İnsanoğlu kültür birikimini aktaracak iletişim şeklini bulduğundan beri bir sorunun cevabını arıyor: “Biz günümüz homo sapiens’leri nerden, ne zaman ve nasıl bu dünya yüzeyine geldik?” Yahudilik ve bilim bu sorunun cevabını birbirlerini yadsımadan uyum içinde verebilir mi?
Darwin’in 100. doğum yılı nedeniyle 2009 Darwin Yılı olarak kutlanıyor. Tüm bilimsel dergiler gibi Darwin ve ‘Evrim Teorisi’ni işlemek isteyen Bilim ve Teknik Dergisi’nin Mart ayındaki sayısı sansüre uğradı. Sansüre, özgünlüğünü kaybetmiş ve çeşitli fikirlerin etkisi altında olan makamların etkisi sebep oldu. “Darwin ve Evrim Teorisi” ile ülkemizde kısık bir frekansta yapılan tartışmalar da, tekrar kısa bir süreliğine de olsa saman alevi gibi parladı. Darwin’in Evrim Teorisi sadece bilimsel ve dinsel camialarda çatışma yaratmadı, zayıf ve başarısız hayvan ve insan ırklarının sonunda yok olacağını öne sürdü. Teorisi sosyal platformda özellikle ırkçılık üzerine tartışma yarattı.
Yok oluşun evrim sürecinin kilit noktası olduğu bu görüş ırkçı ve aşırı uç akım zihinlerin elinde tehlikeli bir ideolojinin temeli oldu. Aşırı uçların ideolojilerinin temelinde gereksiz ve zayıf gördükleri türlerin imhası ve soykırımı yer alıyor.
Darwin ve Evrim Teorisinin başlangıcı
Charles Robert Darwin 12 Şubat 1809’da İngiltere’de dünyaya geldi. Büyükbabası, XVIII. yüzyılda İngiltere’nin sayılı bilim insanlarından, kilisenin kalıplaşmış düşünce sınırlarını geride bırakmış özgür düşünce `free thinkers´ akımından Erasmus Darwin’di. Erasmus, evrim teorisinin tohumlarını, en önemli çalışması olan Zoönomia’da (1794-1796) kolektif bilince ekti ve bu tohumlar bilim insanı olan torunu Charles Darwin ile filizlendi.
Charles Darwin, Cambridge yıllarında botanikçi Profesör John Stevens Henslow ile tanıştı. Dostlukları sonucu Güney Amerika sahillerini araştırmakla görevli gemide kendini bilim adamı ve kaptanın yoldaşı olarak (HMS Beagle) buldu. Darwin’in Güney Amerika kıyılarına yaptığı iki yıllık bu gezi ileride yayınlayacağı “Türlerin Kökeni” çalışmasının da temelini oluşturdu.
Türlerin Kökeni çalışmasında Darwin, her canlının ortak bir atadan türemiş olduğunu ileri sürer. Tür, atalarının bulunduğu koşullara uyum sağlamak amacıyla başkalaşmış ve evrim geçirmiştir. Bu sürecin sonucu olarak tarih öncesi dönemden günümüze aynı atayı paylaşan birçok canlı türü ailesi ortaya çıktı.
Darwin teorisinde doğal seleksiyon sonrası oluşan genetik çeşitlemenin hayatın gelişiminde rol oynadığını belirtti. Teorisinin yaratacağı fırtınanın farkında olan Darwin, çalışmasını 20 yıllık bir sürece yaydı. Bu süreçte toplumu ve dinleri karşısına olabildiğince almamak amacıyla çalışmasını geliştirdi. Dünya’nın güneşin etrafında döndüğü tezini ileri süren Galileo’yu ancak 1992’de tamamen affedebilen Papa ve Kilise ile hayatın belli bir amaç doğrultusunda yaratıcı tarafından bilinçli olarak planlandığını savunan Yahudiliği karşısına almak istememekteydi.
