Mısır-İsrail: Tamamlanmamış bir barış

Dünya
1 Nisan 2009 Çarşamba

26 Mart 1979’da Mısır ve İsrail, Beyaz Saray’ın çimenliğinde bir barış anlaşması imzaladılar. Bu, duygusal açıdan çok yoğun bir andı. İsrailliler için, - en büyük Arap ülkesi ile barış yapılması olan - bu ilk adım ile Ortadoğu’nun geri kalanına uzanan bir köprü kurulmasına yardım edeceği umudu doğmuştu. Birçok ülkenin sergilediği, tam anlamıyla karşı çıkmak değilse de, heyecan ve coşku eksikliğini anlamakta zorlandılar.

Arap dünyası bir bütün olarak, İsrail’e karşı birleşmiş cepheyi ihlal eden Mısır’ın bu girişimini kınadı ve bunun, askeri gücü sebebiyle en güçlü oyuncusunun Mısır olduğu, Filistin mücadelesini zayıflattığı düşünüldü. Mısır Arap Ligi’nden atıldı ve organizasyonun merkezi Tunus’a taşındı. Hatta Avrupa Topluluğu (bugünkü Avrupa Birliği) anlaşmayı desteklemekten kaçındı. AT, Menahem Begin ve Enver Sedat’ı, barışa ulaştıkları için kutladı, fakat bir ‘Filistin Devleti’ sağlamadığı için anlaşmanın eksik olduğunu belirtti.

İsrail’in Sina’yı Mısır’a iade etmesinden sonra buranın askersizleştirilmesine nezaret edecek bir barışgücünün kurulmasının, anlaşmanın özünde bulunduğunu hatırlamak gerekir. Mısır, savaş durumuna son vermeyi ve yaşamın her alanında barışçı ilişkiler kurmayı üstleniyordu. Fakat İsrail, Sina’nın, nüfusunun yoğun olan bölgelerine bir saldırı üssü olarak kullanılmaması için sağlam garantiler istiyordu. Bunu sonucunda barış anlaşmasının bir parçası olarak ayrıntılı bir askeri uzlaşıya varıldı: Mısır yarımadada sınırlı askeri güçler tutabilecekti, fakat sınır boyunca sadece polis gücü bulundurabilecekti ve uluslararası bir güç de bu temel maddeyi denetleyecekti.

BM de bunu oluşturmaktan kaçınınca ABD devreye girdi ve görevi askeri anlaşmanın uygulanmasını izlemek olan Çokuluslu Kuvvetler ve Gözlemciler adlı özel birliğin kurulmasına önderlik etti. ABD personelin yüzde 90’ını sağlamakla birlikte on bir ülke bu birliğe katılmayı kabul etti. Çokuluslu Kuvvetler’in gözlemcileri, İsrail tarafında da, tankların ve ağır silahların girmesinin yasaklandığı dar bir şeridi izleyeceklerdi.

Gazze’deki durum nedeniyle iki ülke askeri uzlaşıda karşılıklı olarak Philadelphi Koridoru boyunca 700 kadar Mısır askeri personelinin konuşlanmasına izin vermek gibi bazı küçük bozulmaları kabul ettiler ama anlaşmanın kendisinde değişiklikler yapmaktan kaçındılar. Öyle görülüyor ki, Mısır, askeri uzlaşının şartlarına inançlı bir şekilde uydu. Bu, ilişkinin tamamındaki birkaç ışık huzmesinden biridir.

Mısır’da barış anlaşması çeşitli tepkilerle karşılaştı ve sonunda “soğuk barış” olarak görülen şeye dönüştü. Yine de bu barış başta, Sedat’in 1977’deki tarihi Kudüs ziyaretinden dönüşünde kendisini büyük tezahüratla karşılayan kitleler tarafından hevesli bir şekilde karşılanmıştı. Tahmini olarak iki milyon kişi Enver’in konvoyunun geçeceği yol boyunca dizilmiş ve “Yaşasın barış! Yaşasın Sedat!” diye bağırmıştı.

