Chicago öylesine güzel ve sonsuz renkli kişiliği aynı anda yaşayan bir şehir ki, onun hakkında ne kadar yazı yazılsa hakkını verebilmek gerçekten pek zor. Sonbaharda sarı kırmızı yapraklarla bezenmiş göl kenarında yürürken, kışın ise donmuş Michigan Gölü’nün muhteşem manzarasını seyrederken hayatın tadına varmamak elde değil
Valerie DAYAN
Obama’nın ABD başkanlık yarışını kazandığı gece yaptığı konuşma ile birlikte Chicago dünya basınının merkezine oturdu. Aslında bu şehre hepimiz az çok aşinaydık. Kimimiz “Windy City” yani rüzgârlı şehir, kimimiz İtalyan mafyasının yuvası, kimimiz ise basketbol takımı Chicago Bulls’un ev sahibi olarak bilirdik. Ancak, birçoğumuz, olası bir Amerika seyahatinde gidilecek yerler listesinde bu muhteşem şehre yer vermiyor... Oysa ki, Amerika’nın New York’tan sonra ki en büyük ve önemli metropolü olan Chicago, Amerika’da ziyaret edilecek şehirler arasında liste başı olmayı hak ediyor.
Michigan Nehri’nin hemen bitişiğindeki Chicago, 1871’de ünlü Watertower Binası dışında bütün şehri yok eden büyük yangından sonra hızlı bir yeniden yapılanmaya tanık oldu. Dünyaca ünlü mimarların inşa ettiği Sears Towers, John Hancock, Wrigley Building gibi birbirinden etkileyici gökdelenlerin bulunduğu Chicago, Amerika’nın en yüksek mimarilerinden birine sahip. Buna rağmen, binaların akıllıca konumlandırılması sayesinde bütün sokaklar çok ferah, aydınlık ve kendine has bir havası var. Birçok farklı kültürü barındırması, sosyal ve sanatsal etkinliklerin fazlalığı, müzeleri, ünlü lokantaları ile Chicago, daha temiz ve insanların daha arkadaş canlısı olduğu bir New York’a da benzetilebilir...
Chicago’da ziyaret edilebilecek yerler arasında ise herkese göre bir şey bulunabilir. Bünyesinde dünyadaki sayılı sanat okullarından School of Art Institute of Chicago’yu da barındıran Art Institute Müzesi, yabana atılmayacak bir koleksiyona sahip. İçlerinde Renoir, Munch, Mark Rothko gibi çok ünlü sanatçıların eserlerin bulunduğu AIOC’da, dönem dönem açılan sergiler de gerçekten çok etkileyici. Müzenin hemen sağında bulunan Millenium Park ise, Grant Park’ın genişletilmesiyle oluşan, ödüllü bir sanat, müzik ve mimari merkezi. İngiliz sanatçı Anish Kapoor’un dev bir fasulye şeklindeki çelik heykeli “Bean”in çevresinde her zaman şehrin veya kendi yansımalarının resimlerini çeken bir turiste rastlamak mümkün. Dünyaca ünlü mimar Frank Gehry’nin eseri olan Jay Pritzker Pavilion’da ise yazları Lollapalooza Festivali gibi birçok konser veya müzik festivali gerçekleşiyor. Ziyaretçilerin en popüler kültürel mekânlarının başında ise 1930’da açılan ve Amerika’nın en büyük ikinci akvaryumu olan Shedd Aquarium geliyor. 2100 tür hayvan barındıran bu akvaryumda, yunusların şovları ve penguenler en çok ilgi çeken bölümlerden. Adler Planetarium, Field Museum, Museum of Science and Industry ve Museum of Contemporary Art da, kesinlikle uğranması gereken müzeler arasında yer alıyor.
Michigan Gölü üzerinde dev bir iskele olan Navy Pier ise oldukça popüler bir eğlence merkezi. Dönme dolabı, sineması, tiyatrosu, tekne gezisi ve sergileriyle özellikle güzel havalarda çocuklu ailelerin günlerini geçirmek için tercih ettikleri bir yer. Spor hayranları için de, Chicago Bulls veya Wrigleyville’deki Cubs maçlarını seyretmek çok keyifli olacaktır. John Hancock ve dünyanın dördüncü en uzun gökdeleni olan Sears Tower’in en üst katlarında ise sadece Chicago değil, hava açık olduğu günlerde Indiana, Michigan ve Wisconsin eyaletini izleyebilmek mümkün.
