Eric Roth’un, “Forrest Gump”ın tutan formülü üzerine bina ettiği, Oscar hesaplarıyla işlenmiş senaryosunu, David Fincher, dümdüz ama titiz ve lirik bir dille anlatıyor. Yaşlı doğup giderek gençleşen bir adamın yaşadıklarını, fantastik-masalsı bir uslupla anlatan film istediği türden etkiyi bırakmıyor. İlk yarısında monoton, hatta sıkıcı olan film ikinci yarısıyla hareketleniyor.
Mantığı zorlayan bölümleriyle, boşluklar barındıran senaryonun zaafları, günümüz ileri teknolojisinin olanaklarından yararlanan bir görsellikle kapatılmaya çalışılıyor
“Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi / The Curious Case of B. Button”, Hollywood’un işbilir senaristi, Eric Roth’un çok tutan “Forrest Gump” formülü üzerine bina ettiği, her karesinde Oscar alma çabaları hissedilen, fantastik bir film.
“Seven” ve “Dövüş Klübü / Fight Club” gibi çizgi dışı filmlerindeki özgün sinema dilini, bu çalışmasında terkeden yönetmen David Fincher, dümdüz ama titiz bir anlatımla, Eric Roth’un zaman kavramıyla oynayan senaryosunu perdeye aktarıyor.
19. yüzyıl başı Amerikan edebiyatının kült yazarı Francis Scott K. Fitzgerald’ın kısa bir hikayesinden yola çıkan Roth, senaryosunu Jean Pierre Jeunet’nin “Amelie”sini anımsatan bir atmosfer içinde anlatıyor. Yaşlı doğup giderek gençleşen bir adamın yaşadıkları, fantastik masalsı bir uslupla anlatılıyor.
Felsefe sosuyla tatlandırılmış sonsuz aşk teması, David Fincher’in görkemli, lirik, epik ama dümdüz bir anlatımıyla servis edilmiş.
Bir hayli uzun tutulmuş, kalabalık karakterli, ağır, zaman zaman sarkan, yamalı bohçayı andıran senaryosuyla film, istediği türden etkiyi bırakmıyor. Bu çok uzun (3 saatlik) film, birçok konuya değinmesine rağmen, hiçbirinin tam olarak hakkını vermediği için, didaktik kaçan anlatımıyla bir başyapıt olma şansıın kaçırıyor.
Varoluş, hayat, aşk, zaman, ölüm temaları bu fazla iddialı filmde işleniyor. Ancak filmin ilk yarısı etkileyici değil, hatta yer yer monoton ve sıkıcı. Neyse ki ikinci yarısıyla renklenen film, dramatik açıdan zaaflarını unutturuyor, hareketleniyor, teknik yönden göz dolduran özellikleriyle çekicilik kazanıyor.
Fantazi bir öykü anlatmasına rağmen, mantığı zorlayan bölümleriyle, boşluklar barındıran senaryonun zaaflarını, yönetmen Fincher, günümüzün ileri teknolojisine olanaklarından yararlanan bir görsellikle kapatmaya çalışıyor.
VAROLUŞ, ZAMAN, ÖLÜM TEMALARI
Brad Pitt ve Cate Blanchett gibi iki dev oyuncunun değişik dönemlerini yansıtan görkemli bir makyaj-efekt becerisi, yaşlandırma ve gençleştirme olaylarında inanılmaz özel efektler, kusursuz bir sanat yönetimi, Fransız bestekar Alexandre Desplat’nın kalbe seslenen özenli ve dokunaklı müzikleri, Claudio Miranda’nın tablo gibi titiz görüntüleri filmin başarılı yönleri.
Brad Pitt ile Cate Blanchett’in makyaj ile ihtiyarlatılmış hallerini hiç yadırgamadık, ama iki oyuncunun nasıl gençleştirildiklerine, 18 yaşındaki hallerine nasıl dönüştürüldüklerine aklımız almadı. Filmin, teknik dallardaki Oscarları silip süpüreceklerini öngörmek için, sinemadan fazla anlamaya lüzum yok.
Filmde, sinema kariyerini “tesadüf”ler üzerine kuran Fransız yönetmen Claude Lelouch’a saygı duruşunda bulunan bir sekans var: Dansçı Daisy’nin Paris’teki araba kazası bölümü belki de filmin en başarılı sekansı.
