Yakup Barokas Bali ile yeni kitabını irdeledi
Devlet’in Örnek Yurttaşları(1950-2003)
Araştırmacı/yazar Rıfat N. Bali, “Devlet’in Örnek Yurttaşları” adlı yeni kitabında Türk Yahudi toplumunun 1950-2003 yılları arasındaki 53 yıllık dönemini irdeleyen bir araştırmayı okurlara sunuyor. Rıfat N. Bali ile huzurlu yaşamak için kamusal alanda görünmez olmayı tercih eden Türk Yahudileri’nin bu süreçte karşılaştıkları sorunları, bu sorunları çözümlemedeki yöntemleri, Türkiye’yi tanıtma yönündeki geleneksel söylemlerini ve yeni açılımları konuştuk
Türk Yahudi Toplumunun Cumhuriyet yıllarındaki yaşamlarını incelemeyi hedefleyen iki kitabından sonra yeni kitabında bir araştırma sürecini noktaladım diyorsun. Bu çalışmana niye ‘Devletin Örnek Yurttaşları’ adını verdin?
Ben aslında ‘noktaladım’ dedim ama o biraz iddialı bir söz. Her şeyi yazdım, bundan sonra kimse bir şey yazamaz, konuyu bitirdim manasında söylemedim. Benim açımdan bu proje bitti. Bundan sonra tabii ki, bu dönemlerle ilgili çok şey yazılabilir. Niye ‘Devletin Örnek Yurttaşları’? Çünkü tarihsel olarak devletle en az ihtilafı olan azınlık Yahudilerdi. Çünkü milliyetçi bir talepleri yoktu. Kitabın bir yerinde bahsediyorum; Patrik Mesrob Mutafyan’ın seçimi sırasında, o sıra seçilecek/seçilmeyecek gibi tartışmalar vardı. Coşkun Kırca Ermenilere, ‘devlet ile nasıl iyi geçinmeniz gerekiyor diye örnek almak istiyorsanız Yahudilere bakın’ diyordu. Ve bu, sadece son yıllar için değil tarih boyunca hep öyle sürdü. Son Osmanlı Hahambaşısı Hayim Nahum bir nevi lobicilik yaptı, Kurtuluş Savaşı’nı tanıttı. Yahudi toplumu 1923 yılından bu yana hep Ankara ile hiçbir problem yaratmayan, her zaman devletin yanında olan sadık, şikâyet etmeyen, Türkiye’yi tanıtan vatandaşlar olarak yer aldı. Bu bakımdan ‘örnek yurttaşlar’ dedim.
500. Yıl Vakfı’nın söyleminde, Türkiye Cumhuriyeti’nin azınlıklara gösterdiği hoşgörüye gönderme yaparak aslında ‘zimmîlik’ konumunun itiraf edildiğini belirtiyor ve Marsilya Başkonsolosu’nun; ‘Minnet duymak için bizden olmamanız lazım. Siz zaten kendinizi Türk hissediyorsanız minnet duymamanız lazım’ sözlerini aktarırken bir çelişkiyi ortaya koyuyorsun. Bu çelişkiye rağmen bu söylemin benimsenmesinin altında yatan nedenler nelerdi?
