Antakya Yahudilerini daha yakından tanımak, bize gizemli gelen bu cemaat üyelerinin yaşadıkları yerleri, yaşantı şekillerini daha yakından görmek amacı ile geçtiğimiz Temmuz ayında, esimle yaptığımız Antakya seyahatimizin izlenimlerini size kısaca aktarmak istiyorum. İstanbul’da tanıştığımız Antakya’lı arkadaşlarımız Ceni-Matuk Kebudi, yaptığımız Antakya seyahatimizde, bize gönüllü rehberlik ettiler ve bizi Antakya Yahudi Cemaati hakkında bilgilendirdiler
Antakya halkı, Sünniler, Nusayri Alevileri, Ortodoks ve Yahudilerden oluşmuş bir mozaik. Günümüzde Antakya nüfusunun %60’ını Sunniler, %40’ını ise Nusayri Alevileri oluşturuyor. Şehirde yaşayan Rum Ortodoksların sayısı ise 1200 civarında. Bu Rum Ortodokslar, İstanbul Ruhani Liderine bağlı olmayıp, Antakya Patriğine bağlıymışlar. Bizi hayrete düşüren bir başka şey ise, Müslümanı, Hıristiyanı ve Yahudisi ile tüm Antakya halkının, aralarında bazen Türkçe, ama daha sıklıkla, Arapça konuşmaları oldu. Konuştukları Arapça, Suriye ve Lübnan’da konuşulan Arapça imiş. Nuseyri Alevilerinin örf ve adetlerini dinlerken bizi şaşırtan ilginç bir konu anlatıldı, on üç yaşını tamamlayan erkek çocukları, otuz gün evlerinden uzaklaştırılarak, Şıhların (Alevi din adamına verilen isim) nezaretinde dini eğitim alırlarmış. Evlerine döndükleri gün ise aileleri kurban keserek, bu günü kutsarlarmış.
Antakya Yahudi Cemaati Başkanı Şaul Cenudioğlu da, kendisini ziyaretimiz sırasında, bizleri cemaat hakkında bilgilendirdi. Antakya Yahudilerinin geçmişi hakkında herhangi bir kayıt olmamasına rağmen, bu Yahudiler Mısır’da esaretten kurtulan ve Bağdat’a kadar giden kavimin bir kolunun devamı olduğu bilinirmiş. Antakya Yahudileri, Anadolu’da yerleşen Yahudilerin ilki imişler. Bu Yahudilerin geçmişi 2000 yıl öncesine dayanırmış. İbranioğulları, Suriye ve Lübnan üzerinden Antakya’ya ticaret yapmak amacı ile geldiklerinde, bir kısmı şehri beğenmişler ve burada yerleşmişler. O dönemde Antakya, Roma ve İskenderiye’den sonra, bölgenin üçüncü büyük kenti imiş. Bugünkü sinagogun bulunduğu cadde olan Kurtuluş Caddesi, tarihin derinlerine giden bir cadde imiş. O yıllarda, bu cadde, Roma Caddesi olarak anılırmış.1900’lü yılların öncesi hakkında herhangi bir kayıt olmadığı için, Antakya Yahudilerinin, Halep’e bağlı olup olmadıkları bilinmiyor. Hıristiyanlığın yayılışı sırasında, Antakya’ya gelen Havariler, buradaki Yahudilerin bir kısmını yanlarına çekmeyi başarmışlar.
Antakya, deprem bölgesinde kurulu bir şehir. Bugüne kadar Antakya’da ondört onbeş deprem olmuş. İsa’dan sonra 528 yılındaki büyük depremde, şehir yerle bir olmuş. İsa’dan önce 915 yılında yine çevreye çok zarar veren büyük bir deprem daha yaşanmış. Yıllar önce burada bulunan Şam Patriği, bu bölgenin güvenli olmaması nedeniyle, önce İstanbul’a, sonraları da Şam’a taşınmış.
