Tufan ERBANŞTIRAN
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi büyük çalkantılar içinde geçmiştir. Özellikle 1800’lü yılların sonuna doğru başlayan isyanlar, kaybedilen savaşlar, içerdeki batılılaşma hareketleri imparatorluğun sonunu belirlemiştir.
Osmanlı hanedanı öngörüden uzak, saltanatı seven, dünya olaylarına ve ülkenin iç sorunlarına karşı duyarsız denilebilecek bir yaşam biçimine sahipti. Bu nedenle hükümetin mali kasası boşalmış, dış borçlar artmış, ‘hasta adam’ ise yolun sonuna iyice yaklaşmıştı. İşte böyle bir dönemde hanedana yakın bir dişçi onların tüm mal varlıklarının genel vekaletini alıyor, bu konudaki evrak takibi ve hukuki gelişmeleri bizzat yapıyordu. Peki kimdi bu adam? Sarayın dişçibaşısı olan kişi, Sami Günzberg.
Türkiye’deki Yahudilerin yaşadıkları sosyal/dinsel/siyasal olaylar üzerine en yetkin araştırmacı olan Rıfat N. Bali inanılmaz güzel bir kitap hazırlamış. Dişçi Sami Günzberg’in kişiliğinde, onun yaşam öyküsünde Osmanlı’nın son dönemini, Cumhuriyetin kurulmasını ve çok partili siyasi rejime geçişimizi anlatıyor. Yine bu atmosfer içerisinde ünlü Varlık Vergisi, İsrail Devleti’nin kurulması, o dönemlerde yaşanan Türkiye’deki sosyal dalgalanmaları, İkinci Dünya Savaşı’nda ve öncesindeki Yahudi soykırımını hep aynı kişinin yaşamı üzerinden belgeliyor. Kitabın içinde yer alan belgeler, fotoğraflar, dipnotlar, şemalar, hazırlanan sözlük, index, yararlanılan kaynakça ve konuşulan bazı tanıkların ifadeleri ile hayli donanımlı bir eser olarak karşımıza geliyor. Üstelik tüm bunları olabildiğince nesnel kalarak, dişçi Sami’yi hem suçlayanların hem de övenlerin sözlerini kitaba alarak kanıtlıyor. Rıfat Bali gerçekten de kendi konusunda uzman bir araştırmacı olarak tarihin karanlık noktalarına ışık tutmaya devam ediyor. Bu kitapla kendini aştığını söyleyebiliriz.
3 Mart 1924 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bir kanun çıkartır. Buna göre “Kanunun 8. Maddesi gereğince ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda padihşahlık etmiş kimselerin’ tapuya kayıtlı bütün mal varlıkları millete intikal etmişti. s/202” Hanedan mensuplarının tamamı ülkeyi 10 gün içinde terk edeceklerdi. Bu nedenle mal varlıklarının takibi görevini Yahudi asıllı dişçi Sami Beye verirler. Bu evrak takip işi ise uzun yıllar sürecektir.
Sami Beyin yaşamöyküsü bir hayli ilginç, karanlık denilebilecek kadar kapalı, sırlarla örtülüdür. 1876 yılında (doğum yerin halen tartışılmaktadır) doğmuş, 8 Mayıs 1966’da İstanbul’da vefat etmiştir. Bu kadar uzun yaşayınca birçok devlet adamıyla tanışmış, siyasilerle yakın ilişki kurmuş, hatta Atatürk’ün bile dişlerini çekmiştir. Cemal Kutay’ın yorumuyla ‘her devrin adamı’ olmayı başarmıştır.
Dişçi Sami Bey kısa sürede kendini sevdirmiş, Sultan 2. Abdülhamit’in dişçisi olmuştur. Sonrasında Saraya ve hanedana yakınlığı devam edecektir. Sultan Vahideddin, Şehzade Mehmet Burhaneddin ve diğerleriyle içli dışlıdır. Dişçi olmasıyla ilgili spekülasyonlar nedeniyle diplomasını sonradan almıştır. Buna karşın mesleğine devam etmiştir.
Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu açıdan bakıldığında çeşitli ayrıntılar göze çarpmaktadır. Sözgelimi, Almanya’dan göç etmek isteyen Yahudileri İsmet İnönü kabul etmez.
Dişçi Sami Bey kurmuş olduğu ilişkiler nedeniyle Almanya’daki Yahudilerin gelmesini arzu etmektedir. Soykırımdan kaçırabildiği Yahudilerin genç Türkiye devletinde yaşamalarını istemektedir. Hiç değilse onlara transit hakkının tanınması için tüm yolları dener. Her Yahudi kurulması hayal edilen İsrail Devleti için Filistin’e gidecektir.
Sami Bey her ne kadar Türk olduğunu kabul etse de, zamanının büyük bölümünü İsrail Devleti’nin kurulması ve soykırıma uğrayan Yahudilerin sorunları meşgül etmektedir. Bu nedenle çeşitli yazışmalar yapar, seyahatlara çıkar, erişebildiği hemen her yetkiliyle görüşmelerde bulunur. Sami Beyin gücü, itibarı, güvenirliliği öylesine büyümüştür ki, Türkiye ile bazı ülkeler arasında arabulucuk görevini yapacak konumdadır. Sıradan bir dişçi ülkenin neredeyse kaderini elinde tutmaktadır. İnanılmaz ama gerçektir… Hele Türkiye’nin Ortadoğu üzerine olan planları, görüşleri için inanılmaz derecede lobicilik faaliyetlerine katılır. İşte bazen Türk olur, bu kimliğiyle ülkesine hizmet eder. Ama bazen de dini inancıyla Yahudilere yardım etmek için elinden geleni yapmaya çalışır.