Bu söylemi ilkin her iki taraf da benimsiyor. Türk Yahudi toplumu bu söylemi karşıya iletiyor ve Türk toplumu da hiç itiraz etmeden benimsiyor. Çünkü Türk toplumu azınlıkları bu memleketin asli vatandaşları olarak görmüyor, azınlık olarak görüyor. Özellikle Yahudileri buraya 500 sene önce göç etmiş yabancı insanlar olarak görüyor. Bu ‘beş yüz sene önce göç ettik bizi kabul ettiniz’ söylemi de yeni bir şey değil. 1923’lü, 30’lu senelerde de tekrarlanan ve gelenek haline gelmiş bir söylem. 500. Yıl Vakfı da bu söylemi yinelediğinde belki bilerek, belki de bilmeyerek, alıcı kitlenin meşrebine uygun bir lisan tutturmak istedi. Duruma Türk Yahudi toplumu açısından bakıldığında, liderler bunu dile getirdikleri zaman Türk toplumu zaten Yahudileri azınlık olarak görmekteydi. Yahudiler Türkiye’deki antisemitizmden tedirgin, daha çok kendi içlerine kapanık yaşıyorlar. Dolayısıyla onlar Türkleşmeyi her ne kadar istemiş olsalar da bu değişimi tam olarak yapamıyorlar ve kendilerini Türkiye’de huzur içinde yaşayan göçmenler olarak görüyorlar.
Araştırmanı 2003 yılına kadar getiriyorsun. Günümüze kadar geldiğini varsayarsak Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya’nın; ‘Ben misafir değilim, yabancı değilim, tıpkı sizin gibi bu ülkenin vatandaşıyım’ şeklindeki söyleminden sonra cemaat yönetiminde yeni bir açılımdan söz edebilir misin?
Önce kitabı günümüze kadar getirmememin çok basit bir sebebi var. Bir kitabı yazdığınız zaman okura yeni bir şey vermeniz lazım. 2003-2009 seneleri arasında anlatacağım şeyler gazetelere bakıp derlenmiş haberlerden ibaret olacaktı. Belki üç-beş kişi ile konuşurdum, ama ben sözlü mülakatları tercih etmiyorum. Çok da güvenmiyorum, şu veya bu şekilde insan hafızası yanıltıyor. Dolayısıyla ben vesikalara, belgelere güveniyorum, o da arşiv nedenleri ile mevcut değil. Yabancı ülkelerde bile bir arşivi açmak için 30 sene gerekiyor. Bu nedenle son altı seneyi anlatamazdım. Ama diyelim ki, son altı seneye geldik… Ben şunu gördüm; 500. Yıl Vakfı’nın 89-92’de başlattığı söylemini terk etme yönünde bir irade var. İnsanlar geç de olsa bu lisanın yanlış olduğunu idrak ettiler ama açıkça söylemiyorlar. Ve dolayısıyla Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya’nın Milliyet Gazetesi’ndeki o manşeti bir reddi mirastır; ‘biz bunu reddediyoruz, biz eşit vatandaşız’ diyor. Ama bunun bir hesaplaşmasının yapılması gerekiyor. Bu retoriğin evet doğru yanları vardı, ama yanlış yanları da vardı. Bu değerlendirme yapılmalı ki, ilerde bundan ders alınıp daha düzgün bir tanıtım kampanyası yapılabilsin.
Ekler bölümünde Türk Yahudi toplumunun ‘görünmezleşmesini’ çok çarpıcı örneklerle ortaya koyuyorsun. Hiçbir sol ve liberal görüşlü aydın, Yahudileri etnik gruplar arasında saymıyor. Bunun nedenini nasıl açıklıyorsun ve bu durumun değişmesi için ne yapılması gerekiyor?