Yahudi dinine etkisi
Klasik dönem Yahudiliği’ne göre Tanrı Dünya’yı 6000 yıl önce yarattı. İnsan soyunu ise Adem ve Havva’yı topraktan yaratarak başlattı. Evrim teorisinin topluma sunumuyla Ortodoks ve Ultra-Ortodoks akımlar Darwin’in Evrim Teorisi’ne şiddetle karşı çıktılar. Reformist ve muhafazakâr akımlardan bazıları ise Darwin’in teorisini hayatın başlamasını açıklayan bir kilometre taşı olarak gördü. Yahudi inanışına göre, bilinçli yaşam “Tanrı” tarafından planlandı ve dünya yüzeyinde belirti. Bu yüzden Yahudiler Tanrı’nın yaratılarının şahitleri olarak her Cuma akşamı şükretmektedir.
Ortaçağ’da dönemin en etkin ve saygın hahamlarından biri olan Maimonides “Tora” ve bilim arasında bir bütünlük olmadığı takdirde bu durumun bilimin yanlış algılanmasından ya da “Tora’nın” yanlış yorumlanmasından kaynaklanacağı tezini savunuyordu. Bilimsel bulgular inancın temeliyle çatışmıyorsa, kutsal metinler bu bulgular ışığında yorumlanmalıydı.
Günümüze kadar olan süreçte her bir Yahudi akımı teze karşı farklı bir tepki dile getirdi. Kabalistler, Kabalistik metinlere dayanarak dünyanın birkaç milyar yaşında olduğunu belirtiyor. Haham Naftali Zvi Yehuda Berlin’e göre modern bilim ve Kutsal Kitap arasındaki bağlantıyı Kabalistik metinler sağlar. Haham Aryeh Kaplan ise konuya başka bir açıdan yaklaşarak bulunan dinozor ve diğer canlı fosillerinin Kabalistik metinlerde bahsedilen yok olmuş başka dünyaların veya uygarlıkların kalıntıları olduğu tezini ileri sürdü. Kabalizm, bilimin ve somut gerçeklerin ortaya çıkardığı çelişkileri red etmek yerine bu çelişkilerin, Maimonides’in de belirttiği gibi yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını ileri sürüyor ve dünyanın belirsizliklerle dolu bilimsel ve kültürel geçmişiyle günümüz arasında bir köprü oluşturmaya çalışıyor.
XX. yüzyılın ortalarına kadar ultra-Ortodoks ve çoğu Ortodoks akımın görüşüne göre ‘Bilinçli Yaşam Formu’ kesinlikle Yaratılış’ın ilk iki bölümünde bahsedildiği gibi bir Yaratıcı tarafından var edildi. Ortodoks görüşü, Darwin’in ortaya sürdüğü doğal eleme sistemine ve genlerin bu eleme sonucu birbirinden bağımsız olarak farklı genetik yapılar oluşturması tezine ise karşı çıkar.
XX. yüzyılın ortalarından itibaren bilimsel bulgular katı teolojik çerçeveyi esnetmeye başladı. İsrail’in kuruluşu öncesi dönemdeki ilk hahambaşı olan Haham Kook, Ortodoks akımının bir temsilcisi olmasına rağmen Darwin’in kuramını şiddetle red etmedi. Tam tersine Darwin’in kuramını, “ruhsal varoluş boyutunu irdeleyen, hiçbir adımı boşa gitmemiş” bir çalışma olarak yorumladı. Kook’a göre sorun teorinin Yahudiliğin içsel gerçekleri ile çelişmesinden değil, toplulukların dinsel görüşleriyle çelişmesinden kaynaklanıyordu.
