1800-40 yılları arasında, Osmanlı Devleti’nin bunalımlı, gidişatına paralel olarak, İsrail ülkesi de geriledi. Kutsal yerler meselesi Avrupalı güçler için önemli bir bileşke haline geldikten sonra, İsrail toprakları kendini dünya çapında olayların merkezinde bulmuştur. Bununla birlikte, yerel halkın bu değişen durum içindeki rolü önemli olmamıştır
Hayim Farhi Olayları
19. yüzyılda adı İsrail tarihine karışan Hayim Farhi, Osmanlı yönetiminde yüksek düzeyde, görevlerde bulunmuştur. Hayim Farhi, Şam’da 200 yıl sarraflık yapmış bir ailedendir. Cezzar Ahmet Paşa’nın yanında sarraf olarak çalışmış, uzun yıllar Paşa’nın mali danışmanlığını yapmıştır.
Farhi 20 yıl süreyle İsrail’deki Yahudi cemaatinin lideri olarak kaldı ve yalnız kendi cemaatine değil, ülkedeki Hıristiyan ve Müslüman topluluklara da önemli yardımlar yaptı. İsrail’i ele geçirmeye çalıştığı sıralarda Napoleon, Yahudileri kendi tarafına çekmek ve Osmanlı cephesini zayıflatmak amacıyla Farhi ile temasa geçmiş ve cemaat liderlerine türlü vaadlerde bulunmuştur. Hayim Farhi bütün önerileri tereddütsüz geri çevirmiş ve Akka’nın (Ako) savunmasını düzenlerken Cezzar Ahmet Paşa’ya yardım etmiştir.
Cezzar Ahmet Paşa, yüzyılın başında 1970’den beri yardımlarından faydalandığı Hayim Farhi’ye artık ihtiyacı olmadığına karar vererek, Yahudi danışmanı görevden aldı ve sudan sebeplerle hapsettirdi. Gaddarlığı ile tanınan Cezzar Ahmet Paşa, Farhi’ye hapiste işkence de ettirdi. Bir gözünü oydu ve burnunu kestirdi. Cezzar Ahmet Paşa 1804’te ölünce, Bab-ı Ali’nin gözünde prestijini hala koruyan Farhi hapisten çıkartıldı. Bunun üzerine Hayim Farhi İstanbul nezdinde harekete geçerek Süleyman Paşa’yı vali seçtirdi. Bu valinin ölümünden sonra Hayim Farhi, babasının genç yaştayken ölmesi üzerine yanında büyüttüğü ve önemli görevlere getirdiği Abdullah Paşa’yı vali seçtirdi. Abdullah Paşa göreve geldikten kısa bir süre sonra, bir Yahudinin himayesinde olmayı gururuna yediremeyerek, Farhi’den kurtulmaya karar verdi. Farhi’nin Abdullah Paşa’ya oğlu gibi davranması ve onu azarlamaktan sakınmaması, yaşlı Yahudi’nin sonunu yaklaştırdı. Nitekim Abdullah Paşa bir gün Farhi’yi evinde cellatlara boğdurttu (1820).
Herzl-II. Abdülhamit Görüşmeleri ve İsrail ülkesine göçler
Theodore Herzl 1. Siyonist kongresinden hemen sonra, İsrail ülkesinde bir Yahudi devleti kurmak veya Osmanlı himayesinde Yahudiler için bir yurt ihdas etmek için birçok devlet lideri ile görüştü ve bu arada İstanbul’a gelip II. Abdülhamit ile temas kurdu.
