2. “Kutsal Mabet” (Beit Amikdaş) döneminde, Av Ayı’nın 15’i popüler bir kutlama günüydü. Kutsal kaynaklara, gelenek ve göreneklere göre bu özel gün, yakınlaşmaya en uygun günmüş... Ve antik çağlardan beri İbranilerde, aşkın günü olarak kabul edilmiş. İsrail Ülkesi’nin bağlarında, beyazlar giyinmiş genç kızlar dans ederler, ve doğal olarak, o gün, onca güzel dansın sonucu olarak, bir çok genç sözlenirdi...
(ve ...Kuşaklar Arası “AŞK” Kavramı)
Genelde Av ayı bir matem süreci olarak algılanır. 17 Tamuz, “ Şiva Asara ba Tamuz” orucundan başlayarak, 9 Av, “Tişa be Av” a kadar ki üç haftalık süre yas günleridir. Birinci Kutsal Mabedin Babilliler, İkincisinin de Romalılar tarafından yıkılışı 9 Av tarihlerine rast gelmiştir. Ne trajik bir rastlantıdır ki, 1492 de, İspanya’yı terketmeleri için Yahudilere tanınan süre de, Tişa be Av’da dolmuştu...
Ne var ki, içinde bulunduğumuz ay, yalnızca bir matem ayı değildir. Bir yerde okumuştum: “15 Av günü altı olumlu olay gerçekleşmştir. Bu da, İbrani Takviminde, neşeli kutlamaların günü olarak anılmasına vesile olmuştur...” Bu günkü konumuz, Tu be Av’ın, yalnızca aşkın günü olmasıyla sınırlı olacaktır. Rabbi Şimon Gamliel şöyle demektedir: “Yahudiler için “Yom Kipur” ve “Tu be Av” kadar coşkulu, neşeli iki gün daha olmamıştır.. Bu günlerde gençler, yuva kurmak hayalleri ve umuduyla dolaşmaya çıkarlar.. Yeruşalayim’in kızları ödünç aldıkları sade beyaz elbiseler giyerler, bu suretle olanakları olmayan genç kızları mahçup etmek istemezler...”
Tu be Av’ı, Yom Kipur’la eşdeğer kılan nedir? İbraniler, Altın Buzağı’na tapmakla büyük bir günah işlemişlerdi. Bilgelerimize göre, Yom Kipur, Tanrı’nın bu günahı affetmesini sembolize eder. “ ...Günahların affı kadar, insanoğluna huzur veren başka duygu yoktur. Tu be Av da,“Kenaan” topraklarına araştırma için giden 12 ajanın (*) işlediği günahın affının ifadesidir. Bu nedenledir ki Kipur kadar önemlidir.”
Geleneksel olarak 15 Av, Yahudi takviminde o yılki bayramların sonuncusudur. Bir hafta önce, Tişa Beav günü, tarihimizdeki trajik bir olayı andık, oruç tuttuk. Tu be Av, Sefaradların “La Luna en Kinze” diye tanımladıkları dolunay dönemidir, ve bunun, bir anlamda yas döneminin neşeye dönüşmesini simgelediği söylenir. Günümüz İsrail’inde, Sevgililer Günü havasında kutlanıp, sevgiliye kırmızı güller yollanır...
Hazır antik çağlardan uzaklaşıp günümüze gelmişken, aşk kavramıyla ilgili bir fanteziye ne dersiniz?!.. Öyle bir kavram ki aşk, kurallara aldırmaz, tariflere sığmaz... Zaten bu tarifsizliği, özgürlüğü ve sihridir onu çekici, hatta gizemli kılan... Onu ne bir, iki sayfaya, ne de bir kitaba sığdırabilirsiniz.... Nasıl sığsın ki?... Sayısız şiir, şarkı, roman üretildi, şarkılar bestelendi aşk adına, ve hala onu doğru, dürüst tarif edene aşkolsun!..
Romantiksiniz, ille de aşktan söz etmek istiyorsunuz. Tamam, ne diyebilirim ki? Ama onu anlatmaya çalışmayın. Örneğin, birileri: “Yaşamın bize verdiği tek güzellik ‘Aşk’tır” derken, bir diğeri: “Aşk, yaşamın insanoğluna hazırladığı sürprizdir” demiş... Hele, hele ünlü bir ezgideki gibi: “Aşk... işte o zaman ‘Aşk’tır” dense de, bunu asla anlayamazsınız, çünkü o sözü edilen “zaman”, insandan insana değişirmiş!..
