Düşmanımın Beşiği: Führer için çocuk yapın

8 Nisan 2009 Çarşamba

Lebensborn, SS Lideri Heinrich Himmler tarafından Ari ırk nüfusunu artırmak amacıyla hayata geçirilen bir proje. Slogan çok sade ve de anlaşılır: ‘Führer için bir çocuk yapın!’ Program gereğince Alman askerlerden hamile kalan Alman ya da İskandinav kadınlar hamilelikleri boyunca Lebensborn evlerinde eksiksiz bir bakım görüyor, doğumdan sonra ise bebekler iyi bir Nazi aileye evlatlık olarak veriliyordu. Nazi Almanyası’nın üstün ırk politikası uyarınca Lebensborn programının tarafları  ‘biyolojik açıdan uygun, Ari ırktan kadınlar ve SS’lerdi. İlkin 1935 yılında Almanya’da uygulamaya konan proje zamanla Alman işgali altındaki Avrupa ülkelerine de yayıldı. Programın bir aşaması da işgali altındaki ülkelerden çocukların toplu halde kaçırılmasını kapsıyordu. Bu dönemde yalnızca Polonya’dan iki yüz binin üzerinde çocuk kaçırıldı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da doğum oranı son derece düşmüş, erkek nüfusu önemli ölçüde azalmıştı. Yasa dışı olmasına rağmen kürtaj yaptırılabiliyordu. Heinrich Himmler 1935 yılında, amacı “Ari Irk”ın nüfusunu artırmak olan Nazi SS Irkı ve Yeniden Yerleştirme Ofisi şemsiyesi altında, Lebensborn adlı organizasyonu kurdu.

Program üç aşamadan oluşuyordu. Birincisi, “Irk bakımından değerli” olan tüm kadınları, evli olsunlar ya da olmasınlar, mümkün olduğunca çok çocuk yapmaya teşvik eden yoğun bir halkla ilişkiler kampanyasıydı. On beş yaşındaki gencecik fanatik Alman kızlarının, ülkelerine yeni vatandaşlar ve geleceğin askerlerini hediye etme amacıyla SS’lerle ilişkiye girmeleri sıra dışı bir olgu değildi. Almanya’nın her yerinde, çoğunlukla Yahudilere ait dinlenme tesisleri ve villalara el konularak, kızların hamileliklerinde gidip gizlice ve güvenle doğum yapabilecekleri doğum evleri kurulmuştu.

İkinci aşamaysa, programın işgal edilmiş ülkelere de yayılmasıydı. İşgal kuvvetlerince hamile bırakılmış, Ari ırk özelliklerine sahip kızların bebeklerini doğurabilecekleri yerlerde de doğum evleri kurulmuştu. Doğumlarından itibaren Alman sayılan bu çocuklar Nazi evlerinde veya kuruluşlarında yetiştirilmek üzere götürülüyorlardı. Toplamda yedi ülkede evler oluşturulmuştu, ancak, gerçekte tüm Batı Avrupa ülkelerinden bu evlere gelen kızlar çocuklarını kaybetmişlerdi.

Üçüncü aşama, doğuda işgal edilmiş ülkelerden çocukların toplu olarak kaçırılmasını kapsıyordu. Bu çocukların büyük çoğunluğu savaştan sonra asla ailelerine iade edilmediler.

Gerçek anne ve babaların kimliklerine ilişkin bilgiler gizli tutulduğundan ve de vakaların çoğunda imha edildiğinden savaş sona erdiğinde Lebensborn evlerinde doğan çocuklardan hiçbiri anne-babalarını bulamadı, kaçırılan çocuklar bir daha geri dönemedi. Çoğu yetimhanelere terk edilen ve korumasız bırakılan bu çocuklar birer nefret objesine dönüştürülüp aşağılandı, şiddete maruz kaldı. Avrupa’nın dört bir yanında Lebensborn projesinin sebep olduğu trajediden payını alan anne ve çocukların haddi hesabı yoktur ama Lebensborn İkinci Dünya Savaşı’nın en az bilinen konularından biridir.

 

Saklanacak yer yok

Kitapta olaylar babası Polonyalı bir Yahudi olan Cyrla’nın ağzından anlatılıyor. Cyrla II. Dünya Savaşı sırasında babasını ve kardeşini Polonya’da bırakıp kendisi için daha güvenli bir yer olan Hollanda’daki teyzesinin yanına sığınmıştı. Ama artık hiçbir yer yeterince güvenli değildi, zira burada da Yahudilere yeni kısıtlamalar getirilmiş, neredeyse evlerinden dışarı çıkmaları bile yasaklanmıştı. Cyrla’nın yarı Yahudi olduğunu bilen işbirlikçi komşular fısıldamaya başlamıştı. Derken hiç hesapta olmayan olaylar sonucunda Cyrla kendini bir Lebensborn evinde bulacaktı. Sahte bir kimlikle girdiği bu lüks hapishanedeki tutsaklığı zannettiğinden çok daha uzun sürecekti.

Deyim yerindeyse Almanya’nın üstün ırk tohumlarının yeşertildiği bir laboratuar olan bir Lebensborn evinde olup bitenlere Cyrla’nın gözünden tüm çarpıcı detaylarıyla şahit oluyoruz: Ari ırktan kadınlar birer denek gibi Nazi subaylarıyla çiftleştiriliyor, çocuklarını kucağına alma hatasına düşen anneler akıllarını oynatıyor, çocuklardan ‘uygun’ olanlar Nazi ailelere evlatlık verilirken uygun olmayanların icabına bakılıyor… Durum pek iç açıcı görünmese de Cyrla önceki hayatından geriye kalan birkaç parça kırık dökük hatırayla kısılıp kaldığı bu yerde hayata tutunmaya çalışıyor. Tıpkı her şeye rağmen insanların aslında iyi olduklarına inanan ve Young’ın kitabının sayfaları arasında zarif bir hayalet gibi gezinen Anna Frank gibi.