1947 yılında Amsterdam’ın arka mahallelerinden birinde, mütevazi bir Yahudi ailesinin oğlu olarak doğdu kumral çocuk. Futbola ilgisi, on iki yaşına kadar mahalledeki arkadaşlarından fazla değildi... Ta ki babasını kalp krizinden kaybettiği o soğuk akşama kadar...
Yıl 1974...Münih Olimpiyat Stadı’nda Batı Almanya ile Hollanda, Dünya Kupası finalinde karşı karşıya geliyor... Başlama vuruşunu portakal renkliler yapıyor. On beş düzgün pasın ardından görünmez kumral, çelimsiz adam rakip defansın arkasına sarkıp topla buluşuyor. Ceza sahası içinde tam bitirici vuruşu yapacakken, rakip oyuncu Hoeness tarafından yaka paça indiriliyor. Penaltı!!! Topu, penaltı noktasına koyuyor kumral adam.. Geriliyor veee GOOOOLLL!!! Topu ağlara gönderen isim: Johann CRUYFF!!!
İkinci Dünya Savaşı’nın bitiş düdüğünün çalınmasından iki sene sonra, 1947 yılında Amsterdam’ın arka mahallelerinden birinde, mütevazi bir Yahudi ailesinin oğlu olarak doğdu kumral çocuk. Futbola ilgisi on iki yaşına kadar mahalledeki arkadaşlarından fazla değildi. Ta ki babasını kalp krizinden kaybettiği o soğuk akşama kadar. Evi geçindirmek zorunda olan annesi, birkaç blok ötelerinde bulunan Ajax altyapı tesislerinde temizlikçi olarak çalışmaya başladı. Oğlunun kabiliyetini bilen anne Cruyff, belki de hayatının en doğru kararını verdi ve biriktirebildiği birkaç guldeni, oğlunu Ajax Amsterdam’ın altyapısına kaydettirmek için verdi.
Yetenekleri ve özellikle zekasıyla diğer çocukların arasından sıyrılan Cruyff’u, İngiliz koç Vic Buckingham keşfetti. On yedi yaşında A takımla kontrat imzalayan Johann, ilk maçını Kasım 1964’de Groningue’ye karşı oynadı ve kariyerinin ilk resmi golünü de bu maçta kaydetmeyi başardı. Bu maçtan tam iki yıl sonra, 1966’da milli takıma kadar yükseldi. Portakal rengi formasıyla çıktığı ilk maçta, efsane Macaristan takımı karşısında beraberliği getiren golü kaydetti (2-2).Aynı yıl Cruyff, ligde gol kralı oldu ve Ajax’ta ilk lig şampiyonluğunu yaşadı.
Efsane antrenör Rinus Michels’in yönetimindeki Ajax Amsterdam için, altın dönem başlamıştı. Sonraki iki sezonda, iki lig şampiyonluğu ve bir lig kupasını daha müzeye götüren kırmızı-beyazlıların artık bir efsane ismi vardı. 67-68 sezonunda, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda finale kadar yükseldi Hollanda ekibi. Güçlü Milan’a 4-1 kaybettiler ancak, oynadıkları oyunla korkulması gereken bir ekip olduklarını tüm dünyaya gösterdiler.
Daha sonraki üç yıl, Ajax’ın en şanlı yılları oldu. Ajax, iki kez daha ligi en önde bitirirken, üç kez lig kupasını, üç kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı ve birer kez de Avrupa Süper Kupası ile Dünya Kulüpler Şampiyonası’nı kazandı. Kumral genç, bu olağanüstü başarının başrol oyuncusuydu. Bu üç yıl zarfında, iki kez de Avrupa’nın en iyi oyuncusu seçildi. Ajax’ın adı artık, Johann Cruyff’la birlikte anılır olmuştu...
Tek hatası, kontrol edemediği siniriydi... Kart görmeyi, alışkanlık haline getirmişti. Ancak bardağı taşıran son damla; 1971 yılında Çekoslovakya karşısında gördüğü kırmızı kart oldu. Hollanda Milli Takımı’ndan tam bir sene boyunca uzaklaştırma, ayrıca da oldukça yüklü bir para cezası aldı. Daha sonra, sinirini kontrol etmeyi biraz da olsa başarabildi.
1973-74 sezonunda üçüncü kere Avrupa’nın en iyi futbolcusu seçildi ve kariyerinde biraz değişiklik yapması gerektiğine karar verdi. Radikal bir seçimle o dönemde bir türlü son sıralardan kurtulamayan ünlü Katalan takımı Barcelona’ya dönem için bir rekor sayılan 922,300 İngiliz Sterlini’ne transfer oldu. İspanyol ligi, Cruyff geldiğinde çoktan başlamıştı. Ligin son sıralarına demir atan bordo-mavililler yeni transferinin gelişiyle sürpriz bir şekilde yükselişe geçtiler. Cruyff, her maç alışılageldiği gibi gollerini sıralıyordu ancak Barcelona taraftarı tarafından pek sevilmiyordu. Ta ki 17 Şubat 1974’e kadar... Santiago Barnabeu Stadı’nda oynanan efsanevi Real Madrid – Barcelona maçında ezeli rakiplerini 5-0 yenen bordo-mavililerin, o gece en iyi oyuncusu oluyordu Johann Cruyff.Ve Katalan taraftarının kalbini kazanıyordu...