Yahudi akımları dışında tartışmaya ateşli bir taraf olarak katılan Seattle kökenli bir düşünce kuruluşu bulunuyor. Discovery Institute isimli bu kuruluşta David Klinghoffer, bilimin kanıtlayamadığı ya da çözümleyemediği durumların Yaratıcı’nın varlığını kanıtladığını savunuyor. “ Eğer bir yaratıcı olmasaydı bizi Yahudi yapan ahlak değerlerimiz de olmazdı” söylemiyle Klinghoffer tezinin Yahudi dünyasında destek arıyor.
Klinghoffer’ın tezinin karşı safında yer alanlardan biri zoolog haham olarak ün yapmış Ortodoks Haham Natan Slifkin. Haham Slifkin, konuyla ilgili görüşünü kısa ve açık “Yahudiliğe tehdit” olarak ifade etti. Haham Slifkin’e göre bilimin şu an için erişemediği, cevaplanamamış sorularda Tanrı’nın varlığını aramak çok sakıncalı. Bu sorular bilimsel olarak cevaplandığında Tanrı varlığını geçersiz kılmak anlamına geleceği için tez tutarsızdır.
XXI. yüzyılda Darwin ve Yahudilik
Evrim Teorisi, ilk yayınlandığı dönemde Yahudi inanç dünyasında büyük bir dirençle karşılaştı. Katı teolojik çerçevenin karşısında ise 1950’lerden sonraki dönemde logaritmik bir şekilde hızlanarak ilerleyen ve sayısız buluşu, keşfi insanlığın hizmetine sunan bilim yer aldı. Bilinmeyenleri bilimsel bulgular ışığında medeniyetle paylaşan bilim ile Yahudi inancının öğretileriyle değerleri çelişmeye başladı. Bilimsel bulguların yorumlanması Darwin’in Evrim Teorisi’ne karşı Yahudiliğin görüş birliğine varılmış bir tepki koymasını engelledi. Her bir akım kendi görüşleri ve sınırları çerçevesinde bilim ve din arasında bağlantılar kurmaya başladı.
Muhafazakâr ve özellikle birçok Ortodoks cemaat, Darwin’in tezini tümüyle reddederek kendilerini soyutlasalar da farklı akımlardan birçok haham göz ardı edilemeyecek bilimsel gerçeklerle Yahudi inanç dünyası arasında bir köprü kurmayı uygun gördü. Günümüz muhafazakâr Yahudi akımları hâlâ resmi ve net bir tepki vermemiş olmakla beraber öğretilerinde dünya ve evrenin Yaratıcı tarafından yaratıldığını kabul eder. Evrenin nasıl oluştuğu kısmına net sınırlar çizmemiştir. Birçok modern haham ve akım, dünyanın çok daha yaşlı olduğunu ve bizim bildiğimiz şekilde hayatın her zaman var olmadığı görüşüne inanır.
Çoğu Ortodoks ve muhafazakâr bilim adamları, bilimsel bulgular ışığında Evrim Teorisi’ni kısmen kabul eder. Onlara göre teori, Tanrı tarafından tasarlanmış büyük planın ve resmin parçalarını bir nebze de olsa göz önüne getirmektedir. Kısmen kabul görmesinin sebebiyse Darwin’in teorisinde savunduğu gibi evrimin rastgele değil aslında Tanrı tarafından öngörüldüğü şekilde ilerlemeye devam etmesidir.
Reformist ve laik akımlar ise, bilimi herhangi bir teolojik çerçeve ile kısıtlandırmamayı uygun görür.
XXI. yüzyılda bu akımın açtığı yoldan ilerleyen çok sayıdaki Yahudi bilim adamı, bilim ve din arasında bağlantı aramaktadır. Son dönemde çıkan yayınları ve makaleleri incelersek Ortodoks ve muhafazakâr Yahudi bilim insanları, teolojinin katı sınırlarını esnetmeye çalışıyor ve Kutsal Metinler’e farklı bir bakış açısı ile yaklaşıyorlar.
Kültürel birikim arttıkça ve toplumsal algı geliştikçe