Herzl’in İstanbul’u ilk ziyareti Ekim 1898’de ve Alman İmparatoru II. Wilhelm’in İstanbul’da II. Abdülhamit’in konuğu olarak bulunduğu günlere rastlar. Herzl, II. Wilhelm’i, Yıldız Sarayı’ndaki konuk dairesinde etti ve kendisinden Siyonist davayı II. Abdülhamit’e anlatmasını rica etti. Anlaşıldığı kadarıyla Wilhelm meseleyi Osmanlı padişahı ile görüşmedi. Siyonist lideri bundan sonra 1901’de yeniden İstanbul’a geldi ve 17 Mayıs’ta Padişah tarafından kabul edildi. Bu görüşmede siyasal konular açılmadı ve görüşme sonunda II. Abdülhamit Herzl’e “Mecidiye” unvanını verdi ve pırlantalı bir kravat iğnesi hediye etti. Herzl, Şubat 1902’de İstanbul’a yeniden geldiyse de somut bir netice elde edemedi. Herzl İstanbul’a Temmuz 1902’de bir kez daha geldi ve hahambaşılık aracılığıyla II. Abdülhamit’le görüşmeyi başardı. Bu görüşmede Herzl, Osmanlı hükümdarından İsrail ülkesini Yahudi göçüne açmasını ve ülkede, Girit’te olduğu gibi, özerk bir idare kurulmasına izin vermesini rica etti. Padişah teklifi diplomatik bir dille, olumsuzca ve nezaketle reddetti. Bununla birlikte tarihçi Galante’ye göre, dünya basını II. Abdülhamit’in Herzl’e bazı vaadlerde bulunduğu yolunda haberler yayımladı.
Herzl’in İstanbul ziyaretleri yerel cemaati etkilemiş, hatta II. Abdülhamit son ziyarete Hahambaşılıktan Moşe Levi’nin de karışmış olmasını, sert bir tepkiyle karşılamıştır. Galante’ye göre II. Abdülhamit Moşe Levi’yi saraya davet etmiş, bütün bir gün beklettikten sonra huzuruna kabul etmiş ve bu görüşmede Levi’yi çok sert şekilde azarlamıştır.
Levi Padişahın ayaklarına kapanarak Herzl’in amaçlarını bilmediğini söylemiş ve ancak bu şekilde Hükümdar’ı yatıştırmıştır.
19. yüzyılda Avrupa’da gelişen Siyonizm akımı anavatana göçü geniş ölçüde teşvik etti ve ülkedeki Yahudi nüfusu, özellikle 1880’lerden itibaren, daha hızlı şekilde artmaya başladı. Göçü körükleyen bir başka unsur da Odessa-Yafa deniz hattına buharlı gemilerin girmesi oldu. Bundan önce Hasidizm akımı da ülkeye önemli miktarlarda göçmen getirdi. 1810-12 yılları arasında Osmanlıların bayındır hale getirdikleri Yafa kenti, 1830’lardan itibaren Yahudi göçmenlerin rağbet ettikleri bir yerleşme merkezine dönüştü.
Ruhani liderlik rekabeti Kudüs ile Safed arasında devam ederken buradaki ruhani rekabetin geçen yüzyıllardaki gibi geniş, görkemli ve verimli olmadığı kuşkusuzdur.
1837’de Safed’te meydana gelen büyük bir zelzele sonucu, Kudüs ön plana geçti. 1831’de Safed’de kurulan ilk İbrani Matbaası da Kudüs’e taşındı.
1839’da ilan edilen ve azınlıklara eşitlik vaadeden Gülhane Hatt-ı Şerifi İsrail’deki Yahudi toplumunun durumunda önemli düzelmeler sağladı. Öte yandan, Ortadoğu’daki etki alanlarını genişletmeye çalışan Batılı devletler de Yahudilere ilgi göstermeye başladılar.
Bu yüzyılda İsrail’de yaşayan Yahudilerin ekonomik durumunda önemli değişiklikler olmadı. 1839’da Moses Montefiore, Paris’li Rothschild’lerin işbirliğiyle, ülkede bazı küçük sanayi tesisleri kurdu. 1861’de Fransız Yahudileri tarafından kurulmuş olan Alliance İsraelite Universelle (Evrensel İsrailliler Birliği) örgütü, İsrail’de ilk tarım okulu olan Mikve İsrael’i kurdu.