Bir Holokost başyapıtı: Babi Yar

29 Eylül Pazartesi günü 100 kadar kişi Kiev yakınlarındaki Babi Yar anıtı önünde toplandı ve Eylül 1941’de Naziler tarafından bu mekanda toplu kıyıma tabi tutulan Yahudileri andı… 28 - 29 Eylül 1941 tarihlerinde - tam sayı vermek gerekirse - 33.771 her yaştan Yahudi bu mekanda kurşun kusan makineli tüfeklerin önünde ölümü buldu. Bu sayı Ukrayna topraklarının Sovyet orduları tarafından kurtarıldığı 1944 yılına gelindiğinde 100.000’i aşmıştı

Marsel RUSSO Perspektif
22 Ekim 2008 Çarşamba

O dehşet dolu günleri yaşamış Rus yazar Anatoli Kuznetsov henüz 14 yaşındayken etrafında gelişen insanlık dışı olayları günlüğünde biriktirmeye başlar. Seneler sonra birçok tanıklığın da ilave görmesi ile “Babi Yar: Belgesel nitelikte bir roman” isimli eserini hazırlar. 1966 yılında ilk kez yayınlanan kitap Sovyet idaresi tarafından sansüre tabi tutulur. Daha sonra batıya iltica eden Kuznetsov, kitabını orijinal içeriği ile yeniden, bu kez İngiltere’de çıkarır.

Edebi hiçbir iddiası bulunmayan kitabın giriş bölümünde yazarın şu tespiti yer alır: “Bu kitaptaki her şey doğrudur. Burada değişik insanların anlattıklarına yer verdim ve onların her söylediğini yazdım. Dolayısı ile başlıktaki belgesel tanımlamasının dayanağı budur. Hiçbir edebi kaygıya yer vermeden, olayları, geliştikleri şekilde kaleme aldım…”

Kitapta adından söz edilen tanıkların biri Dina Pronicheva’dır.

“Karanlık bastırmıştı. Bizleri sıraya soktular ve yürünemeyecek kadar dar ahşap bir iskelenin üstüne dizdiler. Altımızı göremiyordum. Birden ateş etmeye başladılar. Gözelerimi kapadım, nefesimi tuttum ve mermilerden biri bana isabet etmeden kendimi aşağıya attım. Fazla bir yara almadan, daha sonra başka cesetlerle dolu olduğunu anladığım bir çukura düşmüştüm. Kısa süre sonra tüfeklerin sesi susmuştu. Bu kez, birkaçı çukurun içine inip, henüz ölmemiş olanların işini bitirmeye başladılar. Öksürenler, inleyenler bir bir sustular. Kımıldamadan, kendimi ele verme korkusu içinde öylece yatıyordum. Üstümde ciddi bir ağırlık olmalıydı çünkü bir ara nefessizlikten boğulacak hale geldim, ancak kımıldayamıyordum… Ne kadar zaman geçti bilemiyorum, sonunda kurşunlanmak pahasına hareket etmeye karar verdim. Vurularak ölmenin canlı canlı gömülmekten iyi olacağına karar vermiştim…”

 Herkes Aushwitz’i, Dachau’yu veya Treblinka’yı bilir. Bunlar ölüm fabrikaları haline getirilmiş, nefret kaleleridir, endüstriyel katliamın tepe noktasıdır. Babi Yar’da ise her şey çok masumdur. Kiev yakınlarında küçük bir vadidir burası. Görünürde hiçbir şey yoktur…

19 - 20 Eylül 1941’de Ukrayna’nın en büyük kenti Kiev Almanlar’ın eline düşer. 875.000 kişilik nüfusun % 20’si kadarı Yahudi’dir. Gerçi Sovyetler stratejik işlerde çalışanları kentin düşmesinden hemen önce tahliye etmiştir ve bunların içinde Yahudiler de vardır; ancak bu operasyondan kaç Yahudi’nin yararlandığı kesin olarak belli değildir.

1914 - 18  savaşında Alman işgalini tatmış olan kent halkı durumu olumlu görür. Almanların uygar bir şekilde davranacaklarına dair şüpheleri yoktur. Hatta bazıları, Sovyetler tarafından tahrip edilmiş sosyal ve ekonomik yapının Almanlar tarafından düzeltileceğini dahi umarlar.

Ancak olaylar öyle işlemez ve Kiev halkı Almanların eline düşmenin ne anlama geldiğini acı bir şekilde öğrenir. İşgalin hemen akabinde, direnişçiler tarafından Alman ordu karargahının konuşlandığı bölgelerin yakınlarında patlatılan bombalar, gerilimin pimini çeker.

