Fotoğraf ve gezmek birbirinden ayrılmaz bir ikili; ancak, sıradan olabilecek bir yolculuk anısını sanatsal bir ürüne dönüştürmek, her şeyden önce estetik kaygı içeren bir anlama, anlatma ve refleks işidir bana göre. Bu anlamda Schneidertempel Sanat Merkezi’nde açtığı “Kentler ve İnsanlar” fotoğraf sergisi, mimar Rubi Asa’nın bu işi ne kadar iyi yaptığının bir kanıtı…
Rubi Asa, 8 Şubat’a kadar sürecek olan sergisinde gezdiği ülkeleri, mekanları, objektifine takılan ilginç yüzleri ve doğa görüntülerini fotoğraf severlerle paylaşıyor. Birbirini tamamlayan kent-insan ilişkisi içinde Asa bilmediği şehirlere, tanımadığı hayatlara dokunarak bir anlamda yaşama tanıklık ediyor.
Mimarlık eğitimin, fotoğrafçılığında ve sergi konunu seçmende nasıl bir rol oynadı?
Mimarlık eğitimimin de kazandırdığı farklı perspektiflerde bakış açıları, estetik kaygılar, mekan algılama, üç boyutlu düşünme becerisi, sezgisel ve kurgusal alanların insan belleğinden bağımsız yeniden yaratılabilme olanağı, fotoğraf bakış açıma önemli katkılarda bulundu.
Sergi konusu içinse, son yıllarda çekmiş olduğum fotoğraflarda farkettiğim belki içgüdüsel belki mesleki kaygılarla birikmiş bulunan Kent-İnsan ilişkisinin birbirlerini etkileyen dinamikleri oldu.
Sergi çalışmalarının geneline insanın içini aydınlatan, huzur ve mutluluk veren bir atmosfer hakim; bu bağlamda fotoğrafçılıktaki tarzın hakkında neler söyleyebilirsin?
Fotoğrafın yaşamın doğal yansımasının bir sonucu olarak belleklerde yer alması, onu dondurduğunuz anların çerçevelenmesi ile olanaklı. Bu anlar bazen hüzünlü bazen neşeli bazen de öfkeli olabilir. Ama genelde fotoğrafçının o kareyi kendi duygularında algıladığı şekilde saptaması sonucu farklı etkileyebilir. Benim de çektiğim fotoğraflara kendimden birşeyler kattığım kuşkusuz, özellikle huzur ve mutluluk veren bir atmosferi aramıyorum. Fotoğrafın yaşama tanıklık ettiği, onun gerçeği yansıtmasının evrensel bir sorumluluk da içerdiğinin bilincinde, farklı farklı yaşamlara aracı olma keyfini sürdürme çabasındayım..
Başarılı bir fotoğraf sanatçısı olmanın sırları nelerdir ve iyi bir fotoğraf nasıl olmalıdır?
Fotoğraf bir görme biçimidir. Zamanı dondurarak herkes için paylaşılır kılınması da en büyük özelliğidir. Fotoğraf çağımızın en güçlü sözünü söyleyebilen evrensel bir dildir. Bu da saatler süren bir konuşma yerine bir kare ile kendini anlatabilir. Sonucu, fotoğrafçıya çok farklı ve etik bir sorumluluk yükler. Bunun bilincinde olan fotoğrafçının sanat üretmesi hiç de kolay sayılmaz. Çünkü sanat yoruma çok açık ve sanatçının öznel yapısını da eserlerinde arama kaygısı ile sürer. Bu açıdan fotoğrafa bir sanat eseri olarak bakmak istersek sonucunda salt fotograf çekmekle fotoğraf sanatının elde edilmediğini görürüz. Fotoğraf sanatı makineden ve çekilecek olan nesneden önce gelen bir bilgidir, yanısıra çok ciddi bir disiplindir. Felsefe, kültür, eğitim, teknik bunun bir parçasıdır. Cartier Bresson, ”İyi fotoğrafın” izleyicisinde bir özendirme, imrenme ve bazen de heyecan duygusu uyandırması gerektiğini ifade eder. Çünkü sanat eseri olacaksa ancak sanatçısı ve izleyicisi arasındaki etkileşim ile ortaya çıkabilir. Bu üçlü ayağın birinin bile eksik olması ona sanat eseri niteliğini kaybetirir.
Bazıları, “dijital makineler çıktı mertlik bozuldu” diyorlar; fotoğraf teknolojisinin bu denli gelişmesinin bu sanata olumlu/olumsuz etkileri olmuş mudur sana göre?
Dünyamız bir süredir dijital bir devrim yaşamaktadır. 20.yy’dan 21.yy’a taşınan dijital ortam giderek akıl almaz bir boyut kazandı. Yaşamımızın artık her anına hükmetmektedirler. Bundan uzak kalabilmek artık neredeyse olanaksız bir durum. Fotoğraf da bu teknolojik patlamadan payını en fazla alan sektördür. Sanata olan katkısına tamamen olumsuz bakmıyorum. Bu teknolojik kolaylık insanlarda anıları belgeleme, paylaşma, her şeyi, her anı fotoğraflama duygusu kazandırdı. Bu yönden olumlu, ama bunun sanat olmadığı da kuşkusuz.
Fotoğrafçılık bir yaşam biçimidir derler; ne zaman fotoğraf çekmeye başladın, hobin hayatına neler kattı?
Fotoğraf çekmeğe küçük yaşta babamın hediye ettiği ve bunu bir sanat dalı olarak nasıl kullanılabileceğini anlatmaya çalıştığı analog bir Kiev ile başladım .Hatırlarım, gördüğüm her şeyi çekmek, belgelemek isterdim. Sonraları bu hobim önce anı ve seyahat fotoğrafları daha sonra insanlar, binalar, kentler, farklı coğrafyalar olarak gelişti. Makro çekimin keyfi de doğayı keşfetmeme olanak sağladı. Hayatıma, olgulara, olaylara daha duyarlı ve gözlemle bakma becerisi kazandırdı. İnsanlarla daha kolay dostluk kurarak bana güvenmelerini, onların belki özel yaşamlarına girerek hayatlarını, farklı bir pencereden algıladıklarımla fotoğraflama olanağı yarattı. Çünkü fotoğraf yaşamın yansımasıdır.Yansıttığınız sadece çektiğiniz olgunun anlatımı değil ardındaki benliğinizle aynı zamanda kendinizin de dışavurumudur.
Fotoğrafta “yorum” kavramını nasıl açıklayabilirsin?
Fotoğrafta yorum, sanatçının aslında özgün iç dünyasının kadrajından çıkıp görselleştirmek istediklerine kendini de katarak elde ettiği bir anlatım biçimidir. Bunu yaparken bir ressamın paleti gibi renkleri, ışığı ve zamanı kullanır.
Bundan sonra en çok neyin / kimin fotoğrafını çekmeyi hayal ediyorsun?
Henüz çekmek istediğim koskocaman bir dünya, birçok coğrafya, yer ve insan türü var. Bu insanların yaşadıkları yerlere olan etkilerini ve değiştirdikleri dünyalarındaki yaşamlarını fotoğraflamak isterim. Ama en çok dünyanın neresinde olursa olsun herkes için kardeşçe ve barış içinde, gelecek korkusu olmadan yaşayacakları bir dünyayı paylaşan insanların mutluluklarını fotoğraflamak isterim.