Anadolu’ya ilk gelen ve Antakya’da yerleşen Yahudiler, önceleri sinagogun arka sokakları olan Tutdibi Mahallesi’nde yerleşmişler. Ticaretlerini Halep ve Antakya güzergahında devam ettiren Yahudiler, Cumhuriyet dönemine kadar Suriye ile ilişkilerini kesmemişler. Muhafazakar olan cemaat üyeleri sinagoga yakın mahallelerde oturmaya özen göstermişler. Yahudiler, daha sonra bu civardaki Kiremitli Camii Mahallesi, Affan Camiisi Mahallesi, Cabbara Mahallelerinde oturmaya başlamışlar. Eskiden, bu mahallelerin herbirinde, 50-60 Yahudi aile yaşarmış. Eski Antakya evleri, dar sokaklarla ayrılan, içiçe, iki katlı, geniş avlulu ve bürke adı verilen küçük havuzlu evlerdi. Hatay, bağımsızlığına kavuştuktan sonra kurulan hükümete, Efrayim Kebudi (Matuk Kebudi'nin büyük babası) cemaatı temsilen meclis üyesi olarak seçilmiş, ancak daha sonraları, Antakya'nın Türkiye Cumhuriyeti' ne iltihakı ile Meclis fesh edilmiştir.Yahudiler 1960’lardan sonra, Zenginler Mahallesi’ndeki apartıman katlarına taşınmışlardır.
Yirminci yüzyılın başlarında, Antakya’daki Yahudi sayısı 1500 civarında imiş. 1948’lerde, İsrail’e yoğun bir göç yaşanmış. 1980 öncesi, bazı nedenlerden dolayı, İsrail’e ikinci bir göç olmuş. Bu göçten sonra, Antakya Yahudi nüfusu 150 kişiye düşmüş. Nüfusun eksilmesinin bir başka nedeni de, gençlerin üniversitelerde okumak amacı ile, İstanbul’a taşınmaları imiş. İstanbul’a giden gençler, bir süre sonra ailelerini de buraya çekmeye başlayınca, nüfus gittikçe daha çok düşmeye başlamış. Bugün, Antakya’da, en genci ellili yaşlarda olan 38 kişi yaşıyormuş. Soyadları Kebudi, Cenudioğlu ve Cemal olan sadece birkaç aile kaldı Antakya’da.
1950’li yıllarda, Yahudiler tekstil ile uğraşırlarmış. O günlerde Manifaturacılar Caddesi’nin tümü Yahudi tekstilcilerle dolup taşarmış. Bazı Yahudilerin çırçır fabrikaları dahi varmış. O yıllarda, Antakya’da, herbiri 25-30 kişiden oluşan birçok aile yaşarmış. Bu aileler arasında, Şirem, Berdeyan, Mizrahi, Şueke, Duek, Harari ve Murabi soyadlarını sayabiliriz. Evlilikler, genellikle aileler arasında olur, dışarıdan pek kız alınmazmış.
Antakya Sinagogu 200-250 yıl önce, Beyrut ve Halep’ten gelen yardımlar sayesinde inşaa edilmiş. Antakya Yahudi Cemaati Başkanı Şaul Cenudioğlu’nun kardeşi, Azra Cenudioğlu, bizler için sinagogu açtı ve bizi sinagogun faaliyetleri hakkında bilgilendirdi. Yaz ayları herkes tatil beldesi Arsuz’da olduğu için, minyan oluşmuyormuş. Eylül ayında, bayramlar yaklaşırken minyan toplanabiliyormuş. Antakya Yahudileri dinlerine sadık insanlar imiş. Şabat’a bakarlarmış. Geçmiş yıllarda, cemaatin daha kalabalık olduğu zamanlar, Şabat günü kalabalık bir kadın topluluğu, Tora’yı dinlemek üzere sinagoga gelirlermiş. Yıllarca, düğünler, bar mitzvalar ve sünnetler, bu sinagogda yapılırmış. Sünnet yapılırken, genç bir kız, içinde mumların yakılı olduğu Elyahunnebi tepsisini (Hz. Eliyahu’nun tepsisi) taşır; davetliler de bu tepsiye para atarlarmış. Toplanan bu paraları, baba, oğluna uğur getirmesi için kasasına koyar, bu kasayı da oğlu büyüdüğünde de ona teslim edermiş. Eskiden Sinagog içinde bir de fırın varmış. Pesah bayramları öncesi, bu fırında matsa yapılırmış.