Sanırım, itiraf etmek istemezsek de, bizim nesil onun varlığına inandık, doğru, dürüst tarifini yapamazsak da!.. Ne de olsa, belli bir dönemin çocuklarıyız biz... Galiba bu son cümlem bir şarkının nakaratına benzedi, hani o “Lale Devri çocuklarıyız biz...” şarkısı!.. Neyse, aşkın tarifini zaten yapacak değilim. Yalnızca, yaşamımızla içiçe olan bu kavramın, edebiyata, özellikle şiire, şarkılara, sinemaya yansımasına bir göz atacağız. Ve de, kuşaklar arasında mekik dokuyup, günümüz gençliğinin romantizmi algılamasını biraz irdeleyeceğiz... ..
“Aşk”, kimine göre yaşamın insanoğluna sunduğu en güzel hediye... Bu hediye olgusu olsa olsa duyguların paylaşıldığı durumlarda geçerli olabilir. Ya yalnız kalpler? Ya mutsuzlar?.. Fransız şair ve yazar, Louis Aragon (1897-1982) şöyle demişti: “Mutlu aşk yoktur. Eğer tüm aşklar mutluysa neden bunca aşk romanı yazıldı? Neden gençler, gözleri yaşlı, bunları okudu?” Prensipte Aragon’un gözlemine katılmazsam da, belki bir ölçüde haklı da olabilir. Gençliğimizde, bizim nesil biraz hüzün kokan şarkıları, özellikle Yves Montand’ın “Les feuilles mortes” şarkısını dinlemekten pek hoşlanırdı. Eminim, bir kısım gençlik, bugün de bu romantik ezgiyi zevkle dinliyor, belki İngilizce “Autumn Leaves” olarak... yanılıyor muyum?!...
“...Fakat hayat, sessizce sevenleri ayırır,”
“Ve, kumdan taneler,”
“Ayrılan aşıkların”
“Ayak izlerini siler...”
Peki, günümüzde “aşk” edebiyata, müziğe ya da sinemaya nasıl yansıyor? Gençlik nasıl algılıyor? Acaba 50-60 + yıl öncesi genç kuşaklarla bir karşılaştırma yapılabilir mi? Çeşitli yanıtlar arasından sıyrılan bir gerçek var: Bizim, ve bizden önceki nesil, aşk romanları okumaktan, romantik şarkılar dinlemekten hoşlanırdı. İzlediğimiz filmler için de bu geçerliydi. Ana teması romantizm olan, örneğin, “Casablanca”, “Dr. Jivago”, “Rüzgar gibi geçti” hala belleklerimizde... Hele, hele o dönem, henüz yeterli İngilizcemiz olmadığından, yalan yanlış, şarkısını mırıldandığımız “You are always in my heart” filmini sanırım ben yaştakiler anımsar. O yıllar, sinema biletlerinde ne seans saati, ne koltuk numarası olmadığından, arka arkaya 2-3 seans o filmi izleyip, gözleri ağlamaktan şişmiş insanları bilirim... Kaç genç, rastlantılardan doğan, filmlerdeki o aşkların büyüsüne kapılmadı? O aşkların umuduyla avunmadı? Onları bulma hayalini kurmadı?.. Sanırım yıllar sonra, aslında bizleri aldatanların filmler olmadığını anladık. Bu pembe hayallere inanmayı seçen, belki de bizlerdik...
Gelelim günümüz gençliğine... Büyük bir bölümü, bizim algıladığımız tarzda bir romantizmle ilgili değil, tersi gibi görünse de... Bir yandan magazin aşklarına, ilişkilerine, diğer yandan, buram, buram reklam kokan TV romantizmine tanık oluyoruz. 20. Asrın son yarısında, sevgililer hala karşılıklı mektuplaşırlar, genç kızlar heyecanlarını, duygularını “günlük”leriyle paylaşırlardı. Şimdilerde GSM mesajlarından ya da elektronik postadan medet umuyorlar!!.. Günümüzde gençler aşklarını, ilişkilerini TV ekranlarında ya da magazin sayfalarında gözler önüne sermekte beis görmüyorlar... Sanki aşkı, heyecanı, gerçekten yaşamadan, aceleyle tüketiyorlar. Tabii ki, herşeyde olduğu gibi istisnalar da var, genelleme yapmak istemiyorum. (o kadar kalpsiz değilim!!) Evet, inanıyorum ki, bazıları için, romantik filmler, TV dizileri, şarkılar, kitaplar ve şiirler hala geçerli...
(*) Bu olay. “SHELAH” Peraşası’nda anlatılmaktadır.