Tarihin, bugünün ve yaşamın izinde İsrail’i gezmek -1

Temmuz ayında gerçekleştirmiş olduğum İsrail turumu ve tur esnasındaki izlenimlerimi bir yazı dizisi olarak sunuyorum. 60 yaşındaki genç devletin kökleri asırlara uzanıyor. Böylelikle, tarihe bakarken, bugünü daha iyi anlama şansını yakalıyoruz. Yol boyunca tuttuğum notlardan oluşturduğum yazımda, gözlemlerimin yanı sıra, güncel gelişmelere de yer vermeye çalıştım

Perspektif
6 Ağustos 2008 Çarşamba

DÜNYA, İNSANOĞLUNUN EVİDİR

Dünya, insanoğlunun evidir. Mezopotamya’da doğan uygarlık yüzyıllar içinde şekillenerek, tüm dünyaya yayıldı. Nice olaylar ve savaşlarla beraber, “kültürel evrimleşme” denilen bir sürecin bugünkü mirasçıları ve temsilcileriyiz. Yarına “hayal ettiğimiz o iyi dünyayı” bırakabilecek miyiz? Yanıt vermek çok zor; çünkü çoğu zaman yaşadığımız ve yüzleştiğimiz gerçeklerin kendileri de çok zor.

“Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar” ve “Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır” der İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. Bu çerçevede özgür doğan her bireyin, tüm dünyayı görme hakkında sahip olması, doğal bir sonuç olmayacak mıdır? Oysa gündelik hayattaki gerçekler, şartlar bambaşka. Başta maddi koşullar karşımıza çıkıyor, ardından toplumsal beklentiler, uluslararası sınırlar, sınırlamalar... Ortalama 75-80 yıl süren ömrümüzde hangi coğrafyaları görebileceğimiz, gündelik hayatın bu gerçeklerinden başlıyor, “kader” denilen olgudan nasibini alıyor. Kimileri için sınır, “köyünün çiti”, kimilerine “parası ve/veya zamanı”, kimilerine ise dünya haritası üzerinde yer alan “hayali çizgiler” ve o çizgilerin içindeki devletlerin belirlediği şartlar.

Ortadoğu coğrafyası medeniyetlerin beşiği olduğu kadar, günümüze dek süren ve bugün de devam savaşın toprakları. “Kutsal” kabul edilen bu topraklarda işleniyor en büyük günah bir yanıyla, insanlar ölürken... Barış özlemini gidermekse, artık biliyorum ki iyi niyet dileklerinin çok ötesinde...

Temmuz’da hayatımın ilk İsrail gezisini gerçekleştirdim. 60. yaşını kutlayan genç devleti tanımaya çalıştım. Yahudi dini ve İsrail’in sıkı ilişkisi bilinir. Bir Türk Yahudisi olarak, bu ilişki içindeki yerimi aradım. Her zaman Ortadoğu’daki sorunlardan, İsrail’in hatalarından tüm Yahudilerin sorumlu tutulamayacağını savundum. Bugün, savunmam daha da güçlendi. Yıllar içinde İsrail hakkında okuduklarım, bildiklerim, gördüklerimle birleşmeye başladı. Yeni düşünceler filizlendi. 60 yaşındaki devletin izini sürerken, izlenimlerimi kâğıda döküyorum. İsrail’i göremeyenlere, görüp de anılarını tazelemek isteyenlere ve tanımak istemeyenlere... Dünya bizim evimizse, İsrail, fiziki olarak ele alındığında, bu evin küçücük bir odası...

 

ZEYTİN DAĞI’NDAN KUDÜS’E İLK BAKIŞ

Güneşli bir Pazar sabahında Türk Hava Yolları’nın uçağı ile iniş yapıyorum David Ben-Gurion Havaalanı’na. Tarihe doğru yolculuğum yaklaşık altmış kişilik bir grupla başlıyor. Tur rehberimiz, güvenlik sorumlusu, otobüsümüz ve çok yoğun bir program var önümde. Yapmam gereken yürümek; beş duyu organımı sonuna kadar açmak ve duygularımla düşüncelerimi beslemek. Binlerce yıla dayanan tarihin gölgesinde her an, yeni bir kare...