Hem Ortabatı’nın hem de Amerika’nın en iddialı sanat merkezlerinden olan Chicago’da her daim nefes kesici bir konser, opera veya müzikal izlemek mümkün. Şu anda gösterimde olan Jersey Boys, Xanadu, Chicago, Mary Poppins ve Blue Man en çok ilgi toplayan gösterilerden birkaçı. Chicago ve müzik deyince akla herhalde hemen caz geliyor. Şehirde gerçekten bu düşüncenin hakkını verecek türden caz merkezleri mevcut. Özellikle Green Mile, hafife alınmayacak müzisyenlerin çaldığı ve kaçırılmaması gereken bir caz kulübü…
Yemeğe gelince seçenek o kadar çok ki, şehir ziyareti sırasında bunların çok az bir kısmına gidebilmek mümkün oluyor. En şık mağazalar ve lokantaların bulunduğu Rush Street’teki Tavern On Rush, günün her saati kalabalık olan bir bistro. İtalyan yemeği içinse şehrin en ‘cool’ semtlerinden Bucktown’da bulunan Francesca’s Forno ve Oprah Winfrey’nin de Tom Cruise için geçtiğimiz sene parti verdiği Vivo ve genç atmosferiyle Quartino şehrin en iyilerinden. Et sevenler içinse brezilya usulu olan Fogo de Chao, salata büfesi ve garsonların sürekli dolaşarak servis ettiği çeşit çeşit etler ile tam bir cennet. Amerika’nın en ünlü şeflerinden Charlie Trotter’in sahibi olduğu Charlie Trotters, şehrin en özel ve gurme restoranı. Bucktown’daki Hot Chocolate’ta ise eşine az rastlanacak yoğunluktaki, ev yapımı marshmellowlarla süslenmiş sıcak çikolatalar soğuk Chicago günleri için bire bir!
Chicago’da gece hayatı için de çok seçenek var. Her daim şehrin en şık kadınları ve iş adamlarıyla dolu olan ve dizaynıyla göz dolduran Nomi, erken saatlerde kokteyl almak için ideal. DJ’in house, acid jazz gibi müziklere yer verdiği Lumen ise, gerek postmodern ambiansı, gerek ışıklandırması, gerekse sofistike müşterileriyle şehrin en seçkin kulüplerinden biri.
Alışveriş severler içinse Chicago mükemmel bir adres! Akla gelebilecek, pahalı ya da ucuz, her türlü markanın bulunabileceği North Michigan Avenue kuşkusuz şehrin en büyük alışveriş merkezi. Caddenin üzerinde bulunan Water Tower Place ise küçük olmasına rağmen bir çok sevilen markayı barındıran küçük bir alışveriş merkezi. Şehrin Lincoln Park bölümünde ise yerel tasarımcıların yanı sıra büyük isimlerin mağazalarına rastlamak da mümkün. Ancak Chicago’da son birkaç yılın en gözde bölgelerinden olan Wicker Park/Bucktown’da alışveriş ise tam bir keşif ve macera turu. Gecen sene Marc Jacobs’ın da Chicago’daki ilk mağazasını açtığı bölgede, sayısız ikinci el mağazaların yanı sıra, hiç bir yerde bulunamayacak parçaların olduğu küçük butikler farklı olmayı sevenlerin başını döndürecek cinsten.
Peki Chicago’da nerede kalmalı? Yemek yerlerine ve müzelere yakınlığıyla Downtown’da kalmak en ideal seçeneklerden biri. Şehrin en popüler otelleri ise North Michigan Avenue üzerindeki Park Hyatt ve The Peninsula, bu iki otele kıyasla daha ucuz ama bir o kadar da pratik olan, göl kenarındaki Hyatt Regency ve bir tasarım oteli olan James, kalınabilecek adreslerden sadece bir kaç tanesi.