/ Korsanlar çağı - Thomas FRIEDMAN (NYT)

Dünya
22 Nisan 2009 Çarşamba

Son zamanlarda, Amerikalı diplomatları eğitmek için yeni bir dış hizmetler okulu açmayı düşünüyordum. Okulum çok basit olacaktı. Sadece bir masa ve bir iskemlesi olan tek bir sınıftan oluşacaktı. Masada, yabancı bir lidermiş gibi davranan bir öğretmen olacaktı. Öğrenci içeri girecekti ve yabancı lideri birşey yapmaya – şu veya bu manivelayı kaldırmaya – ikna etmesi gerekecekti. Belli bir noktada yabancı lider kafasını hareketli bir şekilde onaylar gibi sallayacak ve arkasındaki duvarda bulunan manivalayı kaldırmaya uzanacaktı ve bunu yaparken manivela duvardan kurtulup elinde kalacaktı. Veya hareketli bir şekilde kafasını sallayacak ve “Evet, evet, tabi, manivelayı kaldıracağım,” diyecek fakat sadece kaldırırmış gibi yapacaktı.

Öğrenci bundan sonra kendisinin ne yapması gerektiğine karar verecekti...

Başkan Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Pakistan, Afganistan, İran ve Kuzey Kore’nin liderleriyle baş etmeye çalışan bu öğrenciler olduklarını düşünüyorum. Bunu, eleştirmek için değil, acıdığım için söylüyorum. “Anne, çocuklarını diplomat olsunlar diye büyütme.”

Bu diplomasi çağı değil.

Bir dışişleri bakanı anlaşmalar hakkında sadece diğer devletler veya ilgililer hazır olduklarında veya yetkili olduklarında görüşebilir. Sovyetler Birliği ile silah sınırlaması veya bize bağımlı devletler arasında barış görüşmeleri yapmak gibi, büyük güçlerin, büyük pazarlıkların ve makul düzeyde sağlam bağımlı devletlerin dönemi olan soğuk savaşta yıllarında bunun için bol fırsat mevcuttu. Fakat şimdi içinde yaşadığımız dönem giderek artan bir korsanlar, başarısız devletler, devlet olmayan aktörler ve ulus-inşa-etme çağıdır. Keskin nişancıların, insansız uçakların ve generallerin uğraşacağı türden işler, diplomatların değil.

Böylece, bugün Amerikan dış politikasının niteliği üzerindeki déja vu, yani temel sorunlarımız (Afganistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İran) hakkındaki duygu ortaya çıktığında dönüp dolaşıp, tekrar tekrar, aynı insanlardan aynı halıları satın alıyoruz fakat hiç birşey değişmiyor.

John Hopkins Universitesi’nden dış politika profesörü Michael Mandelbaum, “Veremeyen veya vermeyecek olan devletler ve liderlerle uğraşıyoruz,” diyor. “Onlarla olan meselelelerimiz çözülebilecek sorunlar olmaktan ziyade yönetmemiz gereken koşullarmış gibi görünüyor.”

Veremeyecek olanlar – Afganistan ve Pakistan’ın liderleri – her tür iyi şeyi yapmaya söz veren ve her türlü manivelayı kaldıran, fakat bu ülkelerde hükümetlerin sınırlı güçleri olması yüzünden, eninde sonunda manivelaları duvardan sökülüp ellerinde kalanlardır. Vermeyecek olanlar – İran ve Kuzey Kore – bize sürekli, “Evet, konuşmamız gerekir” diyorlar. Fakat eninde sonunda, Amerika ve Batı ile düşmanca ilişkileri, iktidarda kalmalarını haklı gösteren temel gerekçe olarak, rejimlerinin ayakta kalması için o denli stratejik ki, gerçek barışı vermek çıkarlarıyla uyuşmuyor. Onun yerine veriyormuş gibi yapıyorlar.

Bunu değiştirebilecek tek şey Amerika ve müttefiklerin daha fazla güç uygulamalarıdır. Afganistan ve Pakistan şıkkında bu güç aslında bu devletleri içeriden yeniden modern uluslar olarak inşa etmek için uygulanmalı. Bu ülkelerde kurumları – kasnakları ve makaraları – sözlük anlamı ile inşa etmeliyiz, öyle ki liderleri bir manivelayı kaldırdıklarında gerçekten birşey olsun ve manivelalar duvardan kurtulup ellerinde kalmasın.

Güçlü ülkelere gelince – İran ve Kuzey Kore – davranışlarını istediğimiz şekilde değiştirmeleri için dışarıdan çok daha etkili kaldıraç sağlamalıyız. Her iki durumda da, yine de, başarı daha büyük ve uzun süreli Amerikan ve tabi ki müttefik de, para ve güç yatırımı gerektirecek.

Korkarım ki bunların yerine top çevirme stratejisi uyguluyoruz, sadece çöküntüyü önleyecek kadar, sorunları çözecek kadar değil. Eğer amacımız Afganistan ve Pakistan’da, kendi kendilerini yönetecek ılımlı hükümetleri olacak şekilde ulus-inşa-etmek ise, bunun için her ikisi için de ayrılmış yeteri kadar askeri birliğimiz ve kaynaklarımız yok. Eğer amacımız İran ve Kuzey Kore’de rejimlerin davranışlarını değiştirmekse, dışardan yeteri kadar kaldıraç üretmedik.  Kuzey Kore’nin meydan okuyan füze denemesi ve İran’ın nükleer kapasitesini sürekli geliştirmesi bunun göstergesi.

Demek ki, özetle, bugün Amerikan dış politikasının merkezinde, göz ardı edecek azim ve imkânımız olmayan, fakat kesin şekilde değiştirmeye yetecek kadar kaldıracımız veya müttefikimiz de bulunmayan dört sorunlu ülke var. Büyük jokeri - bu ülkelerde bizim isteklerimizi paylaşan, ayağa kalkıp mücadeleye öncülük edecek olan ve sonuçta Irak’ın daha iyiye yönelmesini sağlayan, kritik insan kitlesini – göremiyorum. Bu şekilde, korkarım ki, Afganistan ve Pakistan’da, bitişi veya vasıtaları veya çıkışı ile ilgili gerçek bir ulusal tartışma olmaksızın, taahhütlere kayıyoruz. Bu, belaya davetiye çıkaran bir reçetedir.

Önüne bütün bunlar konulmuşken Başkan Obama’yı top çevireceği bir orta alan – Afganistan ve Pakistan’da ilericileri ve kadınları terk etmeyi istememek, fakat çok derine dalmayı da istememek - aradığı için suçlayamayız. Fakat tarih göstermiştir ki, orta alan tehlikeli bir yer olabilir. Kabarmasından önce Irak’ı düşünün: Kazanmaya veya kaybetmeye yetecek bir yer değildi, fakat takılıp kalmaya yeterli oldu.

Thomas FRIEDMAN/

New York Times

 15 Nisan 2009

Çeviri: Dani Altaras