Mısır’ın yeteri kadar savaş yaşadığına şüphe yok. İsrail ile olan beş çatışmada, elle tutulur herhangi bir sonuca varılamadan ve ufukta anlaşmazlığın sonu belirmeden, binlerce Mısır askeri canlarını yitirmişti. Ülke ekonomisi bozulmuştu ve ana silah tedarikçileri olan Sovyetler Birliği Mısırlılara, itaatkâr bir ulusmuşlar gibi davranmak eğilimindeydi. Bu, Sedat’ın rota değiştirmesine yol açtı. Ruslardan kurtuldu ve Washington’a giden yolun İsrail’le bir barış anlaşmasından geçtiğini çok iyi bilerek, ABD’ye yöneldi. ABD Mısır’a, askeri ve sivil kullanım amaçlı okkalı bir iki milyar Dolar garanti ediyordu ve savaş tehditi de azalıyordu.

Sedat’ın öldürülmesi bu beklentileri büyük oranda sonlandırdı. Barışa muhalefet daha fazla duyulur oldu. Muhalefet, entelektüel çevreleri ve Cemal Abdülnasır’ın Arap Birliği anlayışı üzerine kurulmuş olan basını kapsıyordu ve aynı zamanda solcu partilere ve Müslüman Kardeşler dâhil Müslüman kuruluşlara uzanıyordu. Yeni Başkan Hüsnü Mübarek, elinde gerekli imkânlar olmasına rağmen bu güçlerin çaresine bakmaya hazır değildi. Mübarek sınırlı bir barışı, yani soğuk barışı yerleştirmeyi ve aynı zamanda Mısır’ın Arap dünyasının merkezindeki eski pozisyonunu yeniden oluşturmayı seçti. Bunda başarılı oldu: Mısır 1989’da yeniden Arap Ligi’ne alındı ve kuruluşun merkezi Kahire’ye dönmek üzere Tunus’tan ayrıldı.

Her halükarda Mübarek, Mısır basınının esas ürünü haline gelen İsrail’e ve Yahudilere saldırıları engellemek için çaba harcamadı.

Mübarek, barışa ve doğrudan herhangi bir tehdit bulunmamasına rağmen orduyu güçlendirmeye devam etti. Aslında, Amerikan askeri yardımı sayesinde Mısır ordusu bugün bölgedeki en güçlü Arap ordusudur.

Geçen yıllar boyunca Mısır ekonomisi gelişmeyi başaramadı ve hayal kırıklığına uğrayan halk barışa olan inacını yitirdi. Ve yine de İsrail, hükümet yetkililerinin teması ve en düşük düzeyde ticari ilişkilerle sınırlı olan sadece soğuk bir barışa değil, daha iyi karşılıklı bir anlayışa ulaşmak ümidiyle elinden geleni yapmayı sürüdürdü. 1981’de Sedat, dönemin Tarım Bakanı Ariel Şaron’dan, artan nüfusa yetecek kadar üğretim sağlayamayan ülke tarımını geliştirmesi için yardım etmesini istedi. İsrail, damlama sulama sisteminden hafif çöl toprağına uyumlu tohum tedarikine kadar çok çeşitli alanlarda uzmanlar gönderdi. Bunların, nüfusu yoğun olan delta bölgesi dışındaki topraklarda mahsulü ve ekinleri arttırması bekleniyordu.

Gerçekten de birkaç yıl içinde kayda değer sonuçlara ulaşıldı. İsrail’in yardımı ve know-how’su ile Mısır bugün sebze ve meyve ihtiyacının büyük bir bölümünü kendi karşılıyor ve hatta mahsulünün bir kısmını Avrupa’ya ihraç ediyor. Ne yazık ki ortalama Mısırlı bu gerçeğin bilincinde değil ve Mısır’daki muhalefet sürekli olarak İsrail’i, Mısır’ın toprağını zehirlemekle suçluyor.

Turizm, sanayi ve ticaret alanlarındaki işbirliğini geliştirme çabaları, Mısır’da hükümet bunları minimum düzeyin ötesine gitmesini istemediği için sınırlı kalıyor. Kültürel ve bilimsel çevrelerdeki bütün temaslar yasaklıdır. Mühendisler, doktorlar ve yazarlar gibi Mısırlı elitlerin profesyonel dernekleri İsrail’i boykot ediyor ve üyelerinin İsrail’le ilişkilerinin olmasını yasaklıyor. İsrail’e petrol ve gaz satışı giderek artan bir muhalefetle karşılaşıyor. İsrail’e seyahatler köstekleniyor ve özel bir vizeye bağlanıyor.