İlk noktamız Zeytin Dağı. Zeytin Dağı, II. Tapınak yıkıldıktan sonra oldukça önem kazanan bir mekan. Zira bu dağda, tapınağın yıkılışının ardından gözyaşları döküldüğü kadar, Sukot Bayramı da kutlanmıştır. Dağın tepesinden, Kudüs’e ilk kez bakıyorum. Karşımda “Eski Şehir” var. Batı Duvarı (Ağlama Duvarı), Mescid-i Aksa’nın yer aldığı, üç din için de kutsal toprakların üzerinde dururken, rüzgârı dinliyorum. Ne hissetmeliyim? Heyecan veya coşku mu? Bilemiyorum. İçimde daha çok bir “doğallık” hâkim. Belki bir parça da şaşkınlık. Kutsal olarak öğretilene saygım sonsuz ve anlamaya çalışıyorum Eski Şehrin açtığı kapıları... Din, birçok insan için bir ihtiyaç. Ne yazık ki, bugün dahi dinin suistimal edildiği, aşırı anlamların yüklendiği bir dünyada yaşıyoruz. Ben bunların ötesindeki doğallığı görmek istiyorum. Bunun içinse ertesi günü beklemem gerekecek... O eski şehre girmem, bugüne değin öğrendiklerimden farklı olarak tecrübe etmem gerekecek.

Zeytin Dağı, antik çağlardan bugüne uzanan tarihinde birçok Yahudi’nin gömüldüğü bir mezarlığı barındırıyor. Aralarında İsrail’in eski başbakanlarından Menahem Begin’in de yer aldığı ve 15. yüzyıldan 20. yüzyıla dek birçok hahamın gömülü olduğu mezar, dağın eteklerinde uzanıyor.

 

KRAL DAVİD’İN ŞEHRİ

Pazartesi İsrailliler için haftanın ikinci günü, benim içinse gezimin asıl başlangıcının ilk günü... Yürüyorum yüksek duvarların yanından bir kapıya doğru. 400 yıllık duvarlar, Eski Şehri koruyor. Osmanlılar, bünyesinde yaşayan tüm azınlıklara barış dolu bir ortam sunmuştu; üç din için önemli olan Eski Şehri de Kanuni Sultan Süleyman, bu duvarlarla koruma altına almış.

2002 yılında Gerald Messadie’nin romanında öyküsünü okumuş olduğum, adımı aldığım, Kral David’in şehrine varıyorum önce... Kral David’in bir zamanlar 60 hanelik olan şehri üç tepe ve üç vadi arasına kuruluydu. O dönemde tehlikenin gelebileceği esas yön kuzey olmakla beraber, güneye bakarken kralı hayal etmeye çalışıyorum Batşeba’yı gördüğü terastan.

İsrail için bugün olduğu kadar, tarihin her döneminde su çok önemli oldu; çünkü suyun olmadığı yerde hayat yoktur. Bu gerçekten yola çıkarak Kral David’in şehrinin altına inşa edilmiş su tünellerine doğru iniyoruz. Bu tüneller M.Ö. 1800 dolaylarında kurulmuş ve M.Ö. 7-8 yüzyıllarda Kral Hezekiah tarafından geliştirilmiş. Bu nedenle Hezekiah’ın Tünelleri olarak da bilinmektedir su tünelleri. Bu tünellerle amaç, olası bir savaş durumunda susuz kalmamaktı.

533 m. uzunluğundaki tünellerde yolculuğum yaklaşık 45 dakika sürüyor. Sıcak Kudüs havası bu süre zarfında yerini yer yer belime kadar yükselen soğuk sulara bırakıyor. Bir el feneri eşliğinde tek yönlü  yolunu takip ediyorum. Kapalı alan korkusu olanlara göre olmadığını belirtmem gerek tünelin. Bana korkusuzca 45 dakikayı tamamlatansa, öncelikle daha evvel binlerce turistin bu yolu kat etmiş olması...

Tüneldeki serinliği takiben, Eski Şehri biraz daha yakından tanıyoruz. Öncesinde ama, öğle ezanının başlamasıyla, İstanbul’a gidiyorum bir an için. 