Sami Beyin çalışmaları devam ederken, ülkede ulus/devlet anlayışı hakim olmaktadır. Hükümet kendince haklı nedenlerle ülkedeki çok çeşitli etnik ve dinsel kökenler olması nedeniyle böyle bir karar almıştır. Herkesi ‘Türkleştirmek’ demek, olası sorunların tükenişi anlamındaydı. Bu nedenle Varlık Vergisi çıkartıldı. Trakya olayları, 6-7 Eylül olayları ve başka sosyal patlamalar oldu. Kitapta bunların hemen hepsini Sami Beyin ağzından, onun arkasındaki fondan görüyorsunuz. Hemen ekleyelim, Sami Bey vergisini ödemiş ve Aşkale’ye gitmekten kurtulmuştu.
Sami Bey gerçekten de bir döneme imzasını vurmuş, önemli, ülkede söz sahibi olan bir kişiydi. Yine de kendisini Emniyet gizlice izlemiş, neler yaptığını ayrıntılarıyla rapor etmiştir. Bunlar da kitapta yer alıyor.
Kitabın belki de en önemli yanı hanedanın yurt dışına kaçtıktan sonraki durumlarıdır. Hanedan mensupları parasızlık, yoksulluk ve perişanlık içinde yaşarlar. Hanedan mensuplarının Irak, Kerkük dolaylarındaki petrol yatakları, çeşitli arazileri, sarayları, köşkleri ve sayısız gayri menkulleri vardır. Bunların hepsinin takibi gerekmektedir. Sami Bey elinden geldiğince para harcar, uğraşır ama hiçbir sonuç alamaz. Hanedan mensupları yokluk içinde ölürler. Kimileri parasızlık nedeniyle otelden bile dışarı çıkamayacak durumdadır. Bu arada Sami Beyin rüşvet yediği, özellikle bazı gayrı menkullerin tapusunu üzerine geçirdiği söylenmektedir. R. N. Bali dürüstçe, hiçbir önyargı olmadan bu ifadeleri/suçlamaları da kitaba almış. Bizce iyi de etmiş. Okurun gözündeki ayrıntılar daha net canlanacak, yargısı daha sağlam olacaktır.
Sami Bey bunca uzun yaşamına ve Padişahlığı, Cumhuriyeti, tek partili demokratik sistemi görmesine karşın hiç renk vermemiş, herkesle iyi geçinmiştir. Düşünün ki Abdülhamit’in özel dişçisi olan bu kişi, sarayın birçok aile sırrını bilmektedir. Hanedan mensuplarının genel vekaletini alacak kadar onlara yakındır. Buna karşın Cumhuriyet kurulduğunda başta Atatürk olmak üzere, Celal Bayar, İsmet Paşa gibi tüm önemli erkanla da yakınlık kurar, hepsinin güvenini kazanır. Önceki döneme ait hiçbir özel bilgiyi sızdırmaz. Tıpkı sonrakilere yapacağı gibi ketum kalır. Hatta anılarını bile yazmaz. Bu konuda hiçbir soruyu yanıtlamaz.
Tıpkı hanedan mensupları gibi yaşamının sonunda yalnız kalır, kimselerle konuşmaz, kendince haksızlığa uğradığını söyleyerek bir köşeye çekilir. Beyoğlu’nda oturduğu evden çıkartılınca iyice yaşama küser, kimselerle görüşmez. Bir yandan da bu kırgınlık nedeniyle evindeki tüm antikaları müzadeye ile satışa çıkartır. Sadece kişisel arşivini İsrail’e bağışlar.
Sami Beyin yaşamı, yaptıkları, dostlukları ilginç olduğu kadar düşündürücüdür de. Bir kişinin böylesine renkli kişiliği, meslek aşkı, uluslararası ilişkileri, her devrin adamı olabilmeyi başarması üzerine tez yazmak gerekir. Rıfat N. Bali her sözü belgeleyerek onun yaşamını, çevresinde dönen olayları, hayallerini, kendisine yönelik eleştirileri kitaba almış. Böyle olunca da bir kişinin yaşamında ülkenin 1800’lü yılların sonundan 1960’lı yılların ortalarına kadar olan neredeyse tüm sosyal ve siyasi olayların ayrıntılarını görebiliyorsunuz. Son derece önemli, okunması gereken bir kitap.
Son sözü yazara bırakalım. “Günzberg’in yaşamı boyunca Türkiye Cumhuriyeti’ne olan bağlılık ve sadakatine leke getirmeden Türk Yahudi cemaatine, Siyonist ülküye, İsrail Devleti kurulduktan sonra da İsrail devleti’ne de hizmet etmek istediği aşikardı. Nitekim, Weizmann’a yolladığı bir metupta Yahudi halkının ‘tarihi topraklar’ üzerinde kendine ait bir devlette güven içinde yaşaması için sürdürülen çabaların disiplinli bir örgüt gücüyle olabileceğine dikkat çekiyor… ‘Filistin’in geleceğiyle ilgili tasarınızda sizin aydınlarla işbirliğinde bulunmak üzere merhum Atatürk’ün okulunda yetişmiş bazı kişileri çevrenizde görmeyi çok isterdim.’ s/310- 302”
Sarayın ve Cumhuriyetin Dişçibaşısı
Sami Günzberg
Rıfat N. Bali / Kitabevi Yayıncılık
Ekim, 2007 / 460 sayfa