Kariyerini işçi sınıfının sorunlarını işlemeye adamış, sosyalizme gönül vermiş, alt sınıfın ve emekçilerin sözcülüğüne soyunmuş, 72 yaşındaki ünlü muhalif İngiliz yönetmen Ken Loach, vizyona giren son filmi “İşte Özgür Dünya / İt’s a Free World” ile göçmen sorununa eğiliyor.
Ömrünü adadığı davaya sadakati ile, dürüstlüğüyle, yüreklere seslenen gerçekçi ve insani yapıtlarıyla, sinemaseverlerin haklı takdirini kazanmış bu cesur ve inançlı sinema adamı, kapitalizmi eleştiren bu başyapıtıyla, ilerlemiş yaşına rağmen, üretkenliğinden ve gücünden hiçbir şey kaybetmediğini kanıtlıyor.
Filmlerinde sık sık işbirliği içine girdiği senaryo yazarı Paul Laverty ile “İşte Özgür Dünya”da da çalışan Ken Loach, yine yoksulluğu, çaresizliği, sömürü düzeni, para hırsının insanları nereye götürebileceğini gözlere seriyor. 64. Venedik Film Festivali’nde, içlerinde “En İyi Senaryo”da bulunan 3 ödül alan filmde, İngiltere’deki göçmen işçilerin çalışma koşullarını izliyoruz.
2004’te Avrupa Birliği’nin genişlemesiyle yüz binlerce göçmen İngiltere’ye gelmiş, vasıfsız kişiler ve İngilizce bilmeyenler yeni bir tür işgücü oluşturmuştu. Göçmenler genellikle daha nitelikli oluşları ve esneklikleri nedeniyle tercih ediliyorlardı. Herhangi bir yasal yaptırım olmadan işten çıkarılabilirler, onlara istendiği gibi davranılabilir ve düşük ücret verilebilir. Bu esneklikleri karşılığında ise bu işçilerin hakları çok sınırlı. İngilizlerin yapmayacağı işleri yaptıkları için hükümet, işbulma şirketleri aracılığıyla yürüyen bu sisteme göz yumar.
Filmin kahramanı Angie bu şirketlerin birinde çalışırken tacize uğrayınca istifa eder. Aynı evi paylaştığı arkadaşı Rose ile bildiği işi yapmak için bir yer bulur kurduğu şirkette, iş bulma kurumları, çeteler göçmenler arasındaki belirsiz bir alanda çalışmaya başlar.
Thatcher’in karşı-devriminin ürünü, enerjik, zeki ve hırslı bir kadın olan Angie, iş dünyasının karmaşık ve karanlık labirentlerine kısa sürede uyum sağlar. Sömürülen olmaktan sömüren olmaya geçen genç kadın, insanlık-dışı bir sömürü düzeninin parçası haline gelir.
Yok pahasına çalıştırılan, sağlıklarını ve hayatlarını tehlikeye atarak yaptıkları işte bazen maaşlarını alamayan işçileri karşı, kolay paranın cazibesine kapılan Angie, başarı ve servet basamaklarını tırmanır. Film, para iletinin insanları ne kadar ileriye götürebildiğini gözlerimize serer.
Yaşamsal temaları işlemedeki başarısına alışık olduğumuz Ken Loach, hayatın gerçeklerini sağlam bir öykü aracılığıyla iletmedeki becerisini bu filmde de kanıtlıyor. Sistemi sorgularken, yüreklere seslenen sağlam anlatımıyla, bizleri düşünmeye ve haksızlıklara karşı çıkmaya davet ediyor.
İsmini ilk kez duyduğumuz Kierston Wareing, intaçı, gözüpek, becerikli ve acımasız Angie’de harikalar yatırıyor