Bunlara bir örnek, Nitelikli Sanayi Bölgeleri (NSB) ile ilgili anlaşmaya dair bir husustur: ABD ile İsrail arasındaki ticaret anlaşmasına göre üretim sürecinin küçük bir kısmının İsrail’de yönetilmesi halinde, NSB gibi özel bölgelerde üretilen mallar ABD’ye gümrük vergisine tabi olmadan ihraç edilebiliyor. Bu anlaşmayı talep eden, tekstil sanayisi çöküşün eşiğinde olan Mısır’dı. Sektörün varlığını sürdürebilmesi için yeni teknoloji enjekte edilmesine ve bir açık pazara ihtiyacı vardı. NSB’den yapılan ihracatlar Mısır’a okkalı bir 800 milyon dolar kazandırdı.

Yine de barış sürdü. Sadece hükümetler arasındaki ilişkilerle sınırlı kalınmış olunsa da, barış bölgede hatırı sayılır değişikliklere olanak sağladı. FKÖ dâhil bütün Arap devletleriyle kapsamlı bir barışın masaya konduğu 1991’deki Madrid Konferansı’na kapıları açtı. Bazı Arap ülkeleriyle deneme niteliğinde ekonomik işbirliğine de yol açtı. Oslo Anlaşması ve Ürdün ile barış, muhtemelen bu barış olmadan mümkün olamazdı.

Daha da fazlası, yıllar içinde iki ülke, belli bir işbirbirliğini kaçınılmaz kılan hayati ortak çıkarları olduğu sonucuna vardı. Bu ortak çıkarların birincisi ve en önde geleni Filistin sorunudur. Mısır tümüyle Filistin görüşünü desteklediğinden her iki ülkenin de aynı çözümü düşündüğü kuşkuludur. Yine de Mısır, durumu istikrarlı hale getirmenin ve terörü kontrol altına almanın gerekliliğini hisediyor ve bir uzlaşmanın olması gerektiğini anlıyor. Hamas ve El Fetih’i barıştırmak konusunda bu yüzden bu kadar çok istekli davranıyor ve Gilad Şalit’in serbest bırakılması için arabuluculuk yapmaya bu kadar enerji harcıyor. Fakat Mısır’ın kırmızı çizgileri var. Kaçakçılığı önlemek ve Gazze’de İsrail çıkarlarını korumak için Filistinlileri öldürmeye hazır değil.

Mısır için daha az önemli olamayan, El Kaide gibi cihatçı gruplardan gelen uluslararası terörün artan tehditi ve İran’ın, Hizbullah ve Hamas aracılığıyla rejimini yıkma girişimleri. Mısır kendini bu tehditlere karşı korumak için Suudi Arabistan gibi pragmatik Arap ülkelerinin adımlarına uyum sağlamaya meylediyor, fakat bunda ABD’nin yardımına ve desteğine ve -  belli bir işbirliği ölçüsünde - İsrail’in sessiz anlayışına ihtiyacı var. Hem İsrail’in, hem ABD’nin Mısır’daki rejimin istikrarının sürmesinde ve işbirliği yapılmasında hayati çıkarları var.

Bu nedenlerle Mısır kararlı bir şekilde Filistinlilerle İsrail arasındaki anlaşmazlığın içine geri çekilmeyi reddediyor. Mübarek; intifada, Lübnan’daki savaş ve Gazze’deki son savaş esnasında muhalefetin, Mısır ordusunun İsrail’le savaşmaya gönderilmesi çağrılarını geri çevirdi. Kendisini ülkesinin istikrarına derinden adamış olan yaşlı lider, ülkesinin savaşın bedelini çok iyi bildiğini ve tekrar denemek istemediğini çeşitli defalar dile getirdi. İsteyen İsrail’le savaşsın, Mısır savaşmayacak, dedi. Bununla Sedat’ın tavsiyelerini yankılandırmış oldu: “Başka savaş olmasın, başka kan akmasın.”

Mübarek döneminin sonuna yaklaşılırken gelecekle ilgili birçok endişe var. Soğuk barış ve İsrail’e ve Yahudilere yönelik tırmanan kışkırtmalar iyimserliğe yardımcı olmuyor. Ve yine de barış, keskin krizleri aşarak 30 yıl sürdü. Bu, barış bundan sonra da devam edecek demek midir? Barış isteği, Mısır’daki gürültülü muhalefetten daha güclü olacak mıdır? Bu bölgenin özelliklerinden biri olan öngörülemezliğe karşı kör olamayız ve olmamalıyız; yine de temkinli iyimserlik için sebepler mevcuttur.

 

Zvi MAZEL

The Jerusalem Post / 24 Mart 2009

Çeviri: Dani Altaras