar ediyor, çocuklarına sarılmış ağlıyordur. Bir hafta sığınaklarda geçiren Aşkelonlular, evlerine gidip günlük hayatlarına geri dönerler.
Acaba Ezra ne yapıyordur, sağ mıdır, yaralı mıdır? Adar kocasını çok merak ediyor, Tanrı’ya, kocasını çocuklarına bağışlaması için dualar ediyordur. Günler geçmek bilmiyordur. Adar’a çok uzun gelen günler içinde Adar arkadaşları Amhanit dilinde şarkılar söylemektedir.
Televizyon devamlı aynı haberleri vermektedir. Arkadaşı Marta ve Sima Adar’a örgü örmeyi, dikiş dikmeyi öğretirler. Adar diktiği ve ördüğü şeyleri satmaya başlamıştır. Böylelikle işe gitmeyen Adar, yaptığı el işleriyle ev ekonomisine katkıda bulunur. Savaş ya da saldırı hep olacaktır.
Belki barışın gelmesi uzun zaman olacaktır ama artık daha fazla ümidi, daha fazla yaşama sevinci vardır. Daha az çalışmakla, aynı parayı alıyor, her gün şarkı söylüyordur.
Bir hafta sonra “Tu Bişvat” bayramıdır. Adar’ın bu bayramdan haberi yoktur. Arkadaşı Anna ona anlatır: Tu Bişvat, Şevat ayının 15’i demektir. Ağaçların yeni yılı. İlkbaharın başlangıcı. Bu günden sonra yeni fidanlar dikilir. Tu Bişvat tarımsal bir dönemin başlangıcıdır. Bu tarih çağlar önce yasa bilgileri tarafından saptanmış, belli olgunluğa gelen meyveli ağaçlardan öşür alınması uygun görülmüştür. Her ağaç ülke için bir kutsamadır. Çünkü güzelliği ile toprağı süsler, gölge verir. Kökleri toprağı derinden sarsarak şiddetli yağmurlarda erozyondan korur.
Ağaç Bayramı’nı kutlamak için her tür meyveden yer ve hepsi için Berahalar (Dualar) okuruz. Tek tek duaları öğrenen Adar çok mutludur. Eskiden yediği her şey için tek tek dua etmeyi bilmeyen Adar, artık bunu yapmaktadır. Ayrıca arkadaşları onu ağaç dikmeye götürürler. Dualar arasında fidan dikerler. Adar’ın içinde ümitleri vardı. Kocasının dönmesini bekler. Barışı bekler. Savaşın durması için dua eder.
Günler günleri kovalar. Bir gün savaşın bittiğinin haberini alır. Acaba kocası hayatta mıdır? Küçük oğlu Şalom’u görebilecek midir? Tam on gün kocasından haber alamaz. Tam ümidi kesmişken, bir gün kocasını karşısında bulur. Ona sımsıkı sarılır. Sokaklarda insanlar “Barış Şarkıları” söylemektedir. “Od yavo Şalom alenu veal kulam”. Bir sürü kayıp verilmiş, bir sürü çocuk babasız kalmış ama barış bir süreliğine de olsa gelmiştir.
• Hep ümit edelim. Barış şarkıları söyleyip, dualar edelim.
• Barış bir gün gelecek ümit ediyor, bekliyoruz.
Hag Tu Bişvat Sameah