Bu yazının sinema tarihin en önemli Holokost filmlerinin dökümünü yapma gibi bir iddiası yok. Sadece son 5-6 yılda vizyona giren Holokost konulu filmler arasında bir gezinti yapacağız.
Bu yazımızın Holokost ile ilgili sinema tarihinin en önemli filmlerinin bir dökümünü yapma gibi bir iddası yok. Sadece son 5-6 yılda ticari sinemalarda vizyona giren Holokost konulu filmler arasında bir gezinti yapacağız.
Bu filmler arasında, ben kendi hesabıma en etkilendiğim film, Roman Polanski’nin "Piyanist"i oldu. Bu film Polonyalı Yahudi sanatçının acılarla yoğrulmuş, başarı dolu sinema kariyerinin en olgun filmiydi. 3 Oscar Ödülü dışında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü kazandı. Varşova Gettosu’ndan sağ kurtulan müzisyen Waldislaw Szpilman’ın anılarından yola çıkan Roman Polanski, Nazi işgali sırasında annesini ve yakınlarını kaybeden bir insan olarak, kişisel deneyimlerini ve duygularını da filme kattı. Yönetmenin acı ve çile yüklü çocukluk yıllarından izler taşıyan "Piyanist", tarihe tanıklık eden bir sanatçının çağıyla hesaplaşmasını gündeme getiriyor. Karısının katledilişi, fırtınalı hayatı, bu "göçmen kuş"un tüm yaşamını, kişiliğini ve sanatını etkiledi. Ruhsal gerginliklerin, tedirgin bekleyişlerin, ölümcül sapıklıkların usta anlatıcısı ve yorumcusu Roman Polanski’ye verilen En İyi Yönetmen Ödülü çok anlamlıdır. Akademi üyelerinin verdikleri bu ödül, 1978 yılından beri giremediği ABD’de, itibarının iade edildiği şeklinde yorumlandı. "Piyanist"in bence en önemli özelliği, filmin Yahudilere, Almanlara, Polonyalılara eşit mesafede yaklaşmasıydı. Duygu sömürüsü yapmayan, gerçekçiliğiyle öne çıkan, Hollywood kalıplarının alışılmış şematizminden kaçınan film, bir insanlık dramını objektif açıdan işliyordu.
Steven Spielberg, Roman Polanski gibi Yahudi sinemacılar "Schindler’in Listesi", "Piyanist" gibi filmlerle Holokost konulu filmler yaparken, Costa Gavras, Benito Benigni gibi Hıristiyan sinemacılar "Amen", "Hayat Güzeldir" gibi filmlerle aynı konuyu işlediler.
2. Dünya Savaşı’nda Yahudi Soykırımı’na tepkisiz kalan papalık kurumuna, Katolik Kilisesine en ağır eleştiriyi, Yunan asıllı yönetmen Costa Gavras "Amen" filmiyle getiriyordu. Politik sinemanın duayenlerinden sayılan Costa Gavras, ideolojilere açtığı savaşı sürdürdüğü "Amen" de Holokost’u farklı bir açıdan yorumladı. Bu film bizlere Vatikan’ın suskunluğunun, eylemsizliğinin, pısırıklığının nelere yol açtığını kilisenin yüzüne vururken, insanlık tarihinin her döneminde sessiz kalmanın bedelini çok ağır ödendiğini vurguladı. Haşerat temizlemek için geliştirilen Zyclon B gazının 10.000 Yahudinin öldürülmesinde kullanıldığını anlatan film: "sessizlik eşittir suç ortaklığı" formülüyle özetleniyordu. Kilise, genç bir rahibin uyarılarına kulak tıkarken adeta suça ortak olmayı kabulleniyordu. Klasik, yalın, duygu sömürüsünden ve abartıdan uzak sinematografisiyle etkili olmayı başaran Costa Gavras mizansenindeki olgunluk ve ustalıkla övgü kazanıyordu. Roberto Benigni "Hayat Güzeldir" de ciddi konuların da komedi yoluyla işlenebileceğinin muhteşem bir örneğini veriyordu. Temerküz kampına düşen bir baba-oğulun yaşadıklarını, çizgi dışı bir mizah anlaşıyla veren "Hayat Güzeldir" Oscar ödülü kazanıyordu.
Yine bir Romen sanatçı, Radu Mihaileanu "Hayat Treni"nde Holokost’a komedi yoluyla yaklaşılabileceğinin parlak bir örneğini veriyordu. Çocukluğunda, yaklaşan Nazi tehlikesinden uzaklaşmak için ülkesi Romanya’yı terkederek Fransa’ya kaçan Kadu Mihaileau, köylerini Nazi işgalinden korumanın yorullarını arayan insanların öykülerini anlatmaktadır.
İsrail’li yönetmen Amos Gitai, çağına tanıklık eden bir sanatçı duyarlılığıyla, düşüncelerini sinema aracılğıyla ortaya koyarken gösterdiği yüreklilik nedeniyle sansüre maruz kaldı, hatta İsrail’i terketmek zorunda bırakılarak 1982’den 1993’e kadar sürgünde yaşadı.
İsrail tarihin sancılı dönemlerini belgelenme çabasıyla öne çıkan Amos Gitai, büyük sözler söylemeye ya da vatansever duyguları sömürmeye yeltenmeden izleyicisine ve gelecek kuşaklara duygularını aktardı. İsrail Devleti’nin kurulmasından bir hafta öncesini anlatan "Kedma" Holokost’tan kaçan Yahudilerin İsrail topraklarına adım atmalarını anlatıyor. Film sürgünden çok çeken Yahudi ve Filistinlilerin değişmez ortak yazgılarını işliyordu. Hayata kavuşma özlemleri, çektikleri acılar, lirik ve destansı bir havada anlatılıyordu.