Şirince’nin şirinliklerinden...

Roş Aşana’yı ailece kutlamak için, gittiğimiz, İzmir’in deniz kıyısı ilçelerinden Urla’ya, kara yolu ile birbuçuk saat mesafedeki “Şirince’ye Pazar günü, günübirlik bir gezi planlamıştık. Ne kadar isabetli bir program yapmış olduğumuzu, adını fazlasıyla hak eden bu dağ köyüne varır varmaz anladım.

Yaşam
30 Ekim 2008 Perşembe

Lüset BAYAR

M.S. 7. yüzyılda Efes, yetersiz olmaya başlayınca, yerleşim Selçuk Kalesi (Agios Logos)a kaymış, oradan da, 13. ve 14. yüzyıllarda “Şirince”, ilk adıyla: “Kırkınca” olarak, şimdiki yerine, dağın yamacına kurulmuş. Mimarisi de buna uyumlu olarak, tiyatro düzeninde uygulanmış. Ahalisi, ilave bir göçü engellemek amacıyla, adını “Çirkince” olarak değiştirmiş. Nihayet uzun zaman sonra, İzmir vekillerinden Kazım Dikik, beldeye, çok yakışan “Şirince” adını vermiş. Mübadele sırasında, buradan göç etme zorunda kalan Rumların yerini, Selanik göçmeni Türkler almış, onlarında bir kısmı farklı yörelere giderken, işe yarar inşaat malzemelerini beraberlerinde götürmüş. 1924’te hane sayısı 1800 iken, bugün 350-400 ile sınırlı...

“Şirince”ye gönül verip, önemli mimari restorasyonunun bir bölümünü, gerçekleştiren Müjde ve Sevan Nişanyan çifti sayesinde, köy, son yıllarda yeniden dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış.

Kahverengi ahşap çerçeveli pencere ve kapılarıyla, bembeyaz boyalı minik konaklar, dağın yamacına karşıdan bakıldıığında, yetenekli ressamların yağlıboya tablolarını anımsatıyor. Yaklaştıkça, daracık ara sokakları ve gene daracık parke taşlı yokuşları seçilebiliyor.

Çok tipik, haliyle biraz turistik çarşısı, köy meydanından başlayan uzunca bir sokakta bulunuyor. Yöreye özgü, çok çeşitli otlar, baharat, tabii ki zeytinyağları, zevkli ambalajlı doğal sabunlar, ev yapımı reçeller, bal, elde örülmüş rengarenk patik ve şallar, incik-boncuk, kısacası tatilde hepimizin dayanamayıp aldığı ve sonradan eve dönünce, ne kadar gereksiz olduğunu farkettiği, birçok ıvır-zıvırla oyalanmanın keyfine doyum olmuyor. En azından bizim için öyle oldu. Fakat görüntüler o kadar renkli ki, insan sadece resim çekmekle de çok zevkli vakit geçirebilir; örneğin gezerken karşımıza çıkan bir dükkanın tabelasında aynen şöyle yazıyordu: “Genuine fake watches” yani hakiki sahte saatleri!! Hem hakiki, hem sahte, nasıl oluyorsa!!! Bu da “Şirince”nin şirinliklerinden...

“Şirince”nin bulunduğu yöre, yemyeşil. Her taraf bağ-bahçe. Narlar kıpkırmızı, bol miktarda, ağaçların dallarını aşağı doğru çekiyor. Kopar kopar ye... Yer yer, şarap tadım tezgahları kurulmuş, bağ sahipleri ürünlerini içten ve güleryüzlülükle tanıtıyor.

Tesadüfen girdiğimiz bir şarap dükkanının mahzenindeki dekor karşısında şaşkınlığımızı gizleyemedik. Böyle bir yerde, kristal avizeler, bordo örtülü bir masa üzerinde mumlar, kristal kadehler, kadife koltuklar, güzel bir bar ve tabii duvar boyu yüzlerce şarap şişesinin yarattığı “Barok” atmosfer oldukça etkileyici.

Saat 11.00 kahvemizi, inanılmaz ince bir zevkle döşenmiş “Üzüm Cafe”de bir o kadar inanılmaz lezzetli “cookie”leri eşliğinde içtik; geç vakit ise öğlen yemeğimizi muhteşem manzaralı “Artemis Restoran”da yedikten sonra, aklımız Şirince’de kalarak, dönüş yoluna koyulduk.

İzmir’e yolunuz düşerse veya Efes’te turistik gezi yapıyorsanız, “Şirince”ye de uğrayın derim. (Selçuk’tan sadece 8 kilometre)

Değer!!!