 

BİR DUVAR VAR Kİ ASLA YIKILMAYACAK

Eski Şehir dört bölüme ayrılıyor: Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ve Ermeni Mahalleri. 1981’den beri UNESCO’nun Dünya Mirası Alanları arasında yer alıyor bu bölgeler. Yahudi Mahallesi’nde M.Ö. 8. yüzyıldan beri Yahudi varlığı bulunmaktadır. Mahallenin doğusunda yer alan Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) ise, Yahudi dininin en önemli yeri.

Batı Duvarı, İkinci Kutsal Tapınağın yıkılışının ardından ayakta kalan tek duvarıdır. Yahudi inancına göre, Tanrı, bu duvarın yıkılmayacağına dair söz vermiştir. Bu söz, beni derinden etkiliyor. Rehberimiz, bir süre için ‘Ağlama’ Duvarı ile bizleri baş başa bırakıyor.

Mantık, bir duvara karşı dua eden, ağlayan, binlerce küçük kağıda dilekler bırakan insanlara nasıl bakar, aldırmıyorum. Ağlama Duvarı, kalp ve vicdan için var. Bir yandan dualarımız, bir yandan dileklerimiz ve insanlığımız... Ruhumuza ayna tutuyor duvar, eğer siz de isterseniz. Kendinize açılıyor kapılar, iç dünyanıza. Dualarınız, pişmanlığınız, geleceğinize dair beklentileriniz sizinle. Tanrı insanoğlunu her yerde izliyorsa eğer, siz de Tanrısal olanı görüyorsunuz bir parça. Binlerce duanın bir amacı var, hayatlarımızın bir anlamı. Ağlarken duvara karşı, bir parça da geleceğe dair sınırların, duvarların içinizde olduğunu anlıyorsunuz, yeniden fark ediyorsunuz.

Ağlama Duvarı eşsiz bir tecrübe... İnsan olmak başlı başına eşsiz bir tecrübe... Dua eden yüzlerce insanla o özel noktada olmak ikisinin kesişiminden daha fazlası... Ağlama Duvarı, benim için kalpten ve ruhtan akan gözyaşlarının huzur bulduğu bir yer olarak kalacak ve içimdeki engelleri aşmak adına bir ilham kaynağı...

 

İLK ÜNİVERSİTE

Ağlama Duvarı’nın yanından ayrılırken, aldığım enerjiyle yola devam ediyorum. 1967 Altı Gün Savaşı’nın ardından, İbrani Üniversitesi’nin arkeolojik çalışmaları eşliğinde mahalle yeniden inşa edilmiş. Yahudi Mahallesi’ne çıkıyor, bir zamanlar Romalıların inşa ettiği yollara ayak izimi bırakıyorum. Günü, İbrani Üniversitesi’nde tamamlıyoruz...

1 Nisan 1925’de açılan üniversite, Yahudilikle ilgili çalışmalarda dünyanın en büyük kütüphanesine sahip. Kurucuları arasında Albert Einstein, Sigmund Freud, Martin Buber ve Haim Weizmann gibi isimler var. Ehud Barak, Ariel Sharon ve başbakan Ehud Olmert, İbrani Üniversitesi mezunu. Skopus Dağı üzerindeki koca kampusu dolaşıyoruz. Temmuz’un ikinci haftasında dersler devam ediyor. “Yaz okulu mu” diye soruyorum ve yanıtı alınca şaşırıyorum. Akademisyenler maaşları konusunda devletle anlaşamayınca greve gitmişler, dolayısıyla program gecikmeli olarak tamamlanıyordu. Geçen yıl da öğrenciler, üniversite harcına karşılık tepkilerini ortaya koymuş. Takdire değer, diyorum; özellikle de gecikmeli de olsa eğitim programı tamamlanırken... Sonuçta grev ve hak arama da, hayat okulunda yer alan kavramlar. Kaldı ki bazı tecrübeleri edinmek, öğrenmekse, akademik camiayı adeta aşıyor desem, abartmış mı olurum?...

 

YAD VAŞEM  HOLOKOST MÜZESİ

Kudüs’teki üçüncü günümüzde Yad Vaşem Holokost Müzesi’ni ziyaret ediyoruz. 1953’de kurulan Yad Vaşem, Holokost esnasında yaşamış Yahudi toplumları hakkındaki bilgileri topluyor, altı milyon kurbanın öykülerini derliyor ve koruyor, Holokost’u ve mesajlarını gelecek kuşaklara en doğru şekilde aktarmak üzere çalışıyor.