Antakya Yahudilerinin balık kültürü yokmuş. Cuma günleri, hanımlar Şabat için en güzel yemekleri pişirirlermiş. Kuru fasulye, taze fasulye, taze lubye (bir çeşit fasulye) ve hamıt ( kukle köfteleri, pazı sapları, havuç, patates, kereviz ve limon suyu ile yapılan bir yemek), Şabat akşamı en çok yenen yemeklerdenmiş. Şabat günü, sinagog çıkışından sonra masalara konan rakılı ziyafet de kayda değermiş. Antakya Yahudileri’nin yemekleri o kadar lezzetliymiş ki, halk arasında “Yahudide yemek ye, Hıristiyanda yat” şeklinde bir deyim yerleşmiş. Bugün, Antakya Yahudileri arasında ihtiyaçlı kişiler yokmuş.
Antakya’da, İnci Kıraathanesi’nin egzotik bahçesinde, ünlü Haytalı Bicibici muhallebisinden yedik. Bu kıraathane, yarım asır önce, Yahudi Cemaatinin kumara tutkun erkeklerinin, eşlerinden kaçıp, aralarında kağıt oynadıkları yermiş.
Antakya’nın semtlerinden biri olan Harbiye’nin künefesi, insana ‘İşte künefe budur!’ dedirtiyor. Harbiye’de Şelalelere inip çıplak ayaklarımızla buz gibi sularda gezinerek, yeşil bitki örtüsünde değişik ortamı yakalamak çok zevk verici idi. Ayrıca Harbiye’nin değişik zengin mezelerini yemek de unutulmaz bir deneyimdi. Dünyanın ikinci büyük Mozaik Müzesini, yalnız Ermenilerin yaşadığı ve Türkiye’de Ermenice konuşulan tek köy olan Vakıflar Köyü’nü, Titüs Tüneli’ni ve Saint Pierre Kilisesi’ni gezmezseniz, Antakya'yı görmüş sayılmazsınız.
Yıllar önce, Antakya’nın en seçkin kulübü olan Antakya Şehir Kulübü Derneği’nin Lokali, Antakya Yahudileri’nin en çok rağbet ettikleri kulüp imiş. Şehir Kulübü’nde bize ikram ettikleri Piyam Şerbeti ve Dut Şurubu’nun tadına doyamadık.
2005 yılında, Medeniyetler Buluşması için, Evrensel Değerleri Koruma Derneği kurulmuş. Hepimizin bildiği gibi, 2005’in 25-30 Eylül tarihleri arasında, Türkiye’nin tüm ruhani liderleri, Antakya’da buluştu.. Dünyadaki birçok bilim adamı da bu oluşuma katıldılar. Antakya’da, bugüne kadar, ilk kez böyle bir buluşma yaşandı. 2005’te, aynı zamanda, meşhur Antakya Medeniyetler Korosu da kuruldu. Üç din ve altı mezhepten oluşan bu koro, her yıl çeşitli şehirlerde konserler veriyor. Her dinin elemanları, kendi dinlerine özgü ilahiler söylüyorlar. Ezgileri ise hep beraber okuyorlar. Son olarak, 2008 yılında, Mersin Valiliğinin davetlisi olarak Mersin’e gittiler ve orada bir konser verdiler.
Bugün, Antakya Yahudileri’nin büyük bir bölümü artık İstanbul’da yaşıyor. Benim gözlemlediğim kadarı ile, Akdeniz özelliklerini taşıyan bu sıcakkanlı, canlı, neşeli insanlar, kıvrak zekaları ve çabuk uyum sağlama kabiliyetleri sayesinde, kısa zamanda, birçok alanda, İstanbullulara taş çıkartacak duruma geldiler.
Belki de bu özellik Yahudilere özgü bir şey!. “Tarihte hep bir yerden bir yere taşınan Yahudi halkına (Leh Leha) belki de hayat bu özellikleri kazandırmış’’ diyebilir miyiz?