Annesi tarafından terkedilen, amcasının desteğiyle hayata tutunmaya çalışan 11 yaşındaki bir kızın, insanın içini acıtan öyküsünü anlatan bu yol filmi, senaryosundan gelen aksaklıkların kurbanı olmuş. Bir koyu aile dramı fonunda, çeşitli ilginç toplumsal temalar içeren senaryo, hiçbir umut kıvılcımı çakmayan karamsar tonuyla puan kaybediyor. Gri ve siyah tonların hakim olduğu filmde, hayata yenik düşmüş, başarısızlık ve düş kırıklığı yaşamış, mutsuz insanlar var.
Bu ağır tempolu, iç karartıcı, zor izlenen filmin tek artısı, mükemmel oyuncu kadrosu
Kaybedenlerin öyküsünü anlatan “UYUR GEZER” hedefine ulaşamayan bir bağımsız sinema örneği
Annesi tarafından terkedilen, kaderiyle baş başa bırakılan, amcasının desteğiyle hayata tutunmaya çalışan 11 yaşındaki bir kızın acıklı öyküsünü anlatan “Uyurgezer / Sleepwalking” hedefine ulaşamayan bir bağımsız sinema örneği.
Bu koyu aile dramının senaryosu, içerdiği zengin malzemenin hakkını veremiyor. Özel efekt uzmanı bir sinemacının ilk yönetmenlik denemesi olan film, senaryosundan gelen aksaklıkların kurbanı oluyor.
Çeşitli ilginç toplumsal temaları içeren senaryo, aile için sevgsizliği, çocuklarına bakamayan ebeveynlerin sorumsuzluğu gibi günümüzün yaygın sosyal problemlerini ele alıyor.
Hayata yenik düşmüş, bir baltaya sap olamamış kırık hayatlar, sürdürülemeyen ilişkiler, başarısızlıklar, düş kırıklıkları, mutsuzluk. Gri tonların hakim olduğu “Uyurgezer”, baştan sona “kaybedenler”in öyküsünü anlatıyor.
Filmin tüm karakterleri bedbaht. Hayata çok karamsar bir göz ile bakan film, hikayesiyle iç burucu. Hiçbir umut kıvılcımı içermeyen, iç karartıcı senaryosuyla, ağır tempolu anlatımıyla “Uyurgezer” zor izlenen bir film.
Bir polis baskınıyla başlayan filmin üç ana karakteri var. Daldan dala konan, erkekten erkeğen geçen, annelik ve sorumluluk hissi gelişmemiş, güzel bir kadın olan Joleen (Charlize Theron), babasız büyüyen 11 yaşındaki kızı Tara (Anne Sophia Robb) ve çok az görüştüğü erkek kardeşi James (Nick Stahl).
ÇOCUKLARINA BAKMAYAN EBEVEYNLER
Bahçeye ektiği marijuanalar yüzünden tutuklanan erkek arkadaşı Joleen ve kızını evsiz bırakmıştır. Kalacak yer arayan genç kadın, erkek kardeşinden yardım ister.
Taşındıktan hemen sonra kızını James’e terkedip başka bir adamla kaçar. İşvereniyle ilişkisi pamuk ipliğine bağlı olan genç adam, tek başına bir çocuğa bakmak için son derece hazırlıksızdır.
Hayatında kadınlarla doğru dürüst bir ilişki kuramamış olan James, Tora’nın babası rolünü zoraki üstlenir. ABD’de bir çocuk bakmak için devletten izin almak gerek. Tara’yı okula bırakırken, sürekli geciktiği işinden kovulan James, yeğenini çocuk esirgeme kurumuna kaptırır.
Orada mutsuz olan Tara’yı kaçırır ve yıllardır terkettiği Utah’taki baba evine sığınır. İki evladına çok kötü bir hayat yaşattığı için, terkedilen ve yaşamını çiftliğinde tek başına sürdüren, taş kalpli yaşlı adam (Dennis Hopper) oğluyla torununa hayatı zindan eder. Geçmisiyle yüzleşme adına, çocukluğunu geçirdiği çiftliğe gelen James’in dönüşü, babasıyla arasındaki eski yaraları deşer. Yıllar önce, tasvip etmediği bir gönül macerası için kızı Joleen’i döven, kaçmasına yol açan, oğlunu da yanında tutamayan sadist baba, yeni misafirlerine karşı zülmünü sürdürür.
Başkaldıran, isyan eden James’in, filmi ismini veren “uyurgezerlik” haline son vermesi iyi neticeler vermeyecektir. İzleyici de zaten, bu karamsar filmin finalinden bir umut ışığı beklemiyordur.
AİLE İÇİ SEVGİSİZLİK
Yönetmen Bill William Maher, ilk filminde uzmanı olduğu özel efekt becerisini sergileyebileceği bir konu seçmemiş. Üç ana ve bir de ara karakter üzerine kurulu öyküsünü, ölçülü bir duygusallık ve düzgün bir sinematografi ile anlatıyor.
90 dakikalık süresi içinde tek bir olumlu gelişme içermeyen senaryo, sorduğu bazı ilginç sorulara da cevap aramıyor: “Aileler neden çocuklarına bakamıyor?”, “katı kalpli bir babanın çocuklarının hayatını olumsuz yönde etkilemesinin arkasında yatan neden nedir?”
İpucu ve incelikli gözlemler vermede hasis davranan bir senaryo filmin çiçeği burnunda yönetmenine fazla hareket kabiliyeti bırakmamış. Ancak mükemmel bir oyuncu kadrosu filmi izlenir kılıyor.
Bir bağımsız sinema projesine para yatırma yürekliğini gösterdiği için takdir ettiğimiz Charlize Theron prodüktörlüğünün yanında, yardımcı rollerin birindeki başarısıyla göz kamaştırıyor. Kendisine eldiven gibi uyan “zor durumdaki ezilen kadın” rollerinin bir yenisinde Theron iyi oyunculuğunu konuşturuyor.
Çocuğuna annelik etmeyi başaramamış, bir erkeği yanında tutamamış zayıf karakterli Joleen’in, astım hastalarının kullandığı spreyi ağzına sıktığını gösteren sahne insanın içini acıtıyordu.
Baş rolleri paylaşan, amca James ve yeğen Tara’da Nick Stahl ve minik Anna Sophia Robb, çok başarılı. İşyerinde ezilen, arkadaşları tarafından itilip kakılan, toplumda saygı uyandırmayan, tipik kaybeden (looser) kompozisyonuyla Nick Stahl, ne zaman ayağa kalkacağı merak uyandıran James karakterini inandırıcı bir şekilde canlandırıyor.
11 yaşındaki Tara’dan çok daha yaşlı gözükse de, Anne Sophia Robb, filmi baştan sonar sürükleyen, geleceğin yıldızları arasında yer alabileceğini gösteren bir oyun çıkarıyor.
Sinemada büyük rol- küçük rol ayırımı olmadığını Woody Harrelson ve Denis Hopper kanıtlıyorlar. Ancak Hopper’in kötü adam rolündeki abartılı oyunu yadırganıyor.