Rahatsız edici konusuyla film, yaşanmışlığı tartışmalı bir taciz olayı etrafında, diktatör ruhlu bir rahibenin, pedofili ile suçladığı bir rahibi yok etme savaşını anlatıyor. Temellerini belirsizlik ve gizem üzerine kuran, bir “şüphe” etrafındaki psikolojik savaş, filmde görkemli bir gerilim atmosferinde işleniyor. Din, ahlak, dogmalar ve ırksal temalar eşliğinde, film önyargıları, hoşgörüsüzlüğü, bağnazlığı, peşin hükümlüleri eleştiriyor
John P. Shanley Pulitzer ve Tony ödüllü tiyatro oyunu “ŞÜPHE”yi sinemaya taşıyor
“Frost/Nikon”dan sonra, bir tiyatro oyunundan alınan “Şüphe / Doubt”, beş daldaki Oscar adaylığıyla, yılın en iyi filmlerinden biri.
1987’de “Ay Çarpması/Moonstruck”ın En İyi Orijinal Senaryo Oscar Ödülü’nün sahibi olarak tanıdığımız John Patrick Shanley’in, Pulitzer ve Tony ödüllü tiyatro oyunundan alınan “şüphe”, son derece güçlü bir dram.
Kiliseyi fon olarak kullanan, çözümsüzlüğü ön plana çıkaran filmin rahatsız edici bir öyküsü var. Eğitimini Katolik kilise okullarının birinde gören Shanley, bu yarı-otobiyografik eserindeki üç kahramanını da kendi öğretmenlerinden ve okul tecrübelerinden esinlenerek yaratmış.
Hiçbir şeyi kesin olarak bilemeyeceğimiz gerçeğini ilan eden, “Şüphe”nin doğasını analiz eden film, temellerine belirsizlik ve gizem üzerine kurar. Güven eksikliği ve şüphe filmde otopsi masasına yatırılır.
Sıkı kurallarla yönetilen bir katolik okulunda, disiplin adı altında, herkesin korkulu rüyası olan, diktatör ruhlu bir müdire, genç, masum bir rahibe ve yenilikçi, sokulgan bir rahip, filmin üç önemli karakteridir.
Çocuk tacizi (pedofili) ve eşcinsellikle suçlanan rahibin yaşadığı travma, bir “şüphe” etrafındaki psikolojik savaş, filmde mükemmel bir gerilim atmosferinde anlatılıyor.
Şüphenin insanlar üzerinde yarattığı etkileri sorgulayan filmin cazibesi, şüphenin her an yön değiştirmesi ve sonucu izleyicisine bırakması. Film, zan altındaki rahibin suçlu olup olmadığı sorusuna yanıt vermiyor, önyargıları ve hoşgörüsüzlüğü eleştirmekle yetiniyor.
Arthur Miller’in ölümsüz tiyatro oyunu “Cadı Kazanı” ile konusu ve temaları itibarıyla akrabalıklar taşıyan “Şüphe”, toplumdaki dedikodular, peşin hükümler, dogmalar hakkında iddialı şeyler söylüyor.
Tiyatro oyununu başkalarının sahneye koyduğu “Şüphe”de kamera arkasına geçen Shanley, “Joe Yanardağ Karşı”dan sonraki bu ikinci yönetmenlik denemesinde tam not alıyor.
Güven eksikliğini ve şüpheyi sorgulayan konusuyla film, din, ahlak, ırksal temaları işlerken sağduyumuza sesleniyor. Kiliseyle değil, insanlarla ilgili bir film olan “Şüphe”, hiçbir şeyi açıkca göstermiyor, izleyiciyi karakterlerle empati kurmaya zorluyor.
OSCAR ADAYI DÖRT OYUNCU
Filmde, mükemmel işlenmiş dört karakter var. Kocasını kaybettikten sonra kendisini dine veren Rahibe Aloysins (Meryl Streep), çevresinde gördüğü her şeyde günah ve kötülük arayan, modernizmden nefret eden, disiplin aşığı, kötü kalpli, hatta yalancı, herkesin korkulu rüyası diktatör ruhlu bir kadındır. İnsanlarla kolay ilişki kurabilen Rahip Flynn (Philip Seymour Hoffman) ileri görüşlü, yeniliklere açık, esprili, liberal görüşlü, vaazlarında hoşgörüyü işleyen bir din adamıdır. Mesleğinin başında, okulun yeni öğretmeni Rahibe James ise (Amy Adams) genç, masum, naif ama aşırı şüpheci bir genç kızdır.
Rahibe James’in, Peder Flynn ile okulun yeni zenci öğrencisi Miller arasında ahlakdışı şeyler yaşandığı şüphesini Aloysius gerçek olarak kabul eder, prensiplerine karşı çıkan Flynn’a bir haçlı seferi başlatır. Çocuğun annesinin (Viola Davis) desteğini kazanmamasına rağmen, yalan dahil her yola başvurarak rahibi okuldan uzaklaştırmaya çalışır.
1964’te geçen konusuyla film, Kennedy suikastı sonrası, ırkçılığın devam ettiği, ancak okulların siyahi öğrenci kabul etmeye başladığı günleri anlatıyor. Irkçılıkla boğuşan, Vietnam Savaşı’nın travmasını yaşayan, siyasi ve sosyal çalkantıların tavan yaptığı 1960’lı yılların ABD’sine, film bir okulu örnek alarak ayna tutmaya çalışıyor.
Kör inanca, bağnazlığa ve katı dogmalara karşı mücadele, Rahip Flynn’ın kişiliğinde odaklanıyor. Film toplumun bazı kesimlerinde, önyargıdan, tutuculuktan, hoşgörüsüzlükten kaynaklanan dogmalarla yüzleşmemizi sağlıyor.
Engizisyon Mahkemeleri, ortaçağdan günümüze değişik çehrelere bürünerek karşımıza çıkıyor. Bir evhamdan yararlanıp, modern kafalı bir din adamına engizisyon uygulayan rahibe Aloysius rolüne hazırlanmak için Meryl Streep, yazar Shanley’in gerçek hayattaki rahibe öğretmeniyle tanışmış. Streep, 14 kez Oscar’a aday gösterilip, “Kramer Kramer’a Karşı” ve “Sophie’nin Seçimi” ile bu ödülü iki kez kazandı.
Filmin kilit karakteri, statükoya meydan okuyan ama pedofili ile suçlanan Peder Flynn da “En İyi Yardımcı Aktör Oscar Adayı” Philip Seymour Hoffman, Meryl Streep gibi dev bir oyuncunun karşısında ezilmiyor.
Natalie Portman’ın kabul etmediği rolde, genç aktris Amy Adams harikalar yaratıyor, En İyi Yardımcı Aktris Oscar adaylığını hak ediyor. Kısa ama öz performansıyla, bu dalın diğer yarışmacısı Viola Davis, mükemmel bir oyunculuk sergiliyor.
Sapasağlam senaryosuyla film, genel insanlık durumları üzerine çok şey söylüyor. İkinci yönetmenlik denemesini yapan John Patrick Shanley’in şaşırtıcı başarısı biraz da filmin teknik kadrosunun desteğinden geliyor. Sonbahar hüznü yaşatan, gri tonlarla melankoli saçan usta kameraman Roger Deakins’in kadrajları, göz kamaştıran bir kurgu, Shanley’in mizansenini destekliyor.