Bu ilk yazımla, siz sevgili “Şalom” okuyucularına ulaşmanın heyecanını yaşadığımı içtenlikle itiraf etmekten çekinmiyorum. Umarım, seçtiğim konu, ilginizi çeker, ve gelecekteki bir yolculuğunuza ışık tutar...
Lüset BAYAR
Çocukluk ve gençlik yıllarımı, çok sevdiğim Büyükada’da geçirmiş olmam, yaz tatillerinde de tercihimi, hep adalardan yana kullanmaya yöneltmiştir. Tabii yalnız bizimkiler değil, komşumuz Yunan adaları da beni bir o kadar cezbetmektedir. Bugün size içlerinden birini, “Leros” adasını tanıtmaya çalışacağım. Bu minik ada “Dodecanese Islands” yani “12 Ada” ya ait , en az popüler olanlarından. Gemi, limana yanaşınca, karşınıza tepelere doğru kurulmuş, Yunan ve İtalyan mimari karışımı, sempatik olduğu kadar da estetik bir şehircikle karşılaşıyorsunuz. “Agia Marina” Leros’un ikinci önemli şehri, birincisi “Laki” esas büyük limanı ve başşehri, daha çok askeri gemilere hizmet ediyor. Ada, “Cunta” zamanı, siyasi tutukluların gönderildiği yermiş, ama bunun etkileri hiç hissedilmiyor. Aksine, şimdiki deyimle son derece “cool” bir havası var. En önemli avantajı, dantel gibi kıyıları büyüklü küçüklü onlarca koya sahip ve her yerden denize girilebiliyor olması. Myconos ve Santorini’de olduğu gibi “Beach” mevhumu yok. Belediye, kıyılara şezlonglarını yerleştirmiş, istediğiniz yere havlunuzu serip, gününüzü geçirebilirsiniz... Yolun diğer tarafında da cafe veya restoranlar, isterseniz size hizmet veriyor, konsomasyon mecburiyeti yok.
Turist var, ama bir o kadar da adanın yerlisi var. Hal böyle olunca, ada kimliğini korumuş, şahsiyetsiz turistik bir bölge olmaktan uzak kalmış.
Araba kiralayıp yaptığım “Leros” turunda, çok sayıda “Meryem Ana” şapeli ve irili ufaklı kilise gezdim. Bir de tepede Bizans medeniyetinden kalma kalesi hala görkemini koruyor. Adaların ve Bodrum’un simgesi yel değirmenleri kalenin bulunduğu tepenin diğer yanında sıra halinde dizilerek panoramayı tamamlıyor.
Ne yazık ki, tüm çabalarıma rağmen, “Leros”ta bir sinagog bulamadım, burada hiçbir zaman, bir Yahudi cemaati yaşamamış, halbuki, genelde Yunan adalarına ulaşmak için ara istasyon olarak kullandığımız ve bu sefer üç gün kalıp çok hoş vakit geçirdiğim “Kos”ta, ada esnafına sora sora, çok bakımlı ama faal olmayan bir sinagog buldum. İkinci Dünya Savaşı’na kadar “Kos” hatırı sayılır bir Yahudi cemaatini barındırmış ama hepimizin acı ile andığı olaylar sırasında dindaşlarımız bir gecede Almanlar tarafından toplanıp meçhule götürülmüş. Bugün ise artık kimse kalmadığından, sinagog, sadece senede bir, bakımını üstlenen kişi haricinde, ziyaret edilmez olmuş. Yolunuz düşerse dışardan görmek pahasına da olsa, bir göz atmanızı öneririm.
“Leros”a “Kos”tan ulaşmak çok kolay: Hidrofoil veya Ferryboatlar adalar arası ring seferleri yapıyor. Yolculuk birbuçuk saat sürüyor.
Fazla uzaklaşmadan ve makul fiyatlara hoş birkaç gün geçirebileceğiniz bu çok şirin adada “Crithoni’s Paradise” diye lüks bir otel ve sayısız orta kategoride otel, artı pansiyon bulunmakta. Adada ulaşım taksi, kiralık araba veya otobüslerle mümkün, ama lütfen yürümeyi de ihmal etmeyin, aksi halde minicik ara sokaklarının tadına varamazsınız. Begonvillerin arasına saklanmış çok güzel evleri, minik butikleri az da olsa sanat galerilerini kaçırmayın derim.
Son olarak, size mutlaka gezip görmeniz gereken birkaç yer ve denizinden faydalanabileceğiniz koyları önermek istiyorum. Agia Marina’daki minik cafelere sabah denize gitmeden veya akşam üstü uğrayın, meydandaki otantik pastanede “Pasaropita”yı tadın. (Adaya özgü bir tatlı), tepedeki Platanos meydanından Panteli plajına inin, Alinda koyundan denize girin, Agios İsidoros şapelini görün. (kıyıdan denize uzanan daracık beton bir iskelenin ucunda)
Lezzet duraklarının seçimini altıncı hissinize bırakıyorum...
“Leros” herşeyiyle beni etkiledi, büyüledi bile diyebilirim. Benzer diğer adaları da gezme arzusunu uyandırdı, tabii bu mevsim bitti, seneye inşallah. Belki sizlerle de karşılaşırız... Ne dersiniz? Uyar mı?