1974 yazında , Batı Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nın da yıldızıydı. Hollanda Milli Takımı, olağanüstü bir kollektif futbol anlayışına sahipti. Hiçbir oyuncunun oynadığı yer, kesin değildi. Her ileri çıkışta ve her geri gelişte oyuncular arkadaşlarının boşalttığı mevkileri sahipleniyorlardı. Fizik kondisyonları mükemmele yakındı. Keizer, Suurbier ve Hulshoff gibi isimlere de sahip olan portakalların yıldızı yine attığı ve attırdığı gollerle takımını finale kadar taşıyan Cruyff oluyordu. Finalde ev sahibi güçlü Batı-Almanya ile karşılaşan portakallar ilk golü atmalarına rağmen, karşılaşmadan 2-1 mağlup ayrıldılar ve evlerine elleri boş döndüler.
1974, Cruyff’un oynadığı ilk ve son Dünya Kupası olacaktı. 1978 Dünya Kupası Eleme Maçları sonunda, milli takımdan emekliye ayrıldığını açıkladı. Bu karar Hollanda’da yılın şoku oldu. Yoğun taraftar baskısına ve önerilen yüksek maaşlara rağmen kararından hiçbir zaman vazgeçmedi. Ancak milli takımdan çok erken ayrılsa da Cruyff, kırılması güç bir rekora imza atıyordu: 48 milli maçta 33 gol!
Beş senelik Barcelona deneyiminden sonra, fırsatlar ülkesi Amerika’ya uçuyordu. Önce Los Angeles Aztecs’te sonra, Washington Diplomats da yılın futbolcusu seçildi. Daha sonra 1981’de Avrupa’ya geri döndü. Tekrar İspanya’ya giden Johann, yine radikal bir kararla ikinci lig takımı Lavante’de oynamaya başladı. Orada bir sezon geçirdikten sonra, sekiz yıl uzak kaldığı ilk göz ağrısı Ajax Amsterdam’a geri döndü. Artık olgunluk dönemini yaşayan kumral adam, iki sezon daha oynadığı kırmızı-beyazlı formayla, iki şampiyonluk kupası daha kaldırdı.
Futbola veda etmesi de oldukça olaylı oldu Johann Cruyff’un... Hollanda’ya ikinci şoku yaşattı ve Ajax’tan en büyük rakibi Feyenoord’a transfer oldu. Bu, profesyonel oyunculuk hayatında verdiği son ama belki de en radikal karar oldu. Feyenoord, bir dönem Hollanda’nın en iyi takımıydı. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı ve Dünya Kulüpler Kupası’nı kazanan ilk Hollanda kulübü olmuştu. Ancak son on senedir, Ajax’ın başarılarının gölgesinde kalmıştı. 1984’te, Cruyff’un önderliğinde lig şampiyonluğunu ve Hollanda kupasını kazandı...
İçindeki futbol aşkını hiçbir zaman dindiremedi. 1984’te üçüncü kere Ajax’a geliyordu ancak, bu kez teknik direktör olarak. Bu dünyada eşi benzeri görülmemiş bir olaydı çünkü Cruyff, ne bir teknik direktörlük eğitimi almış, ne de bu konuda kariyer yapmıştı. Eleştirilere rağmen yılmadı ve 1987’de Ajax’a, Kupa Galipleri Kupası’nı hediye etti. Aynı sezon Barcelona’nın başına getirildi ve Katalan takımında yine efsane oldu. 1996’da yönetimle tartışması sonrasında işine son verilene dek İspanyol takımına sayısız kupa kazandırdı.
Ünlü spor yazarı David Miller’ın oyun zekası, dengeli oyunu ve hiçbir zaman yönünü şaşırmayan paslarından dolayı “Futbol Ayakkabılı Pisagor” diye tanımladığı Johann Cruyff, oyunculuk ve antrenörlük hayatında her zaman başarı yakalayan ve zaferi tadan bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor. Hollandalılar’ın da deyimiyle “bütün bir futbolcu” olan Johann , Dünya Futbol Tarihi’nin sayılı yıldızlarından biri olmayı başardı. Zaten 1999’da FIFA tarafından yüzyılın en iyi futbolcusu seçilerek, çıkabileceği en üst noktaya da ulaşarak ismini ölümsüzleştirdi.
Johann Cruyff tam anlamıyla bir efsanedir ve her zaman yaşayacaktır...
“Barnabeu Stadı’nda unutulmayacak bir gece yaşanıyor. Barcelona 3- Real Madrid 0. Dakika 74’e giriliyor. Rexach soldan iniyor. Önündeki Madrid oyuncusunu güzel bir çalım hareketiyle geçip, ortasını yapıyor. Ceza alanına müthiş bir hızla giriyor kendisini unutturan çelimsiz adam... Gelen ortaya kafasını uzatıyor ve Real Madrid kalecisini avlıyor...4-0. Gol: Johann Cruyff...