Altı yaşındaki çocuğunuz ne yapsa sevinirsiniz? Top oynasa, koşsa, eğlense, okula gitse? Peki, açlıktan ölmek üzereyken, canı pahasına yiyecek bir şeyler bulup getirse? Veya yaşadığı korkunç ortamı bir resimle anlatsa? Avrupa’nın en büyük cemaati Varşova Yahudileri, Nazi zulmünün altında akıl almaz bir yok oluş yaşadılar. Varşova Gettosu’ndaki 400.000 Yahudi’den savaş sonrasında geriye sadece 11.500 kişi kaldı.
Vistula Nehri’nin iki kenarına yayılmış olan Varşova, 1919 yılında, 1,3 milyon sakini ile yeni kurulmuş Polonya Devleti’nin başkenti idi. 2. Dünya Savaşı öncesi 350.000 kişilik Yahudi nüfusu, şehrin toplam nüfusunun yüzde 30’unu oluşturuyordu. Varşova cemaati Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise New York’tan sonra ikinci en büyük Yahudi topluluğu idi.
1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya topraklarını işgal etmesinin ardından, Varşova ağır bombardımana maruz kaldı. 29 Eylül’de ise Alman birlikleri, Varşova sokaklarında yürümeye başladı.
Alman yetkililer, Yahudi bir mühendis olan Adam Czerniaków liderliğinde bir Yahudi Konseyi (Judenrat) kurulmasını emrettiler. Yahudi Konseyi’nin yöneticisi olarak Czerniaków, yakında kurulacak gettoyu yönetmek ve Alman emirlerini uygulamak ile yükümlü idi. Kasım 1939’da Alman sivil işgal otoriteleri, Varşova Yahudilerinden, kollarına üzerinde Davut Yıldızı bulunan beyaz bantlar takarak kendilerini tanımlamalarını istediler, Yahudi okulları kapattılar, Yahudilere ait mal ve mülklere el koydular, erkekleri zorla çeşitli işlerde çalıştırmaya başladılar ve savaş öncesi kurulmuş tüm Yahudi organizasyonları lağvettiler.
VARŞOVA GETTOSU
12 Ekim 1940’da Almanlar, Varşova’da bir getto kurulmasını emretti. Emir, Varşova’nın tüm Yahudi sakinlerinin belirlenen bölgeye taşınmasını içeriyordu. Bölge Kasım 1940’da şehrin geri kalanından tamamen ayrıldı ve kapıları kilitlendi. Getto, üzerinde elektrikli tel ve kırık cam parçaları bulunan yüksek bir duvar ile çevrildi. Getto nüfusuna, çevre kasabalardan gelen Yahudilerin de katılımı ile yaşayanlar, oldukça küçük bir alanda sıkışmaya zorlandılar. Oda başına ortalama 7,2 kişi düşüyordu. Gettonun içindeki Yahudi organizasyonları yaşam savaşı veren halkın ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlardı.
Alman otoriteleri tarafından sağlanan yiyecekler yaşamı devam ettirmeye yetecek miktarda değildi. Czerniaków, 8 Mayıs 1941 tarihli yazısında çocukların açlıktan ölmek üzere olduğu yazdı. 1940-42 yılları arasında 83.000 Yahudi açlık ve hastalık nedeni ile hayatını kaybetti.
GETTO’NUN TASFİYESİ VE BAŞKALDIRI
22 Temmuz -12 Eylül 1942 tarihleri arasında Alman SS ve polis birlikleri, Varşova Gettosu’ndan Treblinka Kampı’na kafileler halinde transferler gerçekleştirdiler. Bu süreçte Almanlar 265.000 kadar Yahudi’yi transfer ederken 35.000 kadarını gettonun içine yaptıkları operasyonda öldürdüler. Ocak 1943’de SS’ler Varşova’ya geri döndüler, bu defa amaçları kalan Yahudileri Lublin bölgesindeki çalışma kampına göndermek idi. Yahudilerin çoğu ölüm merkezine götürüleceklerini düşünerek, transferlerine karşı çıktılar. Bir kısmı gettoya sokulmuş küçük silahları kullandı. SS ve polis 5.000 kadar Yahudi’yi alıkoyduktan sonra operasyona son verdi ve geri çekildi.
Nisan 1943’te SS ve polis güçleri yeniden getto duvarlarının dışında belirdi. Getto yaşayanları, karşı koymaya karar verdi ve SS birliklerine zarar vermeyi başardı. Dört hafta boyunca direnmeye devam ettiler. 16 Mayıs’ta Almanlar operasyona son verdi. Ayaklanma esnasında karşı koyan 42.000 getto yaşayanı Poniatowa ve Travniki Çalışma Kampları’na ve Lublin/Majdanek Toplama Kampları’na götürüldü. En az 7.000 Yahudi gettoda savaşırken veya saklanırken hayatını kaybetti. Gettonun tasfiyesinden aylar sonra bile, Yahudiler bireysel olarak enkazın altında saklanmaya devam ettiler ve devriye gezen Alman askerlerine saldırılarda bulundular.
Sovyet birlikleri 17 Ocak 1945’te Varşova’yı özgürlüğüne kavuşturduğunda, şehir tanınmaz haldeydi. Polonya kaynakları, şehirde sadece 174.000 kişinin savaş öncesi nüfusun sadece %6’sının kaldığını belirtiyor. Kalanların yaklaşık 11.500’ü Yahudi idi.