Ordu Generali Alfred Jodl, Nüremberg duruşmaları esnasında durumu şöyle özetleyecektir:

“…Kenti ele geçirmemizin üstünden çok az zaman geçmişti ki bir dizi patlama ile karşılaştık. Kent merkezinin büyük bölümü yanıyordu. Her yerde alevlerle boğuşmak zorunda kalmıştık. Ciddi kayıplarımız vardı. Önceleri bir sabotajdır diye düşündük, ancak daha sonra ele geçirdiğimiz planlar bunun organize bir hareket olduğunu kanıtladı…”

Tutuklananlar arasında Yahudilerin olması, Kiev’in yeni yöneticilerine uygun cevabın tez zamanda bulunması konusunda ilham verir. Benzer şekilde işgal edilen birçok kentte olduğu gibi gettolar kurulmaz, kamplar oluşturulmaz, nakiller yapılmaz… Kiev Yahudileri bir merkezde toplanır; ve doğrudan imha edilmek üzere Paul Blobel komutasındaki Sonderkommando 4A’nın önüne gönderilirler.

“Kiev’de ve yakınlarında yaşayan tüm Yahudiler  29 Eylül sabah saat 8’de, Melkionova ve Dokhtureva caddelerinin birleştiği köşede bulunacaklar. Yanlarında kimliklerini, para ve değerli eşyalarını alacaklar. Elbise ve yolculuk için gerekli diğer ihtiyaçlar da beraberlerinde olacak. Bu emre uymayanlar görüldükleri yerde vurulacaklardır. Yahudilerin boşalttıkları evlere giren ve onların mallarını çalanlar da aynı sonu paylaşacaklardır…”

Kentin SS komutanı tarafından yayınlanan bu bildiri ile, Almanların beklentisinin çok üstünde, 30.000’den fazla Yahudi, biraz da, yeni yerleşim birimlerine nakledileceklerini sanarak – ki bu yönde ciddi bir propaganda söz konusudur – belirtilen yer ve saatte hazır bulunur. Gelenler 100’lü gruplara ayrılırlar ve Yahudi mezarlığının bulunduğu yöne, Babi Yar’a doğru yürüyüş başlar.

Yahudiler dikenli tellerle çevrilmiş alana girdiklerinde, soyunmaları emredilir. Daha sonra, onarlı gruplar halinde, özenle açılmış büyük bir çukurun ya da mezarın kenarına getirilir ve makineli tüfeklerle taranırlar. Dizi dizi katledilirler, onları izleyen ve biraz sonra aynı akıbeti paylaşacak çaresiz insanlar önünde…

Irina Khorshunova, 29 Eylül tarihli günlüğüne şöyle not düşer: “Yahudilere ne olduğunu hala bilmiyoruz. Bazı dehşet dolu haberler geliyor ancak bunlara inanmak mümkün değil. Öldürüldükleri söyleniyor. Kimileri de vagonlara bindirilip değişik yerlere gönderildiklerinden söz ediyor. Nereye gittiler? Onlara ne oldu? Kimse bilmiyor! Tek bir şey çok açık: Tüm belgeleri, yanlarına aldıkları yiyecekler ve giyecekler bir yere toplanmış. Varlıklarına el konmuş. Sonra da Babi Yar’da yok edilmişler deniyor. Bu anlaşılabilir değil…”

Raisa Ester Maystrenko şu anda 70 yaşında. Annesi Yahudi babası ise Rus’tu. Yahudilerin ölüme gönderilmek üzere toplandıkları 29 Eylül 1941’de henüz 3 yaşındaydı. Toplanma yerine annesi ile birlikte gitmiş, ancak daha sonra yapılan tasnifte anne – kız birbirlerinden ayrılmışlar ve bir daha hiç buluşamamışlardı:

“İki gruba ayrılmıştık. Erkekler ve kadınlar bir grupta, çocuklar ve yaşlılar diğerinde. Benim şansım vardı çünkü babaannem Tatyana ile birlikteydim. Makineliler ateş etmeye başlayınca, olup biteni hemen anladı ve beni kucağına alarak geriye doğru kaçmaya başladı. Bir yandan da elinde Rus pasaportunu sallıyor ve ben Rusum, beni bırakın diye bağırıyordu. Askerler kaçtığımız yöne doğru ateş ediyorlardı, ancak buna hiç dikkat edecek durum yoktu. Allah’tan tutturamadılar. Zaten, akın akın gelen o kadar insan vardı ki işleri başlarından aşkındı…”

İşte, yine tanıklıklar:

“Bu kadar büyük bir başarı beklemiyorlardı. Ancak öyle güzel bir propaganda yapmışlardı ki, gelenler daha insanca yaşayacakları yerlere gönderileceklerini sanmıştı. Dolayısı ile 5 ila 6 bin kişi beklerken, 30.000’den fazla bir kalabalık toplanmıştı o gün meydanda.”

(Einsaztgruppe C raporundan)

“Almanların işlerini tamamen bitirecek zamanları yoktu. Dolayısı ile ikili gruplar halinde insanları alıyorlar, kafalarını birbirlerinin yanına doğru tutuyor ve tek mermi ile iki kişiyi öldürmeye çalışıyorlardı. Çukura yaralı olarak düşenleri ise daha sonra tabanca ile öldürüyorlardı. Kısa boylu çocuklarıysa canlı olarak gömülüyorlardı.”

