“Karşınızdaki delinin, deliler üzerinde yaptığı bir filmi izleyeceksiniz. Umarım fazla delice bulmazsınız” Marc Caro, katıldığı son İstanbul Film Festivali’nde “Dante 01”I izleyiciye yukarıdaki cümleyle takdim ederken sempati topluyordu. Ancak salonda bulunanlar, 2 saat boyunca katlanacakları eziyetin farkında değillerdi.
Ortağı Jean-Pierre Jeunet ile yaptıkları sadece 2 filmle (“Şarküteri” ve “Kayıp Çocuklar Kenti”) Fransız sinemasına 1990’larda damgasını vuran Marc Caro’nun tek başına yaptığı ilk film merakla bekleniyordu.
Zira Jeunet, 1997’deki ayrılıktan sonra, tek başına yaptığı “Amelie” ve “Kayıp Nişanlı” ile büyük sükse yapmıştı. Çizgi romancı, grafiker, sanat yönetmeni, görsel ve ses efektçisi, senarist, animasyoncu, set ve giysi tasarımcısı gibi sıfıtlara sahip Marc Caro’nun, en az eski ortağının seviyesinde bir film yapması bekleniyordu.
Oysa, tek başına yaptığı bu ilk filmde, Marc Caro, akıl almaz bir fiyaskoya imzasını atıyordu. Yarattığı klostrofobik atmosfer ile, kabusu andıran sinematografisiyle, başlarda düşkırıklığı içinde, sonraları boğulma hissi içinde seyrettiğim “Dante 01” karabasan gibi bir filmdi.
Tutukevi işlevi gören bir uzay gemisinde geçen konusuyla, film kapalı ve boğucu bir bilimkurgusal fantezi. Psikiyatrik araştırma merkezi adı altında, tehlikeli deneylerde kobay olarak kullanılan mahkumlar, Saint-George (Lambert Wilson) lakaplı haydutun liderliğinde ayaklanırlar.
Dante’nin “İlahi Komedya”sına gönderme yapan, tümü karanlıkta çekilmiş, insan ruhunun derinliklerine inme iddiasındaki bu gerçeküstü film, tarif edilmez bir sıkıcılıkta. Jeunet ile birlikte yaptığı 2 filmde, zengin hayal gücüne hayran olduğumuz (aslında çok sevimli bir insan, İstanbul Film Festivali boyunca herkesin sempatisini kazanmayı bildi.) Marc Caro, ilerisi için, ne yazık ki, hiç ümit vermedi.
“Yılın en kötü filminden” uzak durunuz.