VARŞOVA YAHUDİLERİ’NİN EN BÜYÜK ESERİ: ONEG ŞABAT - ŞABAT SEVİNCİ
Yahudi yardımlaşma çabalarına katılmış Varşovalı bir tarihçi olan Emanuel Ringelblum, Alman işgali altındaki Polonya’da ve gettoda yaşananların gerçek kaydını tutmak amacı ile gizli bir organizasyon kurdu. Bu kayıt daha sonra “Oneg Shabat” (Şabat Sevinci) veya Ringelblum Arşivi olarak tanındı. Savaştan sonra sadece bir kısmı kurtarılabilen Ringelblum Arşivi, gettodaki hayatı ve Polonya Yahudilerine uygulanan Alman politikalarını gösteren paha biçilemez bir kaynak oldu.
Arşivin tek amacı Nazi yönetimi altında yaşanan gerçeği kayıt altına almaktı. Kendi günlüğünden kesitlerde, Ringelblum bu çok gizli projeye bir Cuma akşamı karar verdiklerini bu nedenle ‘Oneg Shabat’- ‘Şabat Sevinci’ dediklerini belirtti. Ringelblum yine günlüğünde toplumun farklı kesimlerinden, farklı görüş ve hisleri temsil edebilecek kişilerin yazmasına ihtiyaç duyduklarını not etti.
Ve böylece Varşova Gettosu’nda bir kayıt seferberliği başlatıldı. Öğretmen, gazeteci, haham, gençler ve hatta çocuklar bile, gerek yazı, gerek resimlerle, yaşadıklarını kaleme almaya başladılar. Belgeler Alman işgalinin Varşova Yahudi toplumuna etkisine ışık tuttu.
Oneg Shabat kayıtları Varşova Yahudilerine odaklanmış olsa da, Polonya’da yaşayan Yahudilerin akıbetine ilişkin birçok doküman içeriyor. Farklı yerlerden gettoya ulaşan mültecilerin de yaşadıklarını anlatan belgeler arşivde yer alıyor.
Oneg Shabat çalışanları, 1941’in sonlarına doğru transferlerin başlaması ve Polonya Yahudilerinin öldürüldüğü yönünde aldıkları duyumlar ışığında Yahudilerin transferi ve yok edilişi konusuna odaklandı. Bu konuyu gettoda bilinir kılmak ve özgür dünyanın dikkatini çekmek istiyorlardı. 1942 yılının yazında yüzlerce binlerce Yahudi, hatta arşiv görevlisi, Treblinka Ölüm Kampı’na gönderilirken de çalışmalarına devam ettiler. Arşivi yeraltına gömdüler. Maalesef arşivin sadece ilk iki bölümü savaş sonrasına ulaşabildi.
Bir araya getirilen dokümanlar yaşanan acıların derinliğini gerçek ifadeler ile ortaya koyuyor. Yaşadıkları zor şartlara rağmen arşiv, Polonya Yahudilerinin ve özellikle Varşova Cemaati’nin ruhani açıdan ne kadar zengin bir yaşam sürdüklerini de belgeliyor. Açlık, sefalet, sürekli tedirginliğin yanı sıra politik hareketler de yaşamlarının önemli bir parçasıydı. Aynı zamanda, gelecek nesillerin gerçeği öğrenebilmesi için arşivi takip eden ekibin üstün çabasına da tanıklık ettiklerini görüyoruz.
SON SÖZ…
Dr. Ringelblum’un günlüğünden iki yazı çok dikkatimi çekti. İlki gettoya yiyecek sağlayan kaçakçılar ile ilgili idi. 5-6 yaşlarında, canları pahasına duvarın öteki tarafına geçip yiyecek bulan çocuklar. Yakalandıklarında, yüzlercesi bir arada öldürülen çocuklar. Ringelblum, ölümlerin, sokağı kayganlaştıran kan gölünün bile kimseyi yıldırmaya yetmediğini, yine de yiyecek kaçırılmaya devam edildiğinden bahsediyor, yiyecek taşıyanların onurla hatırlanması gerektiğini, gettodaki yaşamı onların beslediğini vurguluyor.
İkinci dikkatimi çeken yazısı ise vasiyeti idi. Gettonun tasfiyesinden sonra, Varşova’nın ‘Ari’ bölümünde karısı ve 13 yaşındaki oğlu ile saklanan Ringelblum, açlıktan ve soğuktan ölmek üzereyken bile arşivi kime vasiyet ettiğini, kendisine bir şey olursa kimin sorumlu olacağını belirtiyor. Kötümser olmayı kendine yakıştırmayan Ringelblum, yine de gerçekçi olmak gerektiğini, her ihtimali düşünmek gerektiğini yazıyor. Bu yazıdan 5-6 gün sonra Dr. Ringelblum ve ailesi Alman polisi tarafından saklandıkları yerde bulunarak öldürüldüler. Bugün ise Ringelblum Arşivi, Varşova Yahudi Tarihi Enstitüsü’nde tutulmaktadır.
Ringelblum ve ekibinin eseri, bize hem ışık tutuyor, hem sesleniyor. Gerçekleri tüm çıplaklığı ile yaşamış kişilerin ağzından, onların hissettikleri, gördükleri şekli ile ortaya koyuyor. Varşova Yahudilerinin kahramanlıklarını, Nazi asker ve polisinin acımasızlığını, insanlıktan çıkışını belgeliyor. Gelecek nesillere kanıt bırakma azmini ortaya koyuyor, ölüme en yakın olunan anda bile, kendinden çok gelecek nesli düşünebilen bir anlayışı sergiliyor. Her şeyin yitirilmiş olduğu anlarda bile umudu kaybetmemenin ne büyük farklar yaratabileceğini hatırlatıyor.
Ve arşivler bize sesleniyor; okuyun, öğrenin, bir daha asla olmasına izin vermeyin ve geleneklerinize keyifle, sevinçle bağlı kalın diye sesleniyor.