1918’de başlayıp 2005’te biten bu soyut ve fantastik aşk öyküsü, savaş ve felaketlerle dolu bir tarihi fonda, gözlerimize bir ABD ve dünya panoraması çiziyor. Savaşta kaybettiği oğluna kavuşmak isteyen gözleri görmeyen saat ustası bir babanın imal ettiği tersine işleyen saat, bizlere tuhaf ve acıklı bir öykü anlatacağını müjdeliyor. Bir hastane odasında, New Orlans’ı, sarsan Katrina kasırgasını bekleyen orta yaşlı bir kadın (Julia Ormond), ölüm döşeğindeki annesinin verdiği, sonra da babasının olduğunu öğrendiği bir günlüğü okuyor.
80 yaşında bir bebek olarak doğan, zaman geçtikçe gençleşen, zamanı tersine yaşayan Benjamin’in (Brad Pitt) hayat hikayesi, filmde geriye dönüşlerle anlatılıyor. Doğarken annesinin ölümüne sebebiyet veren, “125 yıllık düğmeci” Button’lara mensup babası tarafından, bir düşkünler evi önüne terkediliyor. Çocuk sahibi olmayan siyahi bir hemşire (en iyi Yardımcı Aktris Oscar adayı Taraji B. Henson) Benjamin’i büyütüyor.
Benjamin ile, çocukken tanıdığı, hayatının aşkı olan seksi dansçı Daisy’nin (Cate Balnchett) yolları film boyunca kesişir. Çocukluğunu yaşlılar evinde geçiren Benjamin 1936’da evden ayrılır, bir kurtarma gemisinde çalışır, 2. Dünya Savaşı’nı yaşar, 26 yaşındayken bir diplomatın güzel karısıyla (Tilda Swinton) tutkulu bir aşk yaşar, şöhretli bir dansçı olan Daisy’nin peşinden gider, ondan bir çocuğu olmasına rağmen gittikçe gençleştiği (hatta çocuklaştığı) için onu terketmek zorunda kalır.
DİJİTAL TEKNOLOJİ HARİKASI
Mark Twan’in “hayatın kurgusunu tersten yaşan adam” özgün fikrini, Fitzgerald bir öyküde kullandıktan sonra, sinema uyarlaması için yazılan taslak senaryoyu Charlie Kauffman kaleme almıştı. Filmin senaristi değiştiği gibi yönetmeni de değişti. Steven Spielberg, Danny Boyle ve Spike Jonze’dan sonra ihale David Fincher’e kaldı.
Oscar hesaplarıyla işlenmiş, fazlasıyla zorlama ve pek çok yerde sarkan bir senaryo ile yola çıkan Fincher mizanseniyle iddialı projenin altını dolduramıyor. Ben kendi hesabıma, “Dövüş Klübü” dahil, bu yönetmenin hiçbir filminden keyif alamadım. “The Game” ve son filmi “Doziac” düş kırıklığı yaratan, içi boş filmlerdi. “Benjiman Button” ise tartışmaya açık bir film.
Senarist Roth’a gelince 1994’te En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar kazandığı “Forrest Gump”ın unutulmaz kahramanının bir benzerini “Benjamin Button”da çizmiş. Her iki kahramanın da yaşama dair hiçbir iddiası yok, hırsı yok. Her ikisi de sınırsız bir olgunlukla, bilgelikle, teslimiyetçilikle, yazgılarını sorgusuz sualsiz kabulleniyorlar.
Eric Roth, evrensel bir konu olan yaşlanmayı işlerken, bizleri hayatın anlamı ve ölüm üzerine düşünmeye davet ediyor.
Bu 166 dakikalık filmin en büyük kozu oyuncu kadrosu. “Seven” ve “Dövüş Klübü”nden sonra David Fincher’le tekrar biraraya gelen Brad Pitt, kendisine Oscar adaylığı getiren bu rolün, gerek yaşlı gerekse genç hallerinde iyi oyunculuğunu kanıtlıyor. Çocukluk bölümünde, buruş buruş kafasının bir çocuk oyuncunun vücuduna monte edilmesi bir dijital teknoloji harikası.
Dans yeteneğini ispatladığı bu rolde Cate Blanchett filmin en iyi oyuncusu. Kızı rolündeki Julia Ormond, diplomat karısı rolünde Tilda Swinton bilinen rahat oyunculuklarını sergilerken, siyahi annede Traji B. Henson Oscar adaylığını hak ediyor.