Ekler, kitapta benim en çok sevdiğim bölüm. O kısım 73 sayfadır, neredeyse küçük bir kitapçıktır. Bu bölümü ayrı ele alayım diye de düşündüm, sonra vazgeçtim. Yahudilerin etnik gruplar arasında sayılmaması hayret verici bir şey. Ben bunu 2006 Limmud’da anlattım ve üç-dört cemaat ileri geleninden müthiş bir infial ile karşılaştım. Çok hayal kırıklığına uğradım ve bunu her davet edildiğim toplantıda kıyısından köşesinden anlatmaya çalışıyorum. Yakında bir dernekteki seminerde de anlattım, yine tepki ile karşılaştım. Olaya geniş bir açıdan bakmak istemiyorlar ama ortada bir realite var. Bunun sebebi çok basit, Türkiye değişti, bütün taşlar yerinden oynadı, doksanlı senelere kadar var olan dengeler alt üst oldu. İnsanın hayal edemeyeceği gelişmeler oldu Türkiye’de. İktidarlar değişti, ideolojiler değişti. Bütün bunlar içinde Türk Yahudi toplumunun liderleri hiç bir şey olmamış, hiçbir şey değişmemiş gibi bir söyleme, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak gibi bir misyona angaje oldular. Ve o tanıtımı yaparken de, 1989’da inşa edilen bir lisanı benimsediler ve isteseler dahi bu lisandan pek fazla ayrılamıyorlar. En fazla yapabilecekleri işte ‘biz eşitlik istiyoruz’ şeklindeki talepleri oluyor. Çünkü bir misyonları var, o misyonu da reddetemezler. Bunun doğal neticesi, Yahudi toplumu aydınlar tarafından yok farz ediliyor. Ama bu eşyanın tabiatı, aynı anda herkesi memnun edemezsiniz.
Aynı soru ile bağlantılı olarak, Türk Yahudileri niye diğer toplumlar, özellikle Ermeni toplumu gibi, doksanlı ve iki binli yılların değişen ortamından etkilenmedi?
Ermeni toplumunda 1996 yılında Agos Gazetesi’nin yayınlanması ile birlikte hiçbir azınlık gazetesinde rastlanmayan bir fenomen yaşandı. İlk kez bir azınlık cemaatinde yeni bir çizgi ortaya çıktı ve o ana kadar azınlık cemaatlerinin Ankara ile iyi geçinme stratejisine başta belli bir ölçüde, sonra ise oldukça ters düşen bir yol izlendi. Bu strateji nedir? Vakıflar meselesi olsun, karşılaştıkları ayırımcılık olsun, 1915 yıllarında cereyan eden olaylara bakış açılarında olsun, Ankara’nın o ana kadar tasvip etmediği talepler ileri sürdüler. Dolayısı ile o gazete ve Hırant Dink’in şahsiyeti, Ermeni cemaati içinde, özellikle üniversiteli gençler arasında büyük bir canlılık yarattı. Ve onlar aynı zamanda Türkiye’de muhalif diyebileceğim, sol, liberal görüşlü insanlarla Hırant Dink’in karizmasından dolayı çok iyi ilişkiler kurdular. Ve o kesimler, Ermenilerin kamusal alanda dile getirdikleri taleplerinden dolayı onları mazlum olarak gördüler. Burada çok önemli olan nokta taleplerin birebir bir ortamda, Ankara’da bir odada görüşülerek değil, kamusal alanda ileri sürülmesi idi. Burada kamusal alandan kastım medyada, herkesin görebileceği bir ortamda bu şikâyetlerin dile getirilmesidir. Türk Yahudi toplumuna bakıyorsunuz, onların stratejisi bu değil; onların stratejileri şikâyetlerini kamusal alanda dile getirmeden Ankara ile çözümleyebilmek. Sonuç olarak da sol muhalif dediğimiz kesim Türk Yahudi toplumunu şöyle algıladı; ‘bunların şikâyetleri yok, bunlar zaten devletçi’, ve daha önceki cevabım ile de bağlantılı olarak sol ve liberal aydınlar Yahudileri hiç kale almadılar, umursamadılar.
Kitabında uzun tarihi bir sürecin fotoğrafını gözler önüne seriyorsun, çözüm önermiyorsun. Yine de sormak istiyorum, Yahudi toplumu liderlerinin sol ve liberal görüşlü aydın camiasından tecrit olma pahasına seçimlerini müesses nizamdan yana yapmalarını anlayış ile karşılıyor musun?
