Bensiyon Pinto’nun kitabını büyük bir dikkatle okudum hatta bazı sayfaları iki defa okudum. Son derece ilginç ve hassas konulara çok özel bir üslupla temas etti. Bu yönden kendisini ve derleyen Tülay Gürler’i kutlarım.
Bensiyon geniş toplumda Yahudi olmanın zorluklarını ifade ediyor. O zor günler cereyan ederken ben Bensiyon’dan herhalde 16 yıl yaşlıydım. Önce Trakya olayları (1943) sonra gayrimüslimlerin askere alınıp pek de hoş bir muameleye tutulmamaları ve arkadan Varlık Vergisi. Aslında fikir itibari ile doğru olup fakat tatbikattaki muazzam haksızlıklar. Hatırlarım babama beşbin liralık bir vergi gelmiş, 50 lira bile ödeyecek durumumuz yoktu. Amma Aşkale korkusu vardı. Evdeki değerli bir duvar saati ve bir gramofon satıldı. Babam gene de Aşkele çantasını hazırlıyordu. Biz gene babamı böbrek rahatsızlığından dolayı Balat Hastanesi’ne yatırmıştık.
O acı günlerde Bensiyon çok sade ve realist bir lisanla temas ediyor ve gözümüzün önüne getiriyor. Maalesef iş bununla bitmiyor. Uydurma bir haberle halk adeta ayaklanıp 6-7 Eylül Olayları cereyan ediyor. Ertesi günü işe giderken Mısır Çarşısı’nın karşısında olan Vakko Mağazası’nın önünde geçerken rahmetli sevgili Vitali Hakko orada duruyordu. Yerde güzelim kumaş vs. şık eşya vardı. Kendisine “B. Vitali nasıl oluyor? Rum dükkanlarına karşı değil mi bu hareketler?” Yüzüme baktı ve “ne Rumu, ne Yahudisi, ne Ermenisi!” dedi. Tabii bende bir moral çöküntüsü oldu. Çünkü ben de ülkemi çok seviyordum Bensiyon gibi. Ertesi günü zamanın Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes arabalarının penceresinden halka sesleniyordu “böyle şeyler yapmayın” diye ama olanlar olmuştu...
İlk reaksiyondan sonra düşündüm çok kere: William Scherer der ki: “Her millette kötü, ırkçı niyetlere sahip bir takım insan mevcut ama mevcudu fazla veya az Almanya’da örneğin fazlaydı, ama bunun için bunların sebep olduğu akla gelmeyecek olayları millete atfedilmez”. Aynı düşünceyle Yehudi Menuhin II. Dünya Harbi’nin akabinde Almanya’ya konser vermeye gitmişti. Bensiyon Pinto’nun da ülke sevgisini kaybetmediği kitabın her sayfasından anlaşılıyor. Ben de harpten sonra Almanlarla çalışmamaya kendi kendime söz verdiği halde Almanlarla çalıştım. Onlarla Türkiye’de Türk Henkel’i Türk ortaklarıyla kurdum ve 36 sene yönettim. Çok ahenkli ve unutamadığım bir işbirliği içinde geçti. Bensiyon Pinto’nun görüşüne katılıyorum. Ben de onun gibi ülkemi seviyorum.
Ama beklerdim ki, ülkemizde bizler de din farkı gözetmeden, azınlık olarak değil de vatandaş olarak görülelim. Bensiyon çok güzel ifade ediyor. Batı ülkelerinde isminizi söylediğinizde kimse dininizi sormaz. Geçenlerde Hürriyet Gazetesi’nde birisi bir fikir ortaya atmış: Müslüman olmayan Türk olamazmış diye. Bu XXI. yüzyıl Türkiyesine yakışmayacak bir görüş! Bensiyon Pinto nice ülke gezmiş. Fas’a gittiğinde Kral’ın tavsiyesiyle bir bakanı ziyaret etmiş meğer o bakan Museviymiş!.. Türkiye’ye dönünce Başbakana güzel bir şekilde bunu anlatmış ve Başbakanın da Türkiye’nin Fas’tan daha gelişmiş olduğunu kabul ettiği halde Bensiyon Pinto neden ülkemizde aynı hale rastlanmadığını sormuş. Hakikaten sorulması gerekli bir soru. Kitapta yazıldığı gibi bir zamanlar üniversite kapıları sonradan azınlıklara kapalı iken azınlıklara açıldı. Fransa’da Leon Blum, Mendes France başbakanlık mevkiine oturdular, Henry Kissinger 16 yaşında ABD’ye göç etmiş ve yıllarca ABD Dışişleri’ni yönetti. Şahsen nüfus cüzdanımda T.C. Musevi yazılı olmasından rahatsızlığımı rahmetli Başbakan Bülent Ecevit’e bildirmiştim ama bir cevap alamamıştım. Bu sorular Bensiyon Pinto’nun kitabında ifade edilmek istenmektedir. Bugüne kadar bir kitap halinde yazılmamıştı. Bu yönden kitap bu sorunları ortaya attığı cihetle tarihi bir nitelik taşımaktadır.
Benim cemaat başkanıyla hemfikir olmadığım bir hususa işaret etmek istiyorum. Bensiyon Pinto cemaat başkanının dini kurallarına temas ederken bir cemaat başkanının bu kurallara vakıf olmasını bir kaide olarak ortaya koyuyor. B. Pinto karizması olan bir başkandı şüphesiz. Ve çok başarılı oldu. Ancak bir konuda beni mazur görsün fikir ayrılığımız var. Bensiyon Pinto kitabının 85. Sayfasında “cemaat başkanlığı görevlerim sırasında özellikle... Kaşerut kurallarına uymaya, Cuma gecesi dışarı çıkmamaya ve dualara, törenlere katılmaya özellikle gayret ettim. Bunun çok önemli olduğunun bilincindeyim” diyor. Ben cemaaat başkanının bu fikrine şu bakımdan uymuyorum.
Biz bir değişim dünyasını yaşıyoruz ve kültür konseptleri de değişti. Bir dini kültür mevcut, kimse bunu inkar edemez. Ancak ırk, din, dil ve gelenek bize doğuştan gelen hasletlerdir ve bunlarda bir değişim yok. Oysa genel kültürü oluşturan ilim ve sanat birikimleri insanın geliştirdiği hasletlerdir ve genel anlamıyla kültürü oluşturur ‘Bertnard Russel Science et Religion’ adlı kitabında “Bilgiler geliştikçe İncil’deki kutsal tarih ve eski kilisenin karışık teolojisi insanların gözünde değer yitirmiştir.” Büyük Fransız alimi Jacques Monod da benzer fikirler serdetmiş (Le Hasard et la Nessecite) yani ilim ve din ayrı şeylerdir. Dolayısıyla ben cemaat başkanını bir cemaat yöneticisi olarak görür ve onun görevi cemaatin genel görüşlerini geliştirmek başka sözle modernleştirmektir diye düşünüyorum. Kısa zaman için cemaatin o zamanki Müşavirler Heyeti’nde üye ve sonra başkan yardımcılığı görevinde bulundum. Ben özellikle “low profile” ve “high profile” konuları üzerinde durmuştum. Epey tartışmadan sonra Rahmetli sevgili Prof. Dr. Selim Kaneti noktayı koymuştu: “Ülkemize karşı görevlerimizi tümüyle ifa ediyoruz, dolayısıyla başımızı eğit tutmayacağız.”
Sayın Bensiyon Pinto’nun kitabını son derece ilgiyle okudum. Bu kitabın değerini takdir ederek okuduktan sonra görüşlerimi ortaya koydum. Yazarı en samimi duygularımla kutluyorum.