Grandmama Lisa’ya Mektup

Sibel Cuniman PİNTO Yaşam
29 Nisan 2009 Çarşamba

Sibel CUNİMAN PİNTO / Paris

17 Nisan 2007, saat 14:00

Başımız sağolsun.

Bir süredir yaşam mücadelesi verdiğini biliyorduk ama fikrine alışmaya çalışsak da (alışılmıyor işte) can bu, insan gittiğine, artık sesini duyamayacağına, seni göremeyeceğine inanamıyor. Canımızdın, bir tanecik anneanneciğimizdin. Dün akşam Harun’la uzun uzun ağladık, göz yaşlarımız sel oldu ama sonrasında senin de isteyeceğin gibi biraz doğrulduk, kafalarımızı dik tutmaya çalıştık.

Çok yakınlarımızı kaybettiğimizde sanki kendi benliğimizin bir parçasını da kaybediyoruz, kendi kişisel tarihimizin bir parçasını... Artık kim anlatacak bize çocukluk günlerimizi, yaptığımız haylazlıkları, verdiğimiz üzüntüleri, yaşattığımız hoş anları... Kim bizimle gurur duyacak? Kim destek verecek attığımız her adımda? “Haydi biliyorum yapabilirsin, başarabilirsin” diyecek? Kim anlatacak Tekirdağ’da geçen çocukluğunun capcanlı anılarını, kim söylecek Fransız chanson’larını, Ladino atasözlerini? Ilkokulda öğrendiğin ve onca yıl geçmesine rağmen hala aynı heyecanla tekrarladığın “Nasıl geçtin güzel yaz, haber vermeden biraz” şiirini? Ölümün felsefesini yapmak çok zor ama dün acı haberi aldığımda bunlar gibi yüzlerce anı canlandı kafamda... Bir fotoğrafını buldum albümde, öptüm, okşadım, göğsümün içine yerleştirdim. Sonra farkettim ki sen içimdeydin, bende senden kocaman bir parça vardı zaten... 

Çok güçlü bir kadındı Grandmama Lisa... Şimdi artık nesli tükenmiş olan koskocaman yürekli bir insandı. Zor bir yaşamın kadınıydı. Çocukluğu, gençliği hep ayakta durabilme mücadelesiyle dopdoluydu. Iki çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmiş, genç yaşta kaybettiği eşinin işini devam ettirmiş, ölüme, hastalıklara, hayatında yaşadığı maddi ve manevi tüm sıkıntılara rağmen büyük bir metanetle hep ayakta durabilmiş bir kadındı. Şımarıklığa, ukalalığa hiç gelemezdi, “ayakları yere basan, başarıları ile gurur duyan ama şımarmayan kadınlar olun ve asla kadınlığınızı yitirmeyin” derdi. Kadın-erkek ilişkisi konusunda ondan öğrendiğim ilkeler paha biçilmez değerdeydi. Çağının çok ilerisinde bir felsefesi vardı, moderndi, asildi, çok özeldi. Hep tatlı sözlüydü, dilinden bal damlardı, gönül almayı bilirdi, güler yüzlüydü, fedakardı, şevkatliydi, her yönüyle gerçek insandı. Hayata meydan okurdu, hiç bir şeyden yılmaz, tekrar tekrar doğrulur, yoluna kaldığı yerden devam ederdi, bizlere de aynı nasihatleri verirdi; onun sözleri yıllar içinde hayat felsefem haline geldi. “Hayatın sizi yenmesine izin vermeyin” derdi. “Bir kapı kapanıyorsa diğeri mutlaka açılacaktır” derdi. “Eğer hava çok çok kararmışsa ardından mutlaka güneş doğacak demektir” derdi.

Sevgili anneannecik, doğaya nasıl da hayrandın, anımsar mısın Kilyos yolunda “Durdurun arabayı, bu yolun kenarındaki kırmızı topraktan bana bir torbaya doldurun, balkonumda kullanacağım” derken gözlerinin içi nasıl da ışıl ışıl parlıyordu. Afula’da seni ziyaret ettiğimizde kendi bahçendekileri beğenmeyip de komşunun bahçesinden topladığın(!) güllerden yaptığın gül reçeli kadar tatlıydın sen. Sarıyer sırtlarında her zaman gittiğimiz lokantada tavuğun ya da Hilde’de yediğimiz ve yıllarca dilinden düşürmediğin ızgara köftelerin lezzeti mi bir başkaydı yoksa senin masada oluşun mu farklı kılıyordu herşeyi? Ya senin evinde ailecek biraraya geldiğimiz sofralar? Bayram günlerinin o cıvıl cıvıl neşesi? Bizler için özenle, tüm sevginle hazırladığın borekita’lar, bulema’lar, agristada’lar, o fırınlanmış dolmas yenas de karne’ler? Senin yaptıklarına asla erişemesem de o tatları ve adını yaşatacağıma sözüm var. En sevindiğim şeylerden biri şu anda yaptığım işimi ve web sitemi sana atfetmem ve senin de bunu görüp benimle gurur duymandı. Şairin dediği gibi “Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş”, ne mutlu sana ki hepsi birbirinden özel hoş sadalar bıraktın bizlere...

“Yolcu yolunda gerek” derdin hep… Yolcuların en tatlısı, yolun açık olsun. “Sana ke estes hanumika, munços bezikos” diye vedalaşırdın benimle... Benden de sana kucak dolusu öpücükler... Güle güle anneanneciğim, seni kalbimin en derinlerinde çok ama çok özleyeceğim. Seni tanımış olan herkesle gün geçmeyecek ki senden bahsetmeyeceğiz, seni her daim sevgi ve özlemle anacağız. Bahçemizde çok güzel bir kiraz ağacı var, bugünlerde pespembe bahar çiçekleri veriyor, sana ondan bir kaç dal gönderiyorum. Nur içinde yat, mekanın cennet olsun.

* * *

17 Nisan 2009, saat 17:00

Aradan tam iki yıl geçti. Işte yine bir Nisan günü, yine bahçemizde kiraz ağacı çiçek açtı ama sen yoksun. Zaman her derdin ilacıdır denir, bilmiyorum bana hiç ilaç olmadı, kaybının acısı hiç mi hiç dinmedi. Seni anmadığım, aramadığım, sesinin kulaklarımda çınlamadığı gün yok. Belki de bu mu ölümsüzlüğe ulaşmak? Fiziken yanımda olmadan hep içimde bir yerlerde olman... Sanki her adımımda, her kararımda koruyucu meleğim gibi çevremde dolaşman..

Öylesine kalbim acıyor, içim sızlıyor ki...

Seni öyle çok özledim ki...

Nerelerdesin?