Anlayış ile karşılıyorum ve yanlış bir karar olmadığına inanıyorum. Bu strateji doğrudur bana kalırsa ve Yahudi toplumu liderlerinin bu konuda fazla yapabilecekleri bir şey yoktur. Bu strateji 30 sene önce, 1974’de başladı ve değiştirilmesi çok zor. Değiştirdiğin zaman birileri çıkar ve sana ‘sen de mi Brütüs?’ der. Böyle merkezi otorite ile bu cemaat kamusal alanda temsil edilemez. Merkezi otoriteden kastım şu: hahambaşı, cemaat başkanı, cemaat başkan yardımcıları. Bu kişiler konumları itibarı ile bu cemaati temsil ediyorlar. Kimsenin bu konuda tartışacak bir durumu, bir itirazı olamaz. Ancak bu durumun değişmesi için merkezi otorite dışında gayrı resmi aktörler gerekiyor. Kimdir bu gayrı resmi aktörler? Örneğin Şalom Gazetesi’nin yayın yönetmenidir veya yazarıdır. Çünkü Şalom bir kurum, bir basın organı. Bu toplumu temsil edecek beyanatlar verebilmesi ve görünür olması lazım. Ayrıca Filistin ile ilgili bir krizde, mikrofonu ağzına dayayacak insan aradıklarında, benim veya Roni Margulies gibi gayrı resmi insanlar televizyona konuşurken; ‘bunlar bizim hissiyatımızı yansıtmıyor’, ‘bunlar marjinal insanlardır’ gibi özellikle Margulies için söylenen şeylerin yanlış olduğunu cemaat liderlerinin anlamaları gerekiyor. Gayrı resmi aktörlerin konuşacakları kendilerini bağlar. ‘Şöyle konuşun’, ‘böyle konuşurlarsa bu şekilde cevap verin’ gibi emir komuta zinciri altında insan yetiştiremezsiniz ve bu son derece yanlış olur, bu yoldan bir neticeye varılamaz. Roni Margulies, Açık Radyo’dan Avi Halegua gibi kimselerin, insanlar belki fark etmiyor ama konuştukları lisan, Türk basının ortalamasının İsrail-Filistin meselesine bakışı ile örtüşüyor. Belki söylemleri aşırı olabilir ama meşrebe uygun düşüyor. Dolayısı ile tırnak içinde Yahudi cemaati için ‘faydalı’ bir şey yapıyorlar. Maksatları bu olmasa dahi Türk Yahudi toplumunu bir şekilde o infialden gelecek serpintilere karşı koruyorlar. Benim konuştuğum lisan bu değil ve dolayısıyla basından onlara çok daha fazla talep geliyor.
Antisemitizm bir taraftan önemsenmiyor, diğer yandan da duyulan rahatsızlıktan yakınılıyor…
Bir kere Türk toplumu antisemitizmi önemsemiyor, bu kesin. Yahudi toplumu da 2003 yılına kadar önemsemiyordu. Sonradan sinagog saldırılarının yarattığı şoktan mıdır, yoksa Gazze olaylarından sonra mıdır, durum değişti. Gazze olaylarının yol açtığı tepkilere hiçbir şekilde katılmıyorum. Kitabıma örneğin karşılaştırmalı olarak bakıldığında durumun geçmişte de pek farklı olmadığını görüyoruz. Hatta bir ‘67 savaşı göz önüne alındığında, Gazze olaylarında daha az bir tepkinin yaşandığını gözlemliyoruz. Bir de Gazze olaylarından sonra aşırı derecede panik yaşandı, ben bunun büyük bir çelişki olduğuna inanıyorum. Sinagog saldırısından önce niye önemsemediler? ‘Canım bu gazetedir yazar, orada kalır, söylem eyleme dönüşmez’ diye düşünüldü. Söylem eyleme dönüştüğü zaman da kafalara dank etti ve şimdi önemseniyor, ama önemseniyor da ne oluyor? Cemaat liderleri elinden geleni yapıyor ama karşı taraf bir şey yapmak istemiyor. O zaman durumda bir değişiklik beklenmemeli.