Yad Vaşem Müzesi’nin önemi açık, ortada. Sadece Yahudiler için değil, mesajı tüm insanlığa... 2005 baharında tamamlanan yeni müze binası ise, Holokost Tarihi Müzesi, İsimler Odası, Yeni Holokost Sanat Müzesi, Sergi Salonu, Eğitim Merkezi ve Görsel Merkez’den oluşuyor. Bu yeni kompleksin tasarımı tamamen Holokost kurbanları üzerine kurulu; amaç Yahudilerin bir zamanlar Avrupa’daki yaşamlarından yola çıkarak Holokost’u anlatmak.

Müze gezisinden önce bir Holokost kurtulanı olan Alexander’in öyküsünü dinliyoruz. Bir Macar Yahudisi olan Alexander, birebir tanıma şansına eriştiğim dördüncü kurtulan. Bize ilkokul yıllarında yaşadığı zulmü, antisemitizmi, Yahudi olmayanların duyarsızlığını, toplumun insanın akıl almakta zorlandığı değişime kayıtsızlığını yer yer gözyaşları içinde anlatıyor. Macaristan’dan kalkan son trende olduğunu ve partizanların trendekileri kurtarmaya çalışmalarını, yıllar sonra sabotajı düzenleyenlerden biriyle uçakta karşılaşmasını paylaşıyor... Terezin Kampı’ndaki günlerinden bir kesit sunuyor, duşun altına girdiğinde gaz yerine su geldiğinde duyduğu sevinci anlatırken o anı yeniden yaşıyor... Sevinci... Biz o sevinci anlayamayız, bilemeyiz.

Alexander da yıllarca konu hakkında susmuş ve ilerleyen yaşlarında Holokost’u anlatmanın önemini anlamış.

Yaklaşık 1,5 saat süren konuşmasının ardından tek tek ellerimizi sıktı... Ona Macarca teşekkür ederken, gözleri bir an daha fazla parlıyor. O ışığı hem kendim, hem de arkadaşlarımın yakalamasını istiyorum; çünkü Holokost üzerine çalışmaya, özellikle de Türkiye’de konunun en iyi şekilde yerleşmesi için emek vermeye gönüllüyüm. Alexander biz gençlere güveniyor; ben de böylelikle kendime...

Yad Vaşem’deki geziden arkadaşlarım oldukça etkilendi. Ben de aradığım kimi sorularıma yanıtlar buldum, yazacak yeni konu başlıklarımı not aldım. Holokost’un inkârına karşı en iyi yanıtlar Yad Vaşem’de... Özellikle “İsimler Odası” denilen bölümde altı milyon kurban için yer ayrılmış. Bugüne dek isimlerin iki milyondan fazlasının biyografisi odadaki yerini aldı; altı milyonun tamamı için yer hazır, çalışmalar devam ediyor, devam edecek. Naziler, savaşı kaybedeceklerini anladıkları zaman, belgelerin bir kısmını tahrip etmiş olsalar da...

Müzenin tasarımının her ayrıntısının bir anlamı var. Gezdiğiniz her bölümde doğrudan ölümle vahşete değil, bir dönemin Yahudi yaşamına tanık oluyorsunuz. Polonya’dan getirilen bir gettonun bankına oturuyor, bir kurşunun saplandığı lamba direğine dokunuyorsunuz örneğin... İnterkatif bir ortamda sadece duygularınıza değil, düşünce dünyanıza da yoğun bir şekilde dokunuyor yeni müze...

Yad Vaş em ve Holokos tüzerine söylenecek çok söz var. Yeni söz ve yazılar için, kaleme alabildiğim bu küçük bölüm sadece bir not niteliğinde... Holokost iç karartıcılığına rağmen, insanlık için çok önemli mesajlar taşıyor. Kayıplarımızı anarken bu mesajlara odaklanalım. Odaklanalım ki, barışçıl bir dünyaya özlemimizde yolu daha fazla aydınlatabilelim.

Haftaya devam edecek…

FOTOĞRAFLAR

(*) David Ojalvo

(**) Sabih Erdemanar