Başlığa bakıp da bu hafta size sinemadan bir film yazacağımız sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu hafta arkadaşlarımın yoğun isteği üzerine, ki zaten bu kişiyi ben de uzun zaman evvel yazmak istiyordum. Harry Kewell’ı kaleme almaktan büyük mutluluk duyacağım. Namı diğer ‘’Oz Büyücüsü’’...
Selim ÇİPRUT
Harrison ‘’Harry’’ Kewell 22 Eylül 1978 yılında Smithfield kasabasında dünyaya geldi. Babası İngiliz vatandaşı Rod annesi ise Avustralya vatandaşı olan Helen idi. Futbol hayatına Smithfield ilkokulunda başladı. Ardından St Johns Park ortaokulunda futboluna devam etti. 15 yaşına bastığında gösterdiği yüksek performans ile bir İngiliz takımının büyük dikkatini çekmişti: Leeds United. Avustralya’dan uçağa atladığı gibi İngiltere’nin yolunu tuttu. Kendini ispatlaması için önünde uzunca bir dört haftası vardı. Yanında ise ileride takım arkadaşı olacak Brett Emerton vardı. İkisi de son derece başarılı olduktan sonra Leeds takımına kabul edildiler. Babasının İngiliz olmasından dolayı bu teklifi seve seve kabul etti. 17 yaşındayken Leeds United ile sözleşme imzalamıştı bile.
Premier Lig’de ilk maçına 30 Mart 1996 yılında çıktı. Bu maçta Middlesbrough takımına 1-0 yenildiler. O sıralarda en samimi arkadaşı, Leeds kalecisi Nicky Bryne idi. Bryne ani bir kararla futbolu bırakıp kendi müzik grubu Westlife’ı kurunca kendini yapayalnız hissetmeye başladı. İlk milli maçını Nisan 1996 yılında Şili’ye karşı oynadı. Avustralya o maçtan 3-0 mağlup ayrıldı. Premier Lig’de ilk golünü, lig kupası maçında Stoke City’e karşı kaydetti. Yıllar geçtikçe üzerine koydukça koyuyor ve Leeds taraftarı için bir efsane haline geliyordu. Galatasaray ile ilk tanışması 99-00 sezonunda yarı finalde olmuştu. Leeds’li taraftarların başına gelen trajik olaydan sonra, bu maç dünya futbol arenasında bambaşka bir hale gelmişti. Kewell, o zaman Leeds takımının en tehlikeli adamıydı. Çıplak gözle onu Ali Sami Yen’de izlediğimde süratine hayran kalmıştım. Eline geçirdiği iki fırsatı cömertçe harcayıp o zamandan aslında Türk taraftarların gönlünü fethetmişti bile. Rövanşta ise Popescu’ya sert girip oyundan atıldığında derin bir nefes almıştık. 2000-01 sezonunda ise Şampiyonlar Ligi’nde, vatandaşı Viduka ile harikalar yaratıp yarı finale çıkmışlardı. 2001-02 de takımda başlayan ekonomik krize rağmen Kewell takımını asla bırakmadı. O ve arkadaşları insanüstü bir mücadele ile Leeds takımını ligde bırakmayı başarmışlardı. 9 sene formasını giydiği Leeds’te 181 maça çıkarak 45 gole imza atmayı başardı.
03-04 sezonuna Liverpool ile başladı. Halbuki Liverpool’a transfer olmadan önce, Arsenal, Chelsea, Manchester United takımlarından da çok ciddi teklifler gelmişti. Hatta Roma, Barcelona ve Real Madrid klüpleri de peşini bırakmadı. Kewell çocukluğunda rüyalarını süsleyen “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” şarkısı ile büyümüş biri olarak Liverpool takımını tercih etti. O zamanlar Çek yıldız Smicer’e ait olan 7 numaralı formayı sırtına geçirdi. 25 Mayıs 2005 yılında Şampiyonlar ligi şampiyonluğu yaşamış ilk Avustralyalı futbolcu oldu.
2008-09 sezonunda ise Galatasaray takımı sessiz sedasız bu yıldızı takımlarına kazandırdı. İmzası, Leeds taraftarını sokaklara döktü, kampanyalar başlatmasına sebep oldu. Kewell ise onları asla unutmayacağını söyleyerek profesyonel futbolculuğunda Leeds’de giydiği forma numarası olan 19’u sırtına geçirdi.
Kewell’ın Türkiye’ye gelmesi hala kafalarda bir soru işareti yaratsa da 25 yıldır futbolu yakından takip eden biri olarak söyleyebileceğimiz tek bir şey var: Kewell, yüzde 50 kapasite ile oynarsa Türkiye sallanır. Yüzde 70’lere çıkarsa Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nde en az çeyrek final oynar. Yüzde 100 performansını zaten görmeyi pek istemeyiz. Türkiye’ye tekrar hoş geldin Kewell. Geldiğinde yaşadığı şoku üzerinden atamayan arkadaşlar yavaş yavaş kendilerine gelmeye başladı, sen de bu arada sakın lige golle başlayayım deme.