Tarihçi Felix Levitas

 

“İnsanları sabahtan akşama dek öldürüyorlardı. O gün sırası gelmeyenler barakalara konuluyor ve ertesi gün işleme devam ediliyordu. Daha sonra toplanan giyecekler kamyonlarla götürülüyordu. Bu tam beş gün böylece sürdü. Kimse buna engel olmadı, kimse itiraz etmedi.”

Sergey Ivanovich Lutsenko,

mezarlık görevlisi

 

Almanlar Ukrayna’da bu vahşi işlerinde kendilerine yardımcı olacak çok fazla gönüllü bulur. Pogromların birbirini izlediği ve antisemitizmin geleneksel olarak kök saldığı bu topraklarda böylesi bir durum çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Nitekim kendilerine getirilecek her Yahudi için 1000 Ruble teklifi yapınca halktan bayağı destek görürüler.

Ancak, kötülerin yanında iyiler de vardır. Nitekim, binbir zorlukla evlerine dönen Raisa Ester’i ve babaannesini komşuları hiç ihbar etmemiş, iki seneyi aşkın bir süre, dışarı hiç çıkmadan, komşularının yardımı ile bir yer altı hayatı sürmüşlerdir. 1990 yılından bu yana Ukrayna Yahudi Toplumu, katliamlar sırasında Yahudileri kurtaran, saklayan, kaçmalarına ön ayak olan 431 Ukrayna’lıya “Babi Yar Dürüstü” ödülü vermiş bulunuyor.

Elbette, Babi Yar’da öldürülenler yalnız Yahudiler değildir. Birçok muhalif, Rus, Polonyalı ve Çek savaş esiri, direnişçi ve nihayet Kiev yakınlarındaki Pavlov Hastanesinde tedavi gören zihinsel engelliler de bu insanlık dışı muameleden nasibini alır.

Rakamlar çarpıcıdır. Savaştan sonra yapılan araştırmalarda, 3 yıl kadar süren Alman işgali esnasında 220.000 kişinin burada can verdiği tespit edilmiştir. Yalnız 2 günde, 29-30 Eylül 1941’de 33.771 Yahudi katledilir. Almanlar 29 Eylül sabahı verilen adreste toplanan tüm Yahudileri, kendilerinden beklenen bir kesinlik içinde tasniflemiş, saymış, evraklarına ve kıymetli eşyalarına el koymuş ve son derece soğukkanlı bir disiplin içinde, olanaksızı başarmıştır. Bu yapılan işin nasıl sıradanlaştırıldığının kanıtıdır.

Temmuz 1943’te, katliamın mimarı Paul Blobel tekrar Kiev’e döner. Bu kez misyonu, hızla ilerleyen Kızıl Ordu’nun önünde gerekli temizliği yapmaktır. Tarihin karartılması bu anlamda Nazilerin en sık kullandıkları yöntemlerdendir. Ancak yapılanlar o denli derin, nicelik ve nitelik anlamında o denli zengindir ki, bunların silinmesi, ironik olarak, icrasından daha zor ve masraflı olmuştur. 

Blobel, Nüremberg’deki yargılanması esnasında şöyle der:

“Ağustos 1943’teki son Kiev ziyaretim esnasında büyük bir çukurda yakılan cesetler gördüm. Çukur gerçekten çok büyüktü. 55 metre uzunlukta, 3 metre genişlikte ve 2.5 metre derinlikte bir mezardı bu. İlk önce mezarın toprakla örtülmüş yüzü açıldı. Daha sonra içine yanıcı maderler kondu ve ateş yakıldı. Alevler iki gün boyunca yandı. Daha sonra, etraf soğutuldu ve nihayet delil olabilecek her şey toplandı. Ancak Ruslar ilerliyordu. Güneydeki ve doğudaki mezarlara el atmak mümkün olmadı.”

Babi Yar ve burada ne olduğunu anlamadan yitip gidenler uzun seneler boyunca utuldu. Bölgede can veren Yahudiler anısına bir anıt dikilmesi çok uzun seneler Moskova hükümetleri tarafından salt siyasi kaygılarla ret edildi. Gerçi ünlü Rus şairi Yevtuşenko yaşananlar hakkında içinden geldiği gibi söyledi; besteci Şostakoviç, bu şiirden hareketle 13. senfonisinde isyanını notalara döktü. Ancak, bunlar anlamlı fakat yeterli değildi.  Nihayet 1991 yılında, Sovyetler’in yıkılmasının ardından, ölenlerin anısına Menora şeklinde bir anıt açıldı.

Kuznetsov, Babi Yar’daki vahşete adadığı romanının sonunda şöyle diyor:

“Burada sıra dışı hiçbir şey anlatmadığıma yeniden vurgu yapmak isterim. Bunlar bir sistem ile bütünleşmiş gerçeklerdi. Olaylar, insanların bugün gibi oldukları kadar yakın